BÜYÜKLERİN HAYATI/ŞEYH MOLLA MUHYEDDİNİ BİLVANİSİ (k.s)
Seyda Molla muhyeddin (k. S) 1909 yılında Siirt’in Baykan ilçesine bağlı Bilvanis köyünde dünyaya gelmiştir. Babası yörenin tanınmış büyük alimlerinden Molla Ali. Annesi ise Nadire hanım'dır. Aile yörede ilim ve takva sahibi olarak tanınmıştır.
Bilvanis, Sultan Abdulhamid'in yöredeki nur ve saadet neslinden gelen seyyidleri bir arada toplamak için kurduğu bir köydür. Seyda Molla Muhyeddin'in (ks) ailesi de Berzenci seyyidlerindendir, şecereleri tertemiz, pak, nur nesline dayanmaktadır. Şöyle ki: Seyda Molla Muhyeddin'in babası Molla Ali, Molla Ali'nin babası Molla Avni, Molla Avni'nin babası Molla Hasan, Molla Hasan'ın babası Molla İdris, Molla İdris'in babası Molla Abli, onun da babası Molla İdris'tir. Molla İdris, kıtlık ve yokluk gibi sebeplerle Sultan Abdülhamid döneminde ailesi ile birlikte Türkiye'ye göç eden en son seyyiddir. Seyda Molla Muhyeddin (k.s) ise takva ve edebinden dolayı hiçbir zaman bu nisbeti (bağı) dile getirmemiş, kendilerine sorulduğunda da “Bilemiyorum, çevrede öyle söyleniyor.” diyerek tevazu göstermiştir. İlim öğreten ve irşad ile uğraşan âlimler devamlı olarak bir yere, bir köye bağlı kalmamış; irşat için, tedrisat için, hizmet için bir köye köyden köye göç etmişlerdir. Seykalman da Molla Muhyeddin'in (k.s) baba tedrisatı Molla Ali de ilk önce Cezni'de bulunan, Hazret'in halifesi olan şeyh Abdülhakim'e intisap etmiştir; daha sonra Hazret'in kendisine bağlanarak Siyanis'te imamlık yapmaya başlamıştır. Hazret, Molla Ali'yı yanından hiç ayırmamış, hatta irşada çıktığı zaman da kendisini yanında götürmüştür.
Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerinin Çocukluk Ve Gençlik Dönemi
Seyda Molla Muhyeddin, çocukların oyun oynama isteklerinin yoğun olduğu dönemlerde bile oyuna karşı bir iştiyak duymamış; beş yaşından itibaren babasından ilim öğrenmeye, altı yaşında medrese eğitimine başlamıştır. Medresede aldığı terbiye, hâl ve hareketlerine yansımış ve onun kişiliğinin temelini oluşturmuştur. Yedi yaşına geldiğinde Kur'an-ı Kerim'i ve Mevlid-i Şerif'i bitirmiştir. Sarf kitaplarından İzzuddin ez-Zencani'nin “El-İzzi Fi'tTasrif” kitabının ilk dersini Hazret'ten teberriken almıştır. Seyda Molla Muhyeddin (k.s) oyun çağında dahi devamlı Hazret'in arkasından yürümüş, Hazret sohbet ettiğinde onu can kulağıyla dinlemiştir. Küçük yaşına rağmen onun bu denli muhabbetli olduğunu gören zatlar Seyda Molla Muhyeddin'in başını okşayıp ona bolca dua etmişlerdir. Derler ki Seyda Molla Muhyeddin'in (k.s) bu derece ilim sahibi olması, Hazret'in nazarının kendisine değmesi ve bu dualar sayesindedir. Doğu ve Güneydoğu'da, özellikle de Siirt çevresindeki medreselerde eğitimin temelini Arap dili irşat için ve belâgatine yönelik ilimler teşkil ediyordu. Zira bu ilimleri hakkıyla öğrenmek mümkün değildi. Bu ilimlerin başında Arapçayı öğrenmenin anahtarı konumunda olan sarf denilen iştikak ilmi geliyordu. Meâni, beyan ve bedî de öğrenilmesi lüzumlu olan diğer ilimlerdi. Akaid ve tefsir ilimlerinde başvurulan kaynaklar; mantıki delillerle, münazara ve vad' üsluplarıyla sunulduğu için ve de kaynak eserleri anlamak için bu ilimleri bilmek şarttı. Medresede eğitim, belli bir düzen ve sıraya konulan kitapların hocadan bizzat okunması suretiyle verilmekteydi. Eğitimde zorlu bir dönem yaşanıyordu , imkanlar kısıtlı bilgiye ulaşmak güçtü. Öyle ki, piyasada bırakın yeni çıkan kitapları medresede okutulan ders kitaplarını bile bulmak oldukça zordu. Çoğu kez öğrenciler okuyacakları kitapları elle yazmak zorunda kalıyordu. Bölgede Arapça kitap satan kitapevleri çok nadir bulunuyordu ve medreselerde revaçta olan kitapların dışında kitap bulundurmuyordu. Bu sebeplerle Seyda, medresede kendi gördüğü eğitim sisteminin aynısını takip etmiştir; zira bu müfredatın dışına çıkması o günün şartlarına göre imkânsız gibiydi. Siirt ve çevresinde bulunan medrese uleması, Arap dili ve belâgatine vakıf olduğu kadar tefsir, hadis, siyer vb. ilimlere vakıf değildi. Bunun temel nedeni kaynak yetersizliğiydi. Bu yüzden birçok âlim bazı kitapları incelemek üzere onları ellerinde bulunduran kişilere ulaşmak için ya bizzat gitmek zorunda kalıyorlar ya da öğrencilerini göndererek söz konusu eserleri bir müddet ödünç alıyorlardı. Bu zorlu koşullar altında Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri de eğitimini devam ettiriyordu.
Küçüklüğünden itibaren ilim tahsiline başlayan Seyda Molla Muhyeddin (k.s) de önce Arapçayı öğrendi. Daha sonra sarf, nahiv, meâni, bedi ve beyan gibi belâgate dair ilimleri öğrendikten sonra mantık, vad' kelam, fıkıh usulü, şafi fıkhı, tefsir, hadis, ferâiz ve siyer ilimlerini de ders alarak okumuştur. Seyda Molla Muhyeddin”si “Saduddin” lakabıyla bilinen bir zat tarafından hazırlanan, “El-Evamil'ül Mie" kitabının şerhi olan “Sadullah Es-Sağir” kitabına kadar okuduğu her kitabı teberruken Hazretten ders alarak okumuştur. Babasının yanındaki eğitimini bitirdikten sonra bir ay Nurşın'de Hazret'in torunu, Molla Cemaleddin'den, bir ay da Kozluk ilçesinde Molla Reşid-i Arınci'den ders almıştır. Bundan sonrak eğitimine Molla Alaaddin'in yanında, Baykan ilçesi ne bağlı Çirri köyündeki medresede, devam etmiştir Molla Alaaddin, Hazret'in yetiştirdiği müderrislerden önde gelenlerindendir. Molla Muhyeddin Hazretlerinin medrese arkadaşlarından bazıları Molla Mahmut, Molla Reşit; Molla Ahmet; Molla Şükrü (aynı zamanda Seyda Hazretlerinin bacanağıdır), Hazret'in halifesi, Cezneli Abdülhakim'in oğulları olan Molla Mehmet, Molla Emin ve Şeyh Mehmet Şirin'dir. Seyda Molla Muhyeddin medrese eğitimini on dokuz yaşında tamamlayarak Molla Alaaddin'den icazet almıştır. On beş yıllık medrese eğitimini çok genç yaşta tamamlamış olması Molla Muhyeddin Hazretlerinin ne kadar zeki olduğunun bir göstergesidir.
Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerinin Aile Hayatı
Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri yirmi yaşına geldiğinde hocası Molla Alaaddin'in kızıyla evlenmiş, bu evlilikten on bir çocuğu olmuştur. Üçü erkek, üçü de kız olmak üzere altı çocuğu hâlen hayattadır. Erkek çocukları Molla Abdurrahman, Molla Nizamettin ve Molla Said'tir. Kız çocukları Zübeyde, Hazine (Şeyh Ahmed'in ahirete irtihal ettiği yılda doğdu için Hazin de denilir.) ve Münevver'dir. Hayatta olmayan çocuklarının isimleri ise Gıyaseddin, İzzeddin, Şakir (Sadece bir gün yaşamıştır.) Mesrure ve Mağrib Zenim'dir. Tıpkı İslâm tarihinde Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz'in amcası Ebu Talib'in ve sevgili zevcesi Hz. Hatice annemizin vefat ettiği yıla “senet'ül-hüzün” denildiği gibi şeyhinin ve çocuklarından bazılarının ölümü aynı yıla denk geldiğinden o yıl için hüzün yılı demişlerdir. Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerinin çocuklarının vefatı üzerine şeyhi mektupla kendilerine taziyede bulunmuştur. Elbette ki Allah dostlarının eşleri de kendileri gibi müşfik, cömert, mütevazı ve sünnete riayet eden zatlardır. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri'nin eşi Dadenaze Hanım da bu vasıflara haiz, keşif gözü açık bir hanımefendidir. Rivayet olunur ki; Seyda'nın müridlerinden birkaçı onu ziyaret ettikleri sırada odanın bir köşesinde bir karpuz görürler. Müridlerin gözleri istemeden de olsa bu karpuza takılır. Müridler ziyaretlerini tamamlayıp geri dönecekleri sırada Seyda'nın eşi karpuzu kestirip misafirlere ikram ettirir. Yine Dadenaze Hanım ziyarete gelen bazı hanım misafirlere gelin olacak torununun çeyizlerini gösterir. Çeyiz bohçasındaki bir tülbent ziyarete gelen hanımlardan birinin çok hoşuna gider. Çeyizi toplarlarken Seyda'nın muhterem eşi o tülbendi aradan çekip onu çok beğenen müride hediye eder. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri eşine ve ailesine karşı son derece müşfikti. Kimseye kızmamaya ve kimseyi kırmamaya bilhassa dikkat ederdi. Bir istediği olduğunda tatlılıkla isteğini belirtirdi. Misafiri çok sever, misafire ikram etmekten hoşlanırdı. Evde ne varsa misafirleriyle paylaşırdı. Dünya malına tamah etmeden tek göz odasında ilim ve irşad ile ömrünü geçiren âlim ve zahid bir Allah dostuydu. Dünya malı namına sahip olduğu şey çatısı ve zemini toprak tek göz oda, bir yer döşeği ve bir tel dolaptı.
Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerinin İlim Ve İrşad Hizmeti
Devamlı olarak bir yere bağlı kalmayan Seyda Baykan ilçesine bağlı Koh, Nare, Havil ve Kozluk ilçesine bağlı Batıran, Şikeftan, Harbelus köylerinde müderrislik yapmıştır.
Havil'de müderrislik yaptığı sırada Baykan ilçe vaizliği görevinde de bulunmuş, 1941 yılında Harbelus köyünde imamlık yaptığı sırada dini eğitim verdiği gerekçesiyle talebeleriyle birlikte tutuklanmış ve bütün kitaplarına el konulmuştur. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri dönemin zorluklarına rağmen medresede derslerini gizli gizli vermeye devam etmiştir. 60 yıla yakın müderrislik hayatı boyunca binlerce talebe yetiştirmiştir. Talebelerinden birisi de Seyda Şeyh Fadlullah Hazretleridir. Müderrislik hayatının son on yılını Bayika'da (Yeşilçevre) geçiren Seyda Molla Muhyeddin; 22 Aralık 1987 Salı günü, sabah namazı vaktinde, seccadesi üzerinde Rahmet-i Rahman'a kavuşmuştur. Makberi en son ikamet ettiği Baykan ilçesi, Yeşilçevre köyündedir. Allah makamını Âli kılsın, bizleri de Seyda'nın şefaatine nail etsin.
Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerinin İlmi Yönü
İslâm ilim dünyası tekke ve medrese olmak üzere iki ekol olarak devam etmiştir. Birbirini
tamamlayan bu iki ekol birlikte inkişaf etmiştir. Medrese; ilim ve aklı ön plana çıkarırken; tekke,
tasavvuf merkezli bir ekoldür. Medresede yetişmiş ilim geleneğine tabi olan âlimlere Muhakkikin-i Ulema denir. Ulema, hâkim ve hekim konumundadır. Hangi kitabın ne kadar yararlı olduğuna karar verecek olan, ulema kesimidir. Medresede yetişen belli kitapları bitirmiş hocası tarafından icazet verilmiş ders verme yetkisine sahip kişilere müderris denir. Medrese ve tekkeyi birleştirip, akıl ve kalbi bir ahenk ve uyum içinde işleten ve inkişaf ettiren, âlim ve evliyalara Muhakkikin-i Asfiya denir. Yani asfiya kavramı, her iki ekolü de içine alan yüksek ve ulvi bir kavramdır. Asfiya derecesine gelmiş bir insan, hem ilim sahibidir hem de kalbi velayet mertebesindedir. Bu mertebedeki insanda kalp ve akıl beraber inkişaf etmiştir. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri ise etrafindaki âlimler tarafından muhakkikîn-i ulema ve asfiya mertebesine ulaşmış şahsiyetlerinden biri olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri, hem aklî hem de kalbî ilimlerde derin bir bilgi birikimine sahip olarak ulemanın önde geleniydi. Böylesine büyük bir âlimin kendi bilgi hazinesini gerek yaşadığı dönemle gerekse kendinden sonra gelecek
nesille paylaşmasını sağlayacak eserler bırakmadığı düşünülemez.
Çünkü olgunlaşan incirin içindeki bal dışarı taşar. Bazı âlimlerin ilmi kendileriyle birlikte kabre giderken bazıları da okunacak eser bırakarak ilmin devamlılığını sağlar. Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerinin ise iki büyük eseri vardır. Birincisi İslâm dünyasına kazandırdığı âlimler, ikincisi tavizsiz ve nezih hayatıdır. Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerinin aynı misyon ve davayı devam ettirecek âlimler yetiştirmesi ilk ve önemli eseridir. Böylesine bir eser vermek her âlime nasip olmamıştır. Günümüze kadar İslâmî ilimlerle ilgili çok sayıda eser yazılmıştır. Eser konusunda boşluk yoktur. Ancak zor şartlarda inancın nasıl yaşayacağı, dik duruşun ne olduğu, izzet ve iffetle hareket etmeye dair yaşamış örnekler çok azdır. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri bu boşluğu dolduran mümtaz şahsiyetlerden birisi olmuştur. Böyle bir yaşam sürmek sonraki nesillere bırakılacak muhteşem bir eser değil midir?
İşte Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerinin ikinci eseri olan nezih ve izzetli hayatı, insanları ilkinden daha çok etkilemiştir.
İlim Dünyasındaki Mümtaz Rolü
Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri'nin yaşadığı dönemde (cumhuriyetin ilk yıllarında) islâmî ilimleri öğretecek ve öğrenecek insanların takibe uğradığı zor şartlar altında ilimde de bir duraklama olmuştu. İlim ve âlim hemen hemen kalmamış gibiydi. İslâm âleminin yaşaması açısından her bir âlim, hava ve su gibidir. Onların değil yokluğu azalması dahi Müslümanlar için büyük bir eksikliktir. Bu eksikliğin giderilmesi için ulemalar tarafından çok büyük çabalar ortaya konulmuştur. Hazret'in irşat vazifesini ifa ettiği dönemde Nurşin Medreseleri'nin çabaları bu eksikliğin giderilmesinde çok önemli rol oynamıştır. Öyle ki Nurşin Medreseleri bir
ekol oluşturmuştur. Hazret'in tedrisinden çıkan Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri hayatıyla, ilme dair çalışmalarıyla, yetiştirdiği talebeleriyle ve verdiği fetvaları ile İslâm bilgilerinin unutulmasını, yok olmasını önlemiş ve bu ekolü devam ettirmiştir. Belâgat, mantık, kelam, fikih dalında pek çok öğrenci yetiştirerek İslâmiyet ve İslâmî ilimlerin yaşadığı coğrafyada neşvü nema bulması için büyük hizmetleri olmuştur. Bu sebeple de o bölgenin en meşhur âlimi olarak bilinmiştir. Tefsir, hadis, fıkıh ve akâid bilgilerinde zamanının en büyük âlimiydi. Sahip olduğu bu büyük bilgi birikimi doğrultusunda yüzlerce talebe yetiştirmiştir. Böylece yeniden âlimlerin sayısı çoğalmış; onun yetiştirdiği bu âlimler pek çok kitap yazmıştır. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri, yaşadığı hayat anlayışıyla, Selef-i sâlihînin yani Eshâb-ı Kiram ve onları gören tâbînin yolunu ihyâ etmiştir. Selef-i salihine halef-i sâdikîn olmuştur. Hem yaşadığı dönemde her de sonraki dönemlerde fetvalarına müracaat edilen bir âlimdi. Bu sebeple onun döneminde Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri'ne, kendinden öncekileri takip eden "Mütekaddimîn" ve kendinden sonrakilerin takip ettiği mânâsında "Müteahhirin" sıfatı verilmiştir. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri "Asrının bir tanesi, âlimlerin sultanı, müferrislerin iftihânı, ahlâk ve
faziletin nümûnesi, çok mütevâzi ve fakirlerin hâmisi idi." Yaşadığı asra damgasını vuran Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri "allame" olarak kabul edildi ve bu şekilde anıldı. Onun ilim ve tasavvuftaki üstün meziyetleri konusunda âlimler hemfikirdir. Haklı olarak kendisine duyulan büyük güvenden dolayı İslâm dünyasında otorite olarak kabul edildi. Suudi Arabistan, Mısır Üniversitelerinden ona fetvalar soruldu ve bu sorulara mektuplar ile cevap yazarak ilmi çalışmalara destek oldu. Hac vazifesini ifa ettiği sırada Mekke ve Medine'de ulamalarla birlikte olup ilmi konularda aydınlatıcı sohbetlerin içerisinde önemli katkılar sundu.
Bütün bunlardan yola çıkıldığında Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerinin ilmî yönüne dair şu neticelere ulaşılır: Seyda zamanının en büyük âlimidir.
Meânî, beyân ve bedi' ilimlerinin hemen hemen her dalında öğrenciler yetiştirmiş bir zattır. İlmin kaynakları konusunda akılların çok karışık olduğu bir çağda pervaneleri bile kendine rapt eden cevher, ilmin ışığıdır. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri (ks.) tefsir, hadis, fıkıh, kelâm gibi konulara çok hâkim olan kuvvetli bir cevherdir. Bunula birlikte ilmin kaynağını; Kuran-ı
Kerim, sünnet, hadis ve icmadan aldığını kendi hayatı ve yaşama şekli ile bizlere anlatan hikmet sahibi bir zattır Seyda klasik İslami kaynakları çok iyi bilen devrinin en büyük dimağlarından birisidir. Onun lügatinde unutmak diye bir şey yoktur. Şeyh Abdurrahman Tağinin (ks) halifesi Şeyh Fethullah Verkansi için "Bütün İslâmî ilim kaynakları yok olsaydı Molla Fethullah onları satır satır yeniden yazardı." buyurmuşlardır. Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerinin ilmi için zamanın alim ve veli kulları "Onun ilmi Molla Fethullah'a denktir." diyerek onun ilmi mertebesini ortaya koymuşlardır. Öyle ki bu ilimler yok olup gitselerdi onları yeniden meydana getirecek birikim, kabiliyet ve ehliyete sahipti.
Eserleri
Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri, yaşadığı dönemin toplumsal koşulları, ulaşım sıkıntıları ve ülkenin içinde olduğu siyasi sıkıntılar sebebiyle dünyaya açılma imkanına sahip olamadığından, İslam dünyasındaki ilmi gelişme ve çalışmaları takip etme imkânı bulamamıştır. Bu yüzden dünya çapında tanınamamış, şöhret olamamıştır. Böylesi bir alim ancak irtibat içerisinde bulunduğu kimseler ve coğrafyalarda bilinir olmuştur. İmkan ve şartlar elverseydi çağımızda ilmi alanda başarılan ile tanınan Ebu Zehra, Nedvi gibi bütün İslâm dünyasında tanınan meşhur bir alim olurdu. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri tefsir, fıkıh, hadis ve kelâm gibi ilimlerin yanı sıra Arapça sarf, nahiv, belagat ve beyan ilimlerine de vakıftı. Seyda'nın tüm eserleri yazılmış değildir. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri'nin derlenip basılmamış 25 adet eseri olduğu bilinmektedir. 20 sayfa kadar olan Risâletu'l-Esás fi Ahkâmi'l-Haydi ve'n-Nifâs asındaki kitapçık Seyda'nın yazıya dökülmüş tek eseridir. Diğer eserleri ise bazı konularda yazdığı fetvaların bir araya getirilmesiyle oluşan Mektubat, Ibn-i Malik Elfiyesi'nin üzerine eklediği 70 kadar beyit ve Tefsir, Fıkıh ve Nahiv kitaplarında müşkil olan konular üzerine yaptığı bir takım açıklamalardır. Bunlardan Mektubat adlı eseri vefatı sonrası derlenip basılmıştır. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri'nin eserleri yetiştirdiği talebeleridir. Seyda'nın ilminden feyiz alan binlerce talebesi Türkiye'nin değişik bölgelerinde ilme hizmet etmişler ve halen hizmet etmeye devam etmektedirler. Aşağıda eserlerinden kısaca bahsedecek olursak;
1. Mektubat (Fıkhı Fetvalar)
2. Risaletu'l- Esas fi Ahkami'l-Haydi ve n-Nifas
3. İbn-i Malik'in Elfiyesi'nin üzerine eklediği 70 kadar beyit
Hazne Bedeni ve Kalbi Seferlerin Başlangıcı
Kim bilir ne çok âşık vardır kavuşma uğruna nice dağları, ovaları aşan?
Şiirler, şarkılar, masallar sevgiliye yol alan o âşıkları anlatmakla bitiremezler.
Sonunda sevgili olsun da dağ, bir adımlık mesafeden başka nedir ki gerçekten âşık olana?
Biçare âşık için açlığın susuzluğun ne hükmü vardır sevgilinin ağzından çıkacak bir çift kelamın
yanında?
Kuzeyde bir diyar vardır Nurşin adında ki içinde bin bir baharı, billur suları, hoş rayihaları ve bunların nurdan sırlarını saklar... Güneyde ise Ahmed-el Haznevi (ks.) adında bir veli vardır ki baharın, suların, rayihaların ve nurdan sırların hazinesine sahiptir.
Hayırlarla Dolu İlk Sefer
Ahmed-el Haznevî Hazretleri, Nurşin'in büyük mutasavvıflarından Hazret lakaplı Muhammed Diyauddin Hazretlerinin halifelerindendir.
Hazret (ks.) kendisi için "Nurşin'deki nispeti alıp Hazne'ye götürecek." demiştir. Nitekim Muhammed Diyauddin Hazretlerinin vefatından sonra Ahmed el Haznevî Hazretleri, doğum yeri olan Suriye'nin Hazne köyünde ilim ve irşad vazifesine başlar ki Hazret'in (ks) sözünün mânâsı da daha iyi anlaşılır.
Henüz yirmili yaşların başında olmasına rağmen İslâm âleminin ilim yıldızı gittikçe parlayan
müderrislerinden olan Molla Muhyeddin Hazretleri, kuzeyden güneye yaptığı hayırlarla dolu ilk
seferine abisi Molla Muhammed ile gider. 1930'lu yıllarda yapılan bu ilk sefer, Siirt'teki II. Abdülhamid Han tarafından seyyidlere tahsis edilen Bilvanis'ten Hazne'ye yapılır. Yaklaşık 250 km'lik bu mesafeyi iki kardeş günlerce yürüyerek kat eder. Bedenen oldukça meşakkatli olan bu seferden maksat kalben yapılan ulvî seferlere çıkmaktır. Molla Muhammed Hazretleri, Ahmed-el Haznevî Hazretlerine intisaplıdır; mürşidini ziyaret etmenin huzuru ve edebi içinde adımlarını atar. Molla Muhyeddin Hazretleri ise, son derece kıymetli bu âlim ve mutasavvıf zatı ziyaret etmenin heyecanı içindedir. Kendilerinin gelişinden oldukça memnun olan Ahmed-el Haznevî Hazretlerinin yanında kıymetli anlar yaşanır. Dönüş yolunda ise artık iki kardeş de intisaplıdır...
Ancak birkaç yıl içinde abi Molla Muhammed Hazretleri vefat eder. Molla Muhyeddin Hazretleri için ise kalbî seferler henüz başlamıştır. Hz. Adem'den itibaren hiçbir insan rehbersiz olarak
kalbî seferlere çıkamamıştır. Molla Muhyeddin Hazretleri de elinden tutacağı bir rehberi bulmanın gönül huzuru ile fırsat buldukça Hazne'ye gider. Ancak bu yolculukların ilerleyen zamanlarında yanında başka yol arkadaşları da olacaktır.
Onlar Ne Güzel Yol Arkadaşıdırlar
Hazreti Rasulullah (s.a.v.) bir hadisinde "Kim bir ilim öğrenmek için bir yolculuk ederse, Allah onu
cennete giden yollardan birine dâhil etmiş demektir. Melekler, ilim talibinden memnun olarak kanatlarını (üzerlerine) koyarlar. Semavat ve yerde olanlar ve hatta denizdeki balıklar âlim için istiğfar ederler." diye buyurur. Molla Muhyeddin Hazretleri de sevgili Peygamberin (s.a.v.) övdüğü ilim taliplerinden olmak isteğindedir. Bu maksatla Ahmed-el Haznevî Hazretlerinin yanında amel etmeye başlar. Üstelik bu mukaddes niyette olan sadece Molla Muhyeddin Hazretleri değildir. Hazret'in torunu olan Şeyh Nasır, Hazretin yeğeni Şeyh Maşuk ile Nurşin Kızıltepeli Şeyh Abdülrezzak, Bilvanisli Şeyh Abdülhakim El Hüseyni de aynı gaye ile Hazne'nin yoluna revan olurlar. Yol arkadaşlarından olan Şeyh Maşuk (ks),
Molla Muhyeddin Hazretlerinin hayatında yıllar sonra diğerlerinden farklı ve özel bir rol oynayacaktır. Kıymetli birer maden olan bu âlimler, Ahmed-el Haznevî Hazretlerinin elinde işlenmek uğruna pek çok sıkıntılarla dolu bu seferlere şevkle çıkarlar. Yapılan bu seferlerde Suriye sınırı mayınlı olduğu için çoğunlukla yolu çok iyi bilen birinin eşliğinde yürüyerek, bazen de Cizre'den sonra yedi tane çay Dicle nehri ile birleştiği için sallarla giderler.
Gündüz devriye ve jandarmalar gezdiğinden çoğunlukla gece yolculuk yaparlar. Devrin getirdiği birtakım sıkıntılar gereği her zaman aynı güzergâh takip edilmez. Belli buluşma yerleri vardır, oraya kadar binek hayvanlarıyla gidip buluşurlar. Bir yaz günü yeniden yola çıkarlar. Köyden birkaç kilometre uzaklaşınca Molla Muhyeddin Hazretlerinin bineği bir şeyden korkar ve kendisini üzerinden atar. Düşünce kolunda ve kafasında kırılmalar olan Molla Muhyeddin Hazretlerinin yaraları zamanla iltihaplanır ve kendisi uzun müddet ateşler içinde yatar. Vasıtanın olmadığı o zamanlarda ulaşım oldukça sıkıntılıdır. Mesafe uzun, yollar da engebeli olduğu için yolculuğun büyük bir kısmına yaya olarak devam ederler. Günlerce yürümekten çarıkları yırtılır, Hazne'ye vardıklarında ayakları kanlar içinde şişmiş durumda olur. Ahmed-el Haznevî Hazretleri onları şefkat ve merhametle karşılar, kendi elleri ile ayaklarına merhem sürer. Ama ülkedeki demokratik şartlardan kaynaklı çekilen bu sıkıntıların yanında ayaklarının kanaması onlar için bir hiçtir. Öyle ki Molla Muhyeddin Hazretlerinin ayakkabısı bu seferlerin birinde delinir, ayakları kan içinde iken mürşidine kavuşabilir.
Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerinin Ahmed-el Haznevî Hazretlerine olan muhabbeti oldukça fazladır. Bu hususta muhabbetinin derecesini ifade eden şu sözleri sözler: "Şah-ı Nakşibend Hazretlerinden itibaren günümüze kadar ulaşmış tüm mürşidler bir meydanda toplansa ve bana deseler ki: "Git mürşidini seç!" Ben gene Şeyh Ahmed'i seçerdim. Bu demek değildir ki Şeyh Ahmed onlardan daha büyüktür, öyle bir iddiam yok, o Allah'ın bildiği bir iştir. Ancak muhabbet bakımından ben onu seçerdim." Sınırın Ahmed-el Haznevî Hazretleri ise ötesinden gelen, çileleri kendine muhabbet edinmiş bu gençle yakından ilgilenir. Aralarında olan manevi hâlleri bilmek mümkün değildir. Molla Muhyeddin Hazretlerinin muhabbeti o denli kuvvetlidir ki; uzun yolları aşıp Hazne'de kendi iradesini mürşidine teslim ederek manevi bir beraberliği yaşar.
Muhabbet Meşakkatleri Gölgede Bırakıyor
Molla Muhyeddin Hazretlerinin torunu, babasından rivayetle 1938 yılında Hazne'ye ziyarete giderken yaşanan bir hadiseyi anlatır. Buna göre Ahmed-el Haznevî Hazretleri, gelişlerinin daha kolay olması için ziyaretlerinin birinde onlara "Bir daha gelirseniz şu şekilde gelin, falan köyde şöyle konaklayın. En son Nusaybin'e bağlı iki köy var. Birisinin muhtarı Şehmuz'dur, ona misafir olun.
Sonra diğer köye geçin, o köyün muhtarına misafir olun." şeklinde güvenli bir yol haritası belirler.
Günler geçer ve âlimlerden oluşan bu topluluk
mürşidlerini ziyaret etmek için hasretle tekrar yollara düşerler. Yol azıkları ve kitaplar yine sırtlara yüklenilmiş, yine aynı yerde buluşulmuş, güzergâh yine değiştirilmiştir. Mürşidlerinin tavsiyesi üzerine takip ettikleri yol üzerindeki ilk köye varırlar. Buradaki muhtar kendilerini en güzel şekilde ağırlar. İkinci köyün muhtarı ile arası pek iyi olmadığı için onlara uzaktan evini gösterir.
Bu köy ilkinden daha büyüktür ve jandarma
karakolu da vardır. Kendilerine gösterilen eve ulaşıp muhtarla görüşürler. Ne var ki bu muhtar onları "Kimsiniz? Nerden geldiniz siz? Böyle gelip gidiyorsunuz ve izinsiz geçiyorsunuz. Ben sizi şikâyet edeceğim!" diyerek azarlar. Sonra da kaçmasınlar diye oğluna kapıyı arkalarından kilitlemesini söyler. Arasının bozuk olduğu komutana onları şikâyet ederek komutanla arasını düzeltme niyetini taşır. Böyle bir tepkiyi hiç beklemeyen Molla Muhyeddin Hazretleri ve diğerleri ise "Bu bize takılıyor, herhalde bizi korkutuyor." diye kendi aralarında konuşurlar. Fakat kapı üzerlerine kilitlenince muhtarın şaka yapmadığını anlarlar, kaçmaya çalışırlar ancak başaramazlar. Neticede şikâyet üzerine jandarma gelir ve pasaportsuz oldukları için onları karakola götürür. Birkaç gün nezarette kalırlar ve ne yazık ki orada hırpalanırlar. Nezarethanenin içi su ile doludur üstelik kendilerini ayakta da bekletirler. Molla Muhyeddin Hazretleri o gün için şunları söyler "Elhamdülillah, bize eziyet olsun diye dökülen su, yer meyilli olduğu için baş aşağı akıyordu. Biz de paltolarımızı serip 3-5 kişi cemaat oluyorduk." Nezarethanenin bu zor koşullarında dahi namazları terk etmediklerini gören oradaki subaylardan biri onların gerçek birer âlim olduğunu anlar. Molla Muhyeddin Hazretlerini yükümlülüğü olmadığı halde askerliğini yapmadığı gerekçesiyle Nusaybin'deki mahkemeye sevk ederler. Diğerleri ise serbest bırakılır.
Mahkeme, Molla Muhyeddin Hazretlerini Baykan'a yakın bir ilçenin askerlik şubesine sevk
eder. Jandarmalar at üzerindedirler ve Molla Muhyeddin Hazretlerini ise ellerini halata bağlamış bir şekilde yürütürler. Halatın bir ucu da kendilerindedir, zaman zaman atı koştururlar ve Molla Muhyeddin Hazretlerinin mecburen koşmasına neden olurlar. Sonra 40 gün kadar nezarethanede kalır ve onu tekrar mahkemeye sevk ederler, mahkeme ise kendisini serbest bırakır.
Molla Muhyeddin Hazretleri, mürşidine kavuşma özlemiyle düştüğü yollarda yaşadığı onca sıkıntıya rağmen Bilvanis'e döner dönmez yeniden hazırlanıp yola çıkmak ister. Ne var ki eşi çok rahatsızdır, kendisi onu bırakıp gidemez. Bu süre içinde ise Şeyh Maşuk Hazretleri hilafet iznini almıştır.
"Kavuşmak nasıl olmaz, mademki ayrılık var?"
Seveni sevdiğinden ayırdıktan sonra bu hatasının farkına varan muhtar ve oğlu, Ahmed-el
Haznevî Hazretlerinden ayaklarına kapanarak af dilerler. Ahmed-el Haznevî Hazretleri ise "Ne derdin vardı ki hocaları kalkıp şikâyet ettin? Onlara neden eziyet verdin?" der. Onlar da "Ne olur hakkını helal et." derler. Bunun üzerine Haznevî Hazretleri azarlar bir şekilde "Tamam hadi gidin, gidin!" diye buyurur. 1950 yılında ise Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri, Hazne'ye Muhammed Diyauddin Hazretlerinin çocukları ile birlikte gider. Ahmed-el Haznevî Hazretleri, oğlu Şeyh Alâeddin'e "Molla Muhyeddin'e söyle gitmesin ama bu sözümü bir emir olarak iletme. Eğer emir olarak söylersen muhakkak kalır. Belki bir mazereti vardır, bizim yüzümüzden müşkül duruma düşmesin." Şeklinde buyurur. Şeyh Alâeddin, Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerinin yanına gider ve "İstersen sen biraz daha kal." der. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri
"Eğer bu bir emirse kalayım. Ama eğer emir değilse beraber geldiğim arkadaşlarımı yalnız göndermek hoş olmaz. O yüzden gitsem daha iyi olur." der. Bunun üzerine Şeyh Alâeddin "O zaman şimdi git ama buraya çabuk geri dön." diye onu tembihler. Sonradan Şeyh Alâeddin, kendisine o günü hatırlatır ve "Keşke gitmeseydin. Ahmed-el Haznevi Hazretleri o gün sana hilafet verecekti, o yüzden kalmanı istemişti." ifadelerini kullanır. Şeyh Alâeddin'in halifesi ve aynı zamanda kardeşi olan Şeyh İzzettin, Seyda Şeyh Maşuk ve Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri'yle beraber gezerlerdi. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri için "Biz onu Ahmed-el Haznevî Hazretlerinin halifesi olarak kabul ediyoruz. Çünkü kendisi ona hilafet vermek istemişti. Fakat yanında Hazret'in torunları olduğu için onlara adapsızlık olmasın diye onlarla birlikte geri döndü." der. "Ne görsem, ötesinde hasret çektiğim diyar / Kavuşmak nasıl olmaz, mademki ayrılık var?" der şair. Ayrılık zordur, hasretin acısı gönülden gözlere
akan sel olur. Fakat âşık ne olursa olsun sabrı ve ümidi sadrdan ayrı tutmaz. Çünkü âşığa onca sıkıntıya karşı sabretme gücü kavuşma ümidinden gelir. Ne yazık ki Molla Muhyeddin Hazretlerinin hasreti kavuşmayla noktalanmaz bir türlü. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri, Hazne'den evine döndüğünde içi içine sığmamaktadır. On beş gün sonra ise Suriye'ye gitmek için tekrar yola çıkar ancak bu sırada çok sevdiği mürşidinin Rahmet-i Rahman'a kavuştuğu haberini alır. Kendisinden henüz hilafet alamadan ve çok istediği halde son bir kez daha mürşidini göremeden vefat haberinin gelmesi Molla Muhyeddin Hazretlerini çok üzer. Yıllar sonra bir sohbetinde "Ben herkese hakkımı helal ediyorum, iki kişiye helal etmiyorum. Biri muhtar, diğeri de onun oğlu. Onlar benim elimi şeyhimden ayırdılar. Beni şeyhimden ettiler, benim maneviyatima mani oldular." der. Ömrünün son demlerinde ise o iki kişiye de hakkını helal ettiğini kendi yakınlarına ifade eder. Mürşid-i kâmiller için ölüm bir odadan başka
bir odaya geçmek gibidir. Onlar öyle kimselerdir ki vefatlarından sonra da bağlılarına yardım etmeye devam ederler. Molla Muhyeddin Hazretleri on yılı aşkın bir zaman mürşidine tam bir muhabbet duymuştur. Bu muhabbetin verdiği iştiyakla dağları tepeleri yaz kış demeden arşınlamıştır. Elbette Ahmed-el Haznevî Hazretleri de -vefat etmesine rağmen- kendisine bu denli bağlı olan Molla Muhyeddin Hazretlerini yalnız bırakmayacaktır. Ahmed-el Haznevî Hazretlerinin vefatından sonra başka bir mürşide intisap etmeyen Molla Muhyeddin Hazretleri, tasavvuf eğitimine ara vermek zorunda kalır. Bu durumdan dolayı kalbi oldukça mahzun bir haldedir. Yıllar sonra bir rüya görür:
Rüyasında Ahmed-el Haznevî Hazretleri, yanında kalabalık bir cemaatle evlerinde misafirdir.
Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri ise hüzünlüdür. Ahmed-el Haznevî Hazretleri, kendisine neden bu kadar üzgün olduğunu sorar. O sırada kapı arkasında bulunan Seydanın hanımı "Efendim onu yetim bıraktığınız için üzgün. Onun işi yarım kaldı, o sahipsiz kaldı." der. Ahmed-el Haznevi ise "Emanetini Şeyh Maşuk'a verdim." der. Ahmed-el Haznevî Hazretleri, Molla Muhyeddin Hazretlerinin kalbî seferinin tamamlanması için Şeyh Maşuk Hazretlerine intisap etmesini işaret eder. Böylece vefatından sonra da ona yol göstererek onu yalnız bırakmaz.
1956 yılında askerlik şube başkanı, Molla Muhyeddin Hazretlerinin âlim olduğu için askere
alınmaması yönünde yapılan yönlendirmelerden rahatsız olur ve pek çok ısrara rağmen onu askere alır. Çünkü Osmanlı döneminde müderrislik yapanları, tedrisatla uğraşanları askere almazlardı. Verdikleri eğitimi askerî eğitimden sayarlardı. Bu kanun Cumhuriyetin o tarihlerinde de geçerlidir. Fakat burada insiyatif getirilerek şube başkanlarını askere gönderip göndermeme kararında serbest bırakmışlardır. Böylece altı ay askerliğini Erzurum'da hoca olarak yapar. Askerlik yaptığı süre de dâhil Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri sakalına hiçbir zaman jilet değdirmemiş ve cübbesini çıkarmamıştır. Diğer taraftan yapılan pek çok ısrara rağmen onu askere alan şube başkanı da yıllar sonra Baykan'a gelip "Ben falan kişiyim, insanlar çok devreye girince o gün bir inadımız tuttu. İstesem göndermeyebilirdim. Hakkını helal et." diyerek Molla Muhyeddin Hazretlerinden helallik ister. Yaşamı boyunca tevazuu elden bırakmayan Molla
Muhyeddin Hazretleri de "İlk günlerde de kırılmamıştım sana. Sen görevini yaptın." cevabıyla ona hakkını helal eder. Şeyh Maşuk Hazretlerinin Işığında Kalbî Seferler Esasen çocukluklarından beri arkadaş olan Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri ile Şeyh Maşuk Hazretleri, eğitim hayatlarını da birlikte geçirmişlerdir. İlk olarak Şeyh Alâeddin Hazretlerinin yanında beraber okurlar. Daha sonra 1931-1950 yılları arasında Ahmed-el Haznevî Hazretlerinin yanına okumaya yine birlikte giderler. Hazne'ye uzanan bu ilim yolculuğunda on dokuz yıl boyunca türlü meşakkatlere birlikte katlanarak eğitimlerini sürdürürler. Yol boyu birbirlerine destek oldukları gibi, bir yandan yürürken bir yandan da ilmî meseleleri müzakere ederler. Bu yolculuklarından biridir.
Amel etmeye yeni başlamışlardır. Şeyh Maşuk Hazretleri, Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerine
"Bu kadar meşakkatli bir yolculuğa katlanıyorsun ama kendini fazla yorma. Sen en sonunda benim
önümde diz çökeceksin." der. O zaman bir latife olarak algılanan bu sözün aslı yıllar sonra ortaya
çıkar...
Mürşidini gördüğü rüyası gereği Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri, Şeyh Maşuk Hazretlerine
intisap eder ve 1958 yılında kendisinden hilafet iznini alır. Yıllar süren yol arkadaşlığı mürşid-halife ilişkisine dönüşmüştür. Uzun yıllar hep birlikte olduğu, beraber pek çok meşakkati aştığı, pek çok anılar yaşadığı, gerektiğinde bir lokma ekmeği paylaştığı arkadaşı artık mürşidi olmuştur. Yaşanan bu hadisede Şeyh Maşuk Hazretlerinin yıllar evvel söylediği sözün kerameti ortaya çıkar. Öte yandan Ahmed-el Haznevî Hazretleri de, Şeyh Maşuk Hazretlerine hilafet verdikten sonra ona "Şeyhül Ulema/Âlimlerin Şeyhi" derdi. Sahip olduğu ilimle zamanının en büyük âlimleri
arasında bulunan Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri, Şeyh Maşuk Hazretlerine intisap edip,
ondan hilafetini alınca Ahmed-el Haznevî Hazretlerinin bu sözündeki hikmet anlaşılır.
Mekke'de Sır Dolu Bir Veda
Şeyh Maşuk Hazretleri ile Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri genellikle bir arada bulunur,
bir yere gidilecekse birlikte giderlerdi. 1975 yılında Şeyh Maşuk Hazretleri ve Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri beraberlerinde birçok âlim ile birlikte hac yolculuğuna çıkarlar. Ancak çıkılan bu yolculuk, bu güzide iki dost için diğerlerinden farklı sonlanacaktır...
Şeyh Maşuk Hazretleri, hem amel arkadaşı hem de halifesi olan Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerine ilminden dolayı çok hürmet ederdi. Kendisine ilmî bir mesele sorulduğunda Seyda
Molla Muhyeddin Hazretlerini işaret edip "Fetva makamı odur." der, her şeyi ona sorardı. Hac vazifeleri sırasında bir gece sohbet ederken Şeyh Maşuk Hazretleri, Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerine "Molla Muhyeddin, sen âlimsin Mekke'de mi yoksa Medine'de mi ölmek daha
iyidir?" diye sorar. Molla Muhyeddin Hazretleri bu beklenmedik soruyla bir an duraksayıp "Efendim bilmiyorum. Ama Mekke'de kılınan bir vakit namaza yüz bin vakit namaz sevabı, Medine'de kılınan bir vakit namaza bin vakit namaz sevabı verilir. Ölüm de böyledir." diye cevap verir. Şeyh Maşuk Hazretleri, önce gülümser sonra
iç çekip "Gerçi Resûlullah (sav.) Medine'dedir. Medine bizim hepimizin büyüğünün bulunduğu yerdir." der ve durur. "Fakat biz anne şefkatini tercih ettik." diye söyler. Şeyh Maşuk Hazretlerinin bu sözünün ne mânâya geldiğine o an kimse vâkıf olamaz. Hac vazifelerini yerine getirdikten sonra Medine'ye gidecekleri akşam Şeyh Maşuk Hazretleri, Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerine kafileyi toplayıp Medine'ye gitmelerini söyler. Herkes, Medine'de oğlu ile yalnız kalan Şeyh Maşuk Hazretlerinin onlardan sonra geleceğini düşünür, bir yandan da ne zaman geleceklerini merak ederler.
Ertesi gün vedalaşmak için Şeyh Maşuk Hazretlerinin yanında gelirler. Vedalaşma sırası Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerine gelince Şeyh Maşuk Hazretlerinin önünde diz çöküp onun mübarek elini öper "Efendim bizler gidiyoruz, siz Medine'ye ne zaman geleceksiniz?" diye sorar. Şeyh Maşuk Hazretleri "Molla Muhyeddin Mekke'de hacı bulunduğu müddetçe de bekleyeceğim. Ne zaman ki bütün hacılar Mekke'den ayrılır, o zaman Medine'ye geleceğim." der. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri, Şeyh Maşuk Hazretlerinin tekrar elini öper sonra geri geri adımlarla yanından ayrılır. Kapıdan çıkarken gözlerinden sicim sicim yaşlar dökülür, mübarek sakalını ıslatır. Onun bu hâlini görüp "Bir şey mi oldu?" diye soranlara yalnızca "Hayır." diyebilir. Aslında bu bir vedadır ve o an bu mübarek iki dost sessiz sedasız, gizlice vedalaşmışlardır. Şeyh Maşuk Hazretlerinin bu sırrını o an sadece Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri anlamıştır.
O gün ikisi arasında olanları diğer âlimler merak edip, Şeyh Maşuk Hazretlerinin neyi kastettiğini Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerine sorarlar. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri onlara
"Mekke'de hacılar kıyamete kadar bitmez. Şeyh Maşuk Hazretleri 'Ne zaman ki bütün hacılar
Mekke'yi terk eder, ben o zaman buradan çıkacağım.' sözüyle vefat edeceğinin işaretini verdi." der. Verdiği işaret üzere aradan çok zaman geçmeden Şeyh Maşuk Hazretleri, Mekke'de vefat eder. Vefat ettiği gece sabah namazına kadar Harem-i Şerif'te başında Kuran-ı Kerim okunarak dualar edilir. Sabah namazı sonrası binlerce kişi tarafından cenaze namazı kılınır ve vasiyeti üzerine Hz. Hatice (r.a) validemizin ayak ucunda Cennet-i Muallâ'ya defnedilir.
Allah yolunda pek çok zorluğa katlanan bu iki dostun yolu fani olan dünya hayatında böylece
ayrılmış olur.
Netice-i Kelam
Molla Muhyeddin Hazretleri ile Şeyh Maşuk Hazretleri aradaki mesafelerin ve çekilen bütün
sıkıntıların muhabbete engel olamayacağını, müridin her türlü zorluğa rağmen mürşidini ziyaret etmesi gerektiğini ve bu ziyaretlerden büyük istifadelerle döneceğini bizlere gösteren ne güzel örnektirler. Bizler ise mürşidimizi ziyarete bırakın otobüsü uçakla dahi gitme nimeti ve imkânına sahibiz. Böyle bir nimete mukabil Molla Muhyeddin Hazretlerinin mürşidine duyduğu muhabbetin bizlere de nasip olmasını Allah Teâlâ'dan dileriz.
Âmin…
Tasavvufa Bir Bakış
Günümüzde toplumların medeniyet seviyesi, yetiştirdikleri fen ve matematik alanındaki bilim adamlarının çokluğuyla ölçülür. Zira bu bilim adamları insanlığın hizmetine sunulan teknolojinin hazırlayıcısıdırlar. Ne var ki teknolojik gelişmeler, pek çok faydalarına rağmen, insanlardaki manevi boşlukları dolduramamakta tersine insanı özünden uzaklaştırmaktadır. Nerden geldiğini ve nereye ait olduğunu bilemeyen insan, kendini unutmak ve meşgul etmek için çabalamakta buna karşın içsel huzura ulaşamamaktadır.
Nobel tıp ödüllü Alexis Carrel "insan Denen Meçhul" adlı kitabında şöyle diyor. "Bu soruya basit bir karşılık verilebilirdi. Çağdaş uygarlık, bize uygun olmadığı için kötü durumda bulunuyor. Gerçek doğal yapımızı tanımadan meydana getirilmiş bir uygarlıktı bu. Bilimsel buluşlar hevesinin sonucuydu. İnsanların zevklerinden, kuruntularından, kuramlarından ve isteklerinden doğmuştu. Onu biz kurduğumuz halde kendi ölçümüzde değildi...
Bir yığın bilimsel buluş arasından bir seçim yapmışız. Ve bu seçim asla insanlığın yüksek değerini düşünerek olmamış. Sırf doğal eğilimlerimizin düşüşünü izlemişiz. Yeni buluşların başarısı; az çaba ile daha fazla rahatlık, hızın verdiği zevk, değişiklik ve konfor ve aynı zamanda kendi
kendimizden kurtulmak ihtiyacı gibi ilkelere dayanıyor...
Evlerin buharla ısıtılması, elektrikle aydınlatılması, asansörler, besinlerin kimyasal işlemleri hep zevkli ve elverişli yenilikler olduğu için kabul edildi. Fakat bütün bunların insanoğlunda bırakabilecekleri etki hiç hesaba katılmadı..."
Aslında medeniyet seviyesi, toplumun maneviyatını düzelterek insanların mutlu olmasına yardımcı olan ârif ve erdemli kişilerin sayısı ile ölçülürse; farklı bir değerlendirme yapılmış olur ve ortaya da farklı bir tablo çıkar. Bütün bu teknolojik çalışmalar, insanın hayatını kolaylaştırmak için yapıldığı halde insan yine de erdemli kişilerin kucağında mutluluğu buluyorsa; gerçek toplum mühendislerinin mürşid-i kâmiller olduğunu bilmek gerekir. Bu yüzden bir toplumun
medeniyet seviyesinin bu insanları yetiştiren kurumların ve kişilerin çokluğuyla ölçülmesi gerekir.
Bizim medeniyetimizin de böylesine kıymetli pek çok kurumdan müteşekkil olduğu yüzyıllardan oluşan tarihi süreç içerisinde görülmektedir. İstanbul başta olmak üzere, Bağdat, Şam,
Semerkant ve Buhara gibi büyük ilim ve kültür merkezlerinde toplumun manevi dinamiklerini sağlayan, güçlendiren pek çok mürşid-î kâmil, ülkenin farklı yerlerinde insanlığa hizmet etmiştir. Ne var ki zaman içerisinde bu şehirlerdeki ilim yıldızı sönmeye yüz tutmuş, âlimleri yetiştiren görkemli kurumlar da yavaş yavaş kendi kabuklarına çekilmiş ve bunların sayıları giderek azalmıştır. İşte toplumda âlim ve kalbi aydınlık insanların sayısının azaldığı bir dönemde Nurşin medresesi, yüzlerce âlim ve mutasavvıf yetiştirip Anadolu'nun dört bir tarafına bu insanları göndererek büyük bir kültürün oluşmasının temellerini hazırlamıştır. Nurşin medresesinin mutasavvıflarından şeyh Maşuk'un halifesi ve Hazret'in saliki Molla Ali'nin yetiştirdiği önceki ulemanın bir misali, sonraki ulemanın bir önderi, selef mutasavvıflarının takipçisi, ebediyet latifeleri denizinde gark olmuş, Rahmaniyet nurlarına dalmış, insanlar içinde Allah'ın bir delili, kâmil mükemmil Seyda Molla Muhyeddin Bilvânisî, 78 yıllık bir ömürde yüzlerce âlim ve irfan sahibi insan yetiştirerek bu ekole -Nakşibendilik- büyük hizmet vermiştir. Mutasavvıflar isimsiz kahramanlardır. Onlar isimlerinin önündeki her türlü sıfattan kaçmış, kendilerini yok saymışlardır. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri de çok iyi bir müderris olmasına rağmen kendi isminin önüne molla /öğrenci kelimesini ekletip kendisine böyle hitap edilmesi isteyerek nezaketini ve mütevazılığını göstermiştir.
Tasavvuf Anlayışı
Mutasavvıfların topluma büyük hizmetler vermelerine rağmen perde arkasında kalmayı tercih ettikleri görülmektedir. Benliklerinden sıyırılmaları, kalplerinde kibrin zerre miktar bulun-
maması, bütün kâinata ve yaratılmışa Allah'ın bir eseri nazarıyla bakmaları bu tercihin oluşma sebepleridir. Hayat boyu süren tedrisatları neticesinde ilmî ve kalbî donanımlara sahip bu
büyük insanlar yaşadıkları toplumun ihtiyaçlarına göre hizmet vermişlerdir.
Çünkü her toplumun bazı dönemlerde öne çıkan birtakım ihtiyaçları vardır.
Denilebilir ki ahir zamanda kişilerin en önemli ihtiyacı, Allah'a kendilerini yakınlaştıracak vasıtalar edinebilmektir. Zira kişinin beş duyu aracılığı ile elde ettiği bilgi Allah'ı bulmaya yetmiyor. O halde hastalıklı olan kulun hastalıksız olanı yani Yaradan'ı anlaması mümkün olmadığından hastalıksız olan mürşid-i kâmillerden istifade ederek Allah-u Teâlâ'ya yaklaşması gerekir. Çünkü mürşid-i kâmiller, Allah-u Teâlâ'yı en iyi tanıyan ve O'nun emirlerine
en iyi uyan birer âlimdirler. Kendileri, İslâm'ın emirlerine ve sünnet-i seniyyeye uyup buradan da tarikat yolunda ilerleyerek marifet ve hakikat bilgisine ulaşmışlardır. Bizler Seyda Hazretlerindeki marifet ve hakikat bilgisini yani batın kemallerini anlayamayız. Onlar, her mollaya bir Şems gereklidir düşüncesinden yola çıkarak gönüllerindeki sırları başka insanlara aktarmaya çalışan insanlardır. Onlar, sadece aklın aydınlanmasına değil gönlün aydınlanmasına da yardımcı olurlar. Bu esnada her birinin fıtratlarına göre takip ettikleri bir üslup ve yöntem vardır. Günümüz insanının manevî ihtiyaçlarına cevap verebilecek donanıma sahip bir mutasavvıf olan Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri'nin üslubu ve yöntemi onun tasavvuf anlayışı hakkında bilgiler verir. Bir gün yanındaki saliklerden birine şimdiki insanların tasavvuftan fazlaca faydalanamamasının nedenlerini şöyle izah ettiler: "Bilir misiniz devrimizde hikmet ve hakikat niçin az zahir oluyor?
Çünkü bu devirde batın tasfiyesi (kalbi saflaştırmak) pek az insanda kalmıştır. Kemal, batin tasfiyesindedir; batin tasfiyesi ise helal lokma yemekle mümkündür. Bu devirde helal lokma pek azdır. Batın tasfiyesi görmüş insan ise yok gibi bir şey... Nasıl istersin ki, böylelerinde ilahi esrar tecelli etsin?"
Yine kendisi tasavvuftan istifade etmek isteyen insanlara avını iyi takip eden bir avcı gibi olmalarını tavsiye edip şöyle buyurdular: "Bizim buralarda kışlar uzun ve çetin geçer, metrelerce kar yağar. Kışın geyik avına çıkan avcılar, avlarını avlamak için kardan bir duvar yapıp arka tarafına
gizlenirler. Duvara iki delik açarlar. Birine avlarını avlamak için hazırladıkları tüfeğin namlusunun ucunu diğer deliğe de gözlerini yaklaştırır ve kıpırdamadan geyiklerin geçmesini beklerler. Gözünü avından ayırmadan bekleyen avcı, hedefini avlayabilir. İşte insan da mürşidinden istifade etmek için avcı gibi dikkatle, sabırla nazar okunun kalbine gelmesini beklemelidir."
Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri tasavvufta hizmete dair şöyle buyurmaktadır: "Nakşibendi tarikatında vaktin icabı neyse ona göre davranılır. Zikir ve murakabe, ancak Müslümanlara hizmet edecek bir mevzu olmadığı zaman tatbik edilebilir. Gönül almaya vesile olacak bir hizmet,
zikir ve murakabeden önce gelir. Bazıları zannederler ki nafile ibadetlerle uğraşmak hizmetten üstündür. Hâlbuki gönül feyzi hizmet mahsulüdür." Seyda Hazretleri kimsenin hizmetini kabul etmemişlerse, bu, hizmet ve tevazuu tercih etmelerindendir. İhsan ediciyi sevmek zaruridir ve muhabbet miktarınca alaka daha tabiidir. Bu yolun bağlıları kendilerini halkın menfaatine vermişler ve mukabilinde hiçbir şey beklememeyi şiar edinmişlerdir. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri, ders ve sohbetlerini kaide ve kurallarla anlatırdı. Öyle ki ilmi seviyesi olmayanlar onun anlattıklarını anlayamazdı. İlmi açıklamaları ulemalara yönelikti. Yüksek talebelere az ve öz ders anlatırdı. Sohbetlerinde genellikle kısa, öz ve manidar konuşurdu. Yetiştirdiği zatlardan Molla Muhammed, "Namazda huzur hali nasıl elde edilir?" diye sorduğunda "Virtlere ve zikirlere devam etmekle namazda huzur hali elde edilir." buyurdular. Zikir çekilerek kalp zikretmeye alıştırılır. Kalbin kapılarından vücuda yayılan zikirle azalar da zikreder. Bütün azaların zikretmesine sultanî zikir denir. Hatta bütün azalar zikrettiği gibi elbiseler de zikreder. Bu yüzden bu zatlar, elbiselerini temiz tutmuşlar; temiz ve yeni elbiselerin insanın üstünde zikrettiğini söylemişlerdir. Hayatının son dönemlerinde kendisinden sık sık "La ilahe illallahu el melikul hakkul mübin, Muhammedun resullullah sadikul va'dül emin." zikri duyulurdu. Tasavvufta adaba ve muhabbete çok riayet ederdi.
Tasavvuf adabının gereği kendi şeyhine âşıktı ve ona çok bağlıydı. Onun için; "Eğer Şah-ı Nakşibendi'den Ahmed-el Haznevî'ye kadar tüm mürşidler arasından bir seçim yapmam gerekse idi yine kalbim sadece Ahmed-el Haznevî'yi seçerdi. Bu, muhakkak onun kendisinden evvel bulunmuş olan mürşidlere nazaran büyüklüğünden değildir. Bu hâl Ahmed el-Haznevî'ye olan muhabbetimden kaynaklanır.” derdi. Molla Muhyeddin Hazretleri, Hazret'e (k.s) ve onun aile efradına çok saygı gösterirdi. Hazret'in (ks.) torunu olan Seyda Fadlullah Hazretleri, Molla Muhyeddin Hazretlerinin yanında önemli bir yere sahipti. Seyda Fadlullah Hazretleri, medreseye gelıp derslere başlayınca hocası evden bir yatak getirilmesini ister. Diğer Öğrencilere de yataklar toplanırken O yatağın en üste konulmasını tembihler ve yatağın üstüne bir şey konulmamasını buyurur. Medreseye gelen bir misafir, namazım yetiştirmek için acele ederken ceketini Seyda'nın (k.s) yatağının üstüne koyar. O buna çok kızar, Dersi bırakır, ayağa kalkar. Ceketi yatağın üstünden alır, askıya asar, “Subhanallah hiç dikkat etmiyorlar.” der. Seyda Fadlullah Hazretlerı, bu konuda hocasının çok hassas davrandığının farkındadır. Yalnız bu hassasiyetin Hazret'e (k.s) olan mutabaattan kaynaklandığını sonradan hocasından öğrenir. O esnada Seyda Fadlullah Hazretleri de hocasının, ceketi yatağın ütünden almasını dikkatle seyretmektedir. Molla Muhyeddin Hazretleri, derse tekrar geri döndüklerinde Seyda'yı yanına çağırır Molla Fadullah yatak benim evimden geldiği için böyle davrandığımı düşünüyorsun lakin bizim hassasiyetimiz Hazret'e olan mutabaattır. der. Sonra Hazret ile ilgili hadiseyi nakleder: “Yağmurlu bir günde Hazret (ks.) halifeleri ile beraber merkade çıktıklarında kendisinin arkasındaki yaşlı saliklerden biri, elindeki bastonunu çamur olmasın diye Seyda ailesine ait mezar taşlarından birine dayar. Hazret (k.s.) arkasını dönüp durumu gördüğünde ona çok kızar; 'Seyda-i Taği'nin (k.s) merhameti olmasaydı seni tarikatten men ederdim. Sen nasıl bastonunu o kabirlere dayarsın! der. Hazret (k.s.) böyle davranırken, sen onların torununa bizim nasıl davranmamızı beklersin?” diyerek bir edep dersi verir.” Bir gün öğrencilerden bazıları, Seyda Fadlullah Hazretlerini kenara çeker ve “Sen, bizim hocamızı rahatsız ediyorsun. Sen, içeri girip çıktığında hocamız her seferinde ayağa kalkıyor!” der, Seyda (k.s) dikkat eder, gerçekten salona her girip çıktığında Molla Muhyeddin Hazretlerinin kalem almak, kitap koymak bahanesiyle ayağa kalktığını görür. Çok müteessir olur. O günden sonra salona girip çıkarken çok dikkat edip, onu rahatsız etmemek için elinden gelen gayreti gösterir. Bu gösterilen saygı ve sevgi, aslında insanın kendi nezaket ve inceliğinin en büyük örneklerindendir. Nasıl ki geniş bir vadide yüksek bir dağa karşı ne söylerseniz onu duyarsınız. Molla Muhyeddin Hazretleri'nin kendi nezaketi ve inceliği de talebelerinden yine kendisine yansımaktadır. Molla Muhyeddin Hazretleri, çok halim bir insandı ve diğer insanlar onun en çok hilm sıfatından etkilenirdi. Tasavvuf anlayışı gereği müridleri ile arasına mesafe koymazdı. Onlara karşı çok şefkatli idi. Kimseyi incitmek istemez, kendi hakkında bir şey söylense ona kızmazdı. Bir defasında ziyarete gittiği bir yerde, kendisini karşılamak için ayağa kalkmayan ve kendisi ile ilgilenmek istemeyen bir zatın yanına özellikle oturarak onun hâlini hatırını sorar, onunla sohbet eder. Molla Muhyeddin Hazretleri'ndeki tevazu ve incelikten çok utanan bu zat, çok geçmeden ayağa kalkıp ondan özür diler. Ziyaretin sonunda ise edeple onu yolcu eder, Molla Muhyeddin Hazretleri, hiçbir zamanı kimsenin aleyhinde konuşmazdı. Herhangi birisi hakkında, özellikle de toplumda sevilmeyen veya kötü olarak kabul edilen kişi için “Nasıldır?” diye sorulduğunda kısa ve öz olarak “Kendisi gibidir.” derdi. Bir mutasavvıf olarak kalbi hep meşguliyet içerisinde idi. Devamlı zikir ve murakabe halinde olur, malayani sözler sarf etmezdi. Bununla birlikte esprili bir kişiliği de vardı. Esprilerinde kesinlikle kişileri hor görecek, incitecek alaycı ifadeler kullanmazdı. Baş aklı yerine kalp aklı ile hareket eder; inceliği de buradan kaynaklanırdı. Son derece mütevazı bir insandı. Müridi olan kişilere yapılması gereken emir ve kaçınılması gereken haramları sadece lafzen söyleyerek dayatmaz, müridlerini “istenilen hâli giydirme usulü” ile terbiye ederdi. Tarikata kişileri seçerek alırdı; bu yüzden müridleri genellikle âlim kimselerdi.
Bir defasında Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerine bir müridi şöyle bir soru sordu: Eskiden insanlar tarikata girmek isteyince kendilerine “Namaz, oruç borcu, kul hakkı var mı?" şeklinde sorular sorulurdu ve 'Var.' diyenlere "Borçlarınızı ödeyin sonra yanımıza gelin.” denilerek bu insanlar geri gönderilirdi. Şimdi siz bu borçlarını eda etmeyen insanları tarikata kabul ediyorsunuz, bunun sebebi nedir? Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri de şu şekilde cevap verdi: “Zaman ahir zaman olduğundan dolayı biz yanımıza gelen insanlara bir taraftan tebliğ vazifesini yerine getiriyoruz, diğer taraftan da onların hem günlük ibadetlerini yapmalarına hem de kaza borçlarını ödemelerine yardımcı oluyoruz.” diyerek zamanımız mürşitlerinin görevinin zorluğuna işaret etti. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri duası kabul olunan bir zattı tasavvuf ehli olan Yusuf hanedani(k.s) seriyyi sakati(k.s) gibi zatların yaşayan canlı bir numunesiydi Dalgıçlar nasıl denize dalarlarsa Seyda Hazretleri de ilahi lütuflara Öyle dalmış ve o lütuflarla dolmuşlardır bu maneviyatın güzelliklerinden bir daha kendilerine gelememişler müstağrik olmuşlardır. Seyda Fadlullah Hazretleri dünya ve şöhretten uzak olan Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerinin üveysiliğini hem dünyayı terk etme bakımından hem de rüya yolu ile olduğunu şöyle anlatıyor. "Veysel Karani Hazretlerine Yemen Valisi bir kürk hediye gönderir. Veysel Karani Hazretleri sohbetlerine gelirken o kürkü üzerine giyerek gelir kürk kendini güzel gösterdiğinden dolayı sohbete gelenlerin sayısında büyük bir artış olur. Bundan hoşlanmayan Veysel Karani Hazretleri, kürkü üzerinden Müridi atar ve 'Dünyalık sebeplerden dolayı kişilere arkamdan gelmesinler. der. İşte benim şeyhimin üveysiliği de şöhreti ve dünyayı terk etme bakımından ona benzer.” Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri dersleri Hazret'in (ks) genç yaşta vefat eden torunu Molla Cemalettin'den alıyordu. Genç yaşta vefat etmesi O’nu çok üzdü. Başka bir müderrisin yanında tedrisine devam ederken hocasını da unutamıvordu. Böyle sıkıntılı olduğu ve zor dersterden birini aldığı bir akşam, gece rüyasında vefat eden hocası Molla Cemalettin'i görür ve O'nu teselli ettikten sonra dersin anlayamadığı kısımlarını anlatır. Uyanınca unutmamak için heyecanla dersi tekrar eder, Ertesi gün dersi hocasıyla müzakere ettiklerinde hocası bu bilgilerin kendisi tarafından bilinemeyeceğini nerden Öğrendiğini sorar. Rüyasında Molla Cemalettin'i gördüğünü ve dersi ayrıntılı bir şekilde anlattığını söyler. Hocası inanmak istemez ancak teferruatlı bilgisini görünce rüyanın doğru olduğunu anlar. Sonuç olarak Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri, günümüz insanının tasavvufa olan ihtiyaçlarına yönelik örnek bir yaşam sürmüştür. Ona göre tasavvuftan istifade etmek isteyen mürid helal lokma yemeye, hizmete etmeye, edebe ve muhabbete, zikir çekmeye özen göstermelidir. Onun tasavvuf anlayışında nası tevazu sahibi olmak da ayrı bir öneve me sahiptir. Ahir zaman insanı olarak bizler, mürşid-i kâmillerden istifade ederek manevi sıkıntılarımızdan kurtulabiliriz. İç âleminden huzura ve barışa eren insan çevresine de faydalı olacaktır. Dünyanın pek çok yerinde halen devam eden savaşları, acıları ve zulümleri göz önüne aldığımızda mutasavvıflardaki tasavvuf anlayışına ne kadar ihtiyaç duyulduğu daha iyi idrak edilecektir.
Güneşten Bir Demet Işık Molla Muhyeddin Hazretlerinin Mutasavvıf Yönü
Mescid-i Nebevi'de Sahabe-i Kiram, hücre-i saadetlerinde ise Ezvac-ı Tahirat Resülullah'ın (s.av) namazını seyretmeye doyamaz, onun namazına bakarak kendi kalplerinde de Muhabbetullahın (Allah muhabbetinin) arttığını hissederlerdi. Günün en önemli ibadeti olan namaz, Allah dostları için gerçek birer miraçtır. Gözleri huşu içinde secdeden kıl kadar kaymadığı gibi kalpleri de Allah'ın huzurunda olmaktan bir an bile gafil olmaz. İlmiyle amel eden bir âlim olan Molla Muhyeddin Hazretlerinin namazı da Kur'an'da dosdoğru kılınması emrolunan ve Resülullah'ın (s.av) sünneti doğrultusunda kılınan namazdır. Bu ibadetin her yönüyle güzel bir ön hazırlığı olan abdestten itibaren Molla Muhyeddin Hazretlerinin sünnete bağlılığı göze çarpar. Abdest aldığında kıbleye dönerek abdest duasını okur ve hemen akabinde sünnet olduğu üzere iki rekât namaz kılardı. Namazı ne çok ağır ne de çok hızlı kılardı. Kıyamda hafif sola meyilli durarak (vücudunu eğmeden) namazını eda ederdi. Sabah namazının farzında Haşr suresinin ilk üç ayetini birinci rekâtta okur, geri kalan iki ayetini de ikinci rekâtta okurdu. Namazı bittikten sonra Yasin-i Şerifi okuyarak güneş bir mızrak boyu yükselinceye kadar kıbleden dönmezdi. “Kıyamet cuma gecesi kopacaktır, Kehf suresini okumaya devam edenler ise kıyametin dehşetinden muhafaza edilecektir.” Hadis-i şerifine mutabaat ederek, Molla Muhyeddin Hazretleri de akşam namazının farzını Kehf suresinin son dört ayetini okuyarak eda ederdi. Akşam ile yatsı namazı arasını yönünü kıbleden ayırmadan rabıta ile geçirirdi. Yatsı namazını ilk ezanla beraber ve farzında sünnet olduğu üzere Fil ve Kureyş surelerini okuyarak kılar, tesbihatını yaptıktan sonra da Mülk suresini okurdu. Ömrü boyunca gece namazını terk etmemiştir. İçi suyla dolu nezarethanede kaldığı gecelerde dahi bu Sünnete Mutabaat etmeyi sürdürmüştür. Cemaatle namaz kılmaya çok ehemmiyet verirdi. Hatta hapishanede kaldığı günlerde de bu sünnete riayet etmişlerdir. Kendisi bu konuda şöyle buyurur: “Elhamdülillah hapis ve nezarethane dahil olmak üzere hiçbir namazımı cemaatsiz kılmadım. Bize eziyet olsun diye yere su döküyorlardı. Elhamdülillah nezarethane meyilli olduğu için su baş aşağı akıyordu. Biz de paltolarımızı yere serip Üç beş kişi cemaat ile namaz kılıyorduk.” Seyda'nın cemaatle namaz kılmaya verdiği önemi gösteren başka bir örnek de şöyledir: Askere gidişinde bir yakınıyla birlikte Kurtalan'dan trene biner. Elazığ’da başka bir trene aktarma yapmak için mola verirler. Mevsim kıştır; diz boyu yağan kar, ayazdan dolayı kupkuru olmuştur. Üstelik rüzgâr da esmektedir. Molla Muhyeddin Hazretleri kışın bu soğuk gününde ikindi namazını bu yakınıyla birlikte dışarda kılmak ister. Niyeti yine cemaatle namaz kılmaktır. Ancak yakını bu soğukta dışarıda kılamayacağını söyler ve o sırada yanlarından geçmekte olan yaşlı bir adamcağızı kolundan tutarak onunla cemaat olmasını sağlar. Böylece o soğukta dahi namazını cemaatsiz kılmamış olur. Kışın zor şartlarında cemaatle namaz kılmaya devam ettiği gibi yazın çok sıcak ve uzun günlerinde de perşembe ve pazartesi günleri tutulan sünnet orucunu tutmayı asla terk etmez. Torunlarından birisi oruç tutmanın böylesine zor olduğu günlerde üstelik yaşının da oldukça ilerlediğini de düşünerek oruç tutmasanız dediğinde "bu oruçlar ahiretteki eksiklerimizi, boşluklarmızı gidermeye vesile olur” şeklinde oldukça düşündürücü bir cevap verir. Gerek farz oruç ve gerekse nafile oruçta sahura mutlaka kalkardı. Oruçlu iken dünya kelamını pek etmezdi. Ya Kur'an okurdu ya da talebelerine ders verirdi. İftara davetli olmadığı akşamlarda ise ailesi ile orucunu açardı. Molla Muhyeddin Hazretleri, yemeğe başlamadan önce ellerini yıkar, yemek Öncesi mutlaka besmele çekerdi. Hurma, su, tuz ve zeytinden biri ile yermeğe başlar, yemek tabağını sünnetledikten sonra Elhamdülillah diyerek verdiği nimetlerden ötürü Allah Teala'ya şükrünü eda ederdi. Yerde oturarak yemek yerdi. Ayrı sofrada ayrı tabakta yemediği gibi yemeğe toplu halde oturup birlikte yemek yemeyi sever ve sofradakilere de sağ el ile yemeyi tavsiye ederdi.
Yemek kırıntıları sofraya düştüğünde mutlaka o artıkları temizlerdi. Yemekten sonra da ellerini yıkar ve misvak kullanırdı. Misafiri geldiğinde ise evindeki imkânlar dâhilinde ne varsa onlara ikramda bulunur ve bundan haz alırdı. Odasından hiç ayrılmayan kedisine de kendi yemeğinden verirdi. Gün içerisindeki mütevazılığı sofrada da kendini gösterirdi. Yemeklerde seçici olmadığı gibi yemekte kusur da aramazdı. Ama her insan gibi daha fazla sevdiği yemekler vardı; yörede mahalli olarak pişirilen ve sabah kahvaltısında yenilen gebol, şemsomik, içli köfte ve halise gibi. Mübarek gecelerde ise hafif yiyecekleri tercih eder uyumazdı. Genel olarak günde üç öğün yiyen Molla Muhyeddin Hazretleri, yemede ölçülü olur; çok fazla yemek yemezdi. Hatta bir gün misafir olarak gittiği sofrada ev sahibi “Hocam bir çocuk kadar bile yemediniz.” diye söyler. Molla Muhyeddin Hazretleri haram yiyecek ve içeceğin bulunduğu sofraya oturmazdı. Suyu üç yudumda, oturarak ve üflemeden içerdi. Eğer bulunduğu ortam oturmaya uygun değil ise sünnet olduğu üzere paltosu yere değmesin diye sol elini başının üzerine koyar, sağ topuğuna basarak ve ayakuçlarını hareket ettirerek su içerdi. Her şeyde olduğu gibi giyimde de seçici olmayan Molla Muhyeddin Hazretleri, çok sade giymeyi severdi. Mütevazı bir şekilde olmak üzere gömlek, bol pantolon, uzun palto veya pardesü giyer, başına sarık takardı. Beyaz olmasına dikkat ettiği sarığını takke Üzerine sarar, iki ucunu da omzunun arkasına sarkıtırdı. Yeni elbise giymeyi “üstünde zikreder” diye tavsiye ederdi. Çok dar giyinenleri ise İslam'ın edep anlayışına aykırı olduğu gerekçesi ile uyarırdı. Sünnet-i seniyyeye mutabaat olduğu için ayakkabı giyerken, abdest alırken hep sağ taraftan başlardı. Yürürken ise önüne çıkan taş veya çalı çırpı türünden Müslümanların yürümesine engel olacak maddeleri sünnet üzere bastonu ile yolun kenarına taşırdı. Bazen de kırılan odunlardan geriye kalan parçacıkları israf olmasın diye bastonuyla öbek öbek birleştirirdi. Molla Muhyeddin Hazretlerinin ibadet, yeme içme, Giyinme velhasıl bütün hal ve hareketlerinin tamamını sünnete uygun olarak yaptığı ailesi, yakın çevresi ve sevenleri tarafından tereddütsüz ifade edilmiştir, Dünyaya meyletmemesi Birgün Hz. Resul'ü (s.a.v) ziyarete gelen Hz. Ömer, O'nun mübarek sırtında yattığı hasırın izlerini görür. Kisralar, kayserler atlastan yataklarında rahat içindeyken Hz. Resul’ün (s.a.v) hasır üzerinde yatması Hz. Ömer'in göz pınarlarından yaşların boşalmasına sebep olur. Bu durum karşısında tebessüm eden Rasulullah (s.a.v) ona der ki: “Ya Ömer, dünya onların, ahiret bizim olsun istemez misin?” Allah dostlarından olan Molla Muhyeddin Hazretleri de dünyaya Resulullah'ın (s.a.v) gönül penceresinden bakardı. Ömrü boyunca mütevazı bir hayat sürmeyi tercin eden bu mübarek zat, kapısının tahtaları birbirine çakılı, tabanı ve çatısı topraktan, tek odalı ve tuvaleti dışarda olan bir evde hayatını sürdürmüştür. İlminin büyüklüğüne hayran olan insanlar onun çok daha geniş ve konforlu bir evde yaşadığını düşünürlerdi. Oysa Molla Muhyeddin Hazretlerinin evinde sadece pencere önünde bir yer döşeği, sol tarafta divana benzeyen küçük ve ince Şilteden bir yatağı, telden bir dolabı, küçük bir mutfağı vardı. Ziyaretine gidenler Molla Muhyeddin Hazretlerinin yaşadığı bu evde dünyayla hiç alakasının olmadığını, bütün meşguliyetinin ilim ve ahiret olduğunu kolayca fark ederlerdi. Allah Teala, Resulullah'a (s.a.v) ne zaman yanına alacağını önceden bildirmiş, böylece O da veda haccında çok sevdiği sahabelerine bunun işaretini vermişti. Resulullah’ın (s.a.v) varisi olan Allah dostları da ne vakit öleceklerini önceden bilirler. Çocukları, ömrünün son yıllarında kendisi için birkaç odalı geniş ve rahat bir ev yaptırırlar. Oraya taşınmasını isteyen çocuklarına “Bu sene değil, gelecek sene taşınırız.” der. Molla Muhyeddin Hazretleri de gelecek sene vefat edeceğini bildiği halde kalpleri kırılmasın diye öyle bir cevap verir. Böylece Molla Muhyeddin Hazretleri hayatı boyunca rahat bir evde hayat sürmeyerek zühd ve takvadan ayrılmamıştır.
Kendisi doğunun zor şartlarında günlük yaşamın sıkıntılarına gönülden razı bir ömür sürerken talebeleri rahat etsin diye medreseye iki tane kuyu yaptırır ve su çıkarır. Yakınları, 1960'lı yıllarda emekli olan Molla Muhyeddin Hazretlerine emekli ikramiyesi ile birkaç sene içinde kıymetlenmesi büyük Molla ihtimal olan bazı arsaları satın alması için ısrar ederler. Kendisi de bu arsaların değerinin birkaç sene içinde artacağının farkında olmasına rağmen daha önce imamlık yaptığı köye ait üç tane üzüm bağı alır. Ömrünün Sor zamanlarına kadar kendisine kuru üzüm getirilen bu bağ zamanla yeri dahi bilinmez hâle gelerek kurur gider, Dünya malından tamamen kaçan Molla Muhyeddin Hazretleri, ilerde altından kalkamayacaklarını düşündüğü bir sermayeden çocukları ve torunlarını da böylece kurtarmış olur, onun için Müslümanların kardeşçe yaşaması dünya malından çok daha önce gelir. bir gün iki köylü bir arsa yüzünden münakaşa ederler Molla Muhittin hazretlerini Bu meselenin çözümü için başvururlar esasen o arsa zaten Molla Muhittin Hazretlerine aittir fakat her ikisi de arsanın kendisine ait olduğunu iddia etmektedir bunun üzerine Molla Muhittin Hazretleri aralarındaki kardeşlik bağının bozulmaması için arsasını bu iki köylüye karşılıksız verir köylüler gittikten sonra Molla Muhittin Hazretlerinin oğlu kendisine şöyle der "biliyorsun ki o arsa bizimdi" bunun üzerine kendileri “İki kişinin sulh etmesi benim için dünya malından çok daha kıymetlidir.” diye buyurur. Devlet erkânından üst düzeyde bulunan bazı kişilerin kendisini ziyarete geldikleri bir gün, gömleğinin düğmelerini düzgün iliklemediğini fark eden eşinin "Neden kendine dikkat etmiyorsun?” sorusu üzerine “Dünyanın benim için hiçbir ehemmiyeti yok” diye cevap verir. Allah dostları için dünya, yolculuk esnasında uğranılan bir konaklama yerinden başka bir şey değildir. Dolayısıyla onlar, bu konaklama yerinden hiçbir şey almadan yolculuğa devam etmek isterler. Dünyadaki meşguliyetleri, yalnızca yolun sonuna ulaşmak için hazırladıkları azıkları olan ibadet ve hizmetlerdir. Şüphesiz ki Molla Muhyeddin Hazretleri, herkese örmek olabilecek güzel bir azıkla bu konaklama yerinden ayrılarak mahbubuna kavuşmuştur.
Bir Hicret Masalı
Peygamber Efendimizin (s.a.v) Mekke'den Medine'ye hicreti gibi her mürşidin de hayatında bir hicret vardır. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri de Havil'den -onları daha evvel uyarmış olmasına rağmen Havil halkının gelen misafirlerden bir şeyler istemeleri ve ilme gösterilmesi gereken saygı ve değerde geri kalmaları sebebi ileBayika (Yeşil Çevre) köyüne hicret etti. Yeşil Çevre'nin (Bayika) köylüleri Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerine gelerek O'na ve O'nun talebelerine bakabileceklerini ve bu hoş olmayan davranışlardan uzak duracaklarını, söylemişlerdi. Seyda Molla Muhyeddın Hazretleri de fakir olmaları sebebi ile onlara kaç öğrenciye bakabileceklerini ve öğrencilerin ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklarını sordu. Onlar da pişirmiş oldukları yemekten her bir öğrenciye her gün bir tabak yemek vereceklerini, söylediler ve medresenin diğer yakacak, su ve giyecek ihtiyaçlarını temin edeceklerinin sözünü verdiler. Doğu illerinde medresede eğitim gören öğrenciler için evde pişen yemekten bir miktar ayrılmasına 'ratıp' denirdi. Her bir evden bir öğrenci için ayrılan yemek olan ratıp; bugün bir insanın kendi gelirinden bir öğrenciye vermiş olduğu burs ile denktir diyebiliriz. Bu güzel ahlâk ensar ve muhacir ahlâkının günümüze yansıyan hali idi. Ensar kendi geçim darlığına rağmen muhacire kucak açmış, muhacir çalışkanlığı ve ilmi ile Allah'ın nazarını Bayika üzerinde daim kılmıştı.
Allahu Teâlâ Celle Celalühü buyuruyor: “Her kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde barınabileceği birçok yer bulacak, bereketli bir hayata kavuşacaktır.” (En-Nisâ, 4/100) Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri gittiği her coğrafyaya taşıdığı gibi Bayika köyüne de ismi yanında ilmini, mütevazılığını ve bereketi de taşıdı. Allah'ın vaadi kesindi, gerçekleşti. Seyda (k.s) su ve elektriğin olmadığı o yıllarda suyu olmayan köye iki büyük Kulleteyn yaptırarak su getirdi. Köylüler de medresenin diğer odun, kömür gibi ihtiyaçlarını temin etmede ellerinden gelen gayreti göstererek yardımcı oldular. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri onlardan çok memnun olmuştu, yaptıkları bu hizmetlerden dolayı onlara çok dua etti. Öyle ki bu âlim zatın duasının bereketiyle, fakir olan Yeşil Çevre köyü ilerleyen zamanlarda benzin istasyonları ve tankerleri olacak kadar zengin oldular. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri vefatına kadar bu köyde yaşamış ve hizmetine burada devam etmiştir. Görülüyor ki Bayika köyü sakinleri ilme olan hicretleri sebebi ile refaha kavuşmuşlardır. Seyda (k.s) ve talebeleri ise bu köy sakinleri sayesinde İslâm ahlâkının daha sağlam yerleştiği bir yerde tedrisata devam edebilmişlerdir. Allah ne güzel bir müjdeleyicidir. Hükmü kesindir ve hükmünün gerçekleşeceği muhakkaktır.
Bugün hâlâ Allah dostları, evlerini ve yurtlarını Allah'a hicret edenlere açık tutuyorlar. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri, ilmi icazetnamesini aldıktan sonra; ilmi tedrisatın tebliği ve köy imamlığı (fahri) yaptığı dönemde Naro, Batran, Ceznik, Şikevta, Herbelüz, Koğ gibi yerlerde dersler vermiştir. O dönemlerde, dersler belli bir yerde değil, köy köy dolaşılarak verilirdi. Seyda (k.s) ders verdiği 1940'lı yıllarda çok büyük sıkıntılarla karşılaşmıştır. Örneğin 1941 yılında Seyda (k.s) Herbelüz köyünde imamlık yaptığı sırada, dini eğitim verdiği gerekçesiyle talebeleriyle birlikte tutuklanmış ve bütün kitaplarına el konulmuştur. Oysaki piyasada bırakın yeni çıkan kitapları, medresede okutulan ders kitaplarını bile elde etmek oldukça zordu. Çoğu kez öğrenciler okuyacakları kitapları elle yazmak zorunda kalıyordu. Bölgede Arapça kitap satan kitapevleri çok nadir bulunuyordu ve medreselerde revaçta olan kitapların dışında kitap bulunmuyordu. Siirt ve çevresinde bulunan medrese uleması; Arap dili ve belâgatine vakıf olduğu kadar tefsir, hadis, siyer vb. ilimlere vakıf değildi. Bunun temel nedeni kaynak yetersizliğiydi. Örneğin Midyat yöresinin meşhur âlimlerinden Molla Süleyman-ı Halili'nin (k.s) İbn Abidin'in Reddu'I-Muhtar adlı eserini bulmaya çalıştığı, ne var ki bu kitaba sahip olamadan Rahmet-i Rahman'a kavuştuğu söylenir.
Bu yüzden birçok âlim bazı kitapları incelemek için onları ellerinde bulunduran kişilere ulaşmak zorundaydılar. Ya bizzat gitmek zorunda kalıyorlar ya da öğrencilerini göndererek söz konusu eserleri bir müddet ödünç alıyorlardı. Seyda'nın (k.s) bu olayda aralarında nadirattan sayılan eserlerin de bulunduğu birçok kitabı alıkonuldu ve bu kitaplar ne yazık ki kendisine iade edilmedi. Seyda (k.s), 1947-48 yıllarında Sansalkım (Nare) köyünde ikamet etmiştir. Malum bu dönem, din eğitimine karşı sert tedbirlerin alındığı bir dönemdir. Seyda (k.s), öğrenciler sıkıntıya girmesin diye şöyle bir yönteme başvurur. Askerlerin köye muhtemel baskınında öğrencilerin dini eğitim yaptıklarını bilmemeleri için, kendi kaldığı evde öğrencilere ders vermiştir. Ders alan öğrenciler ise camiye değil, dörder beşer guruplar halinde değişik evlere giderek oralarda müzakere ve mütalaalarını yapmışlardır. Yazın da bağ ve bahçelerde tedrisat yapılmıştır. Bugün din eğitiminde ulaşılan refah ve serbest ortamı Seyda'nın (k.s) irşat vazifesini yürüttüğü demlerde bulunamamıştır. Kendileri anlatıyor: “Sıkıntılı dönemlerde gizli yerlerde öğrencilerime ders verirdim. Köye bir baskın yapılması ihtimaline karşı önceden haberdar olup tedbir alabilmemiz için köyün girişine bir nöbetçi bırakırdık.” Ne var ki başka meselelerden dolayı bir sıkıntı çıksa dahi yine bu mübarek zatı karakola götürmüşlerdir. Bu sırada bile Seyda (k.s) şu sözlerle Allah yolunda ilim öğrenmenin ne kadar kıymetli olduğunu vurgulamıştır. “Benim şahidim, Allah yolunda ilim tahsil ettiğim ve ettirdiğim için şu karakollara götürülüşümdür. Benim büyük şahidim budur.” İşte bu kısıtlı imkânlar içinde yetişen Seyda (k.s), tüm zorluk ve engellemelere göğüs gererek tedrisatı sürdürmüş; her gün talebelerine ders vermek için çın gayret sarf etmiş ve tedrisatsız gün geçirmemeye çaba göstermiştir. Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerinin ilme saygısını ve tedrisata verdiği önemini bir talebesi anlatıyor: “1977-1978 yıllarında Seyda Hazretlerinin yanında Arapça ve diğer ilimleri okumak üzere bulunduğum sırada derslerimiz hiç aksamadan devam etti, O, pek nadir de olsa eski öğrencilerini zaman zaman ziyaret ederdi. Bu seyahatlerini özel arabalarla ve kalabalık bir kitleyle değil, yanına sadece bir talebesini alarak yapardı. Gerek yolda giderken gerekse gidilen yerde beraberinde götürdüğü talebesine dersini aksatmadan verirdi. Seyda, gittiği birkaç seyahatinde beni yanında götürmüştü. Bu seyahatlerin birinde Silvan'ın bir köyüne gidecektik. Veyselkarani kasabası yolumuzun üzerindeydi, ilk önce Veyselkarani Camii'sine gittik ve Seydam'dan Muhtasaru'l-Maâni kitabından dersimi aldım, daha sonra Silvan'a giden bir otobüse binerek yolumuza devam ettik. Köyde kaldığımız günlerde de dersimi aksatmadan aldım.” Molla Muhyeddin Hazretleri; rahat ders veremediği bu zorlu yıllarda bulunduğu yerde tedrisini devam ettiremiyorsa başka yerlere gidiyor, oralarda zor şartlara katlanarak, hicretini hep sürdürüyordu. Seyda Muhyeddin'in (k.s) bir müridi aktarıyor: “Benim Batman'da müftü vekilliği yaptığım dönemdi. 1979 senesinde, sıkıyönetim zamanlarındaydık. Seyda Hazretleri, talebelerine vereceği eğitimden bir an geri durmak istemiyordu, bu yüzden rahat ders verebilmek için Batman'a gelmişti. Ben de O'na; benim makamım dahi her zaman her şeyim sizin emrinizde, diyerek elimden geleni yapmak istiyordum. Nitekim o da bazen müftülükteki odamda öğrencilere ders verirdi. Göçerler Mahallesi'nde de ders vermek istedi, oranın imamının buna pek rızası yoktu. Ben de imam ile konuşarak bunun bir şeref, bir fırsat olduğunu söyledim. Dediğimi yapmak zorunda kaldı. Böylelikle Seyda Hazretleri farklı yerlerde dersler veriyor, faydalı oluyordu. Birkaç defa bana da ders vermemi söyledi. Ben sizin yanınızda ders veremem, dememe rağmen ısrar ederdi. Ben de birkaç defa öğrencilerine ders verdim.”
Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri, medrese hayatında bu sıkıntılara sabretmiş, diğer yandan özel hayatı boyunca da hiç rahatlık görmemiştir. Buna rağmen bir an dahi hizmetten geri kalmamıştır. Öyle ki askerden gelen bir talebesinden oturduğu tek göz odanın yanına bir tuvalet yapılmasını istemiş, tuvalet yapıldığında sanki kendisine saray yapılmışçasına memnun olarak dua etmiştir. Su ise; evinin yakınlarına vefatından sonra gelmiştir. Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerinin sağlığında su uzak yerlerden taşınarak evine getirilirdi. Bir defasında yine bu mübarek zatın evine su taşınırken bir talebesi şu keramete şahit olmuştur: Bir kış günü talebelerinden Reşid'e güğüm vererek su doldurmasını söyler. Giderken de Reşid'e suyu havuzun (kulleteynin) içinden değil de çeşmeden doldurmasını tembihler. Buna rağmen Reşid, havuzun dolu olduğunu ve üzerinde taş olmadığını görünce, güğümü havuza daldırır ve suyu doldurarak Seyda'nın yanına getirir. Seyda (k.s) “Onu boşalt da getir” deyince, Reşit Seyda'nın suyu çeşmeden doldurmadığını anlamasına çok şaşırır. Hâlbuki hemen gidip gelmemiş, çeşmeden doldurmuş gibi oyalanmıştır. Yine Seyda Hazretleri elektriğin olmadığını, kitapları kandil ışığında okuduklarını şöyle ifade ediyor: “Kitap ezberlerken gözlerim bozulmuştu, şu zamandaki gibi elektrik yoktu, kandil ışığında çalışmıştım.” Kıtlığın olduğu 2. Dünya Savaşı döneminde, öğrenciler yerine çoğu zaman kendisi aç kalmıştır. Hicretinde dahi ilk sorusu öğrencilerinin bakımının nasıl yapılacağı olan Seyda (k.s) mütevazılığını hiç terk etmeden yaşamıştır. İnsanların kılık kıyafetine müdahalelerin çok olduğu sıkıyönetim döneminde, Baykan'da askeriye şehir içinde devriye gezer; sarıklı, takkeli birini görünce uyarırdı. Seyda'nın da (k.s) bir takkesi ve bastonu vardı. Şehir dışına çıkınca şapkayı çıkarır, takkesini takardı. Bir gün Bitlis yolunda arama noktalarında Seyda'yı (k.s) durdurup sarığına müdahale etmeye çalıştılar, Seyda (k.s) “Evladım sen benim sarığımla uğraşırken millet uzaya gitti.” demiştir ve toplumun kendi değerlerini, kendine olan saygısını yitirdiğinde hiçbir ilerleme kaydedemeyeceğini belirtmiştir. Arapça ezan okunmasının yasak olduğu 1932 ve 1950 yılları arasındaki 18 yıllık dönem içinde bir gün; Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri, Seyyid Cabir ve arkadaşları bir sabah ormana giderler. Seyda, sabah namaz vakti geldiğinden Seyyid Cabir'e hasret kaldıkları ezanı Arapça olarak okumasını söyler. Ezan okunur, namaz kılarlar ve köye dönerler. Köye döndüklerinde askerler cami imamının yanına gelirler ve sabah ezanını Arapça okuması sebebi ile onu tutuklamak isterler. İmam ezanı okumadığına askerleri ikna etmeye çalışır ancak ikna edemez. Bunun üzerine Seyda (k.s) ertesi güne kadar süre isteyip bir miktar para toplar ve askerlere verir, imamı böylece kurtarırlar. Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyuruyor; “Allah'a yemin ederim ki Allah'ın senin aracılığınla bir tek kişiyi hidayete eriştirmesi, senin en kıymetli dünya malı olan kırmızı develere sahip olmandan daha hayırlıdır.” Bu hadisi şerif ile onurlandırılmış; tebliğ, hicret, cihad ekseninde hayatını daim ettirmiş olan Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri başına gelen her sıkıntıyı kalbi içinde eritmiş ancak; sadece dinine verilen zarardan müteessir olmuştur. Öyle ki doğu coğrafyalarında ayrılıkçı tavırları ile insanları kışkırtanların önünde durmaktan bir an dahi çekinmemiştir. Sükûn ve barış ortamının sağlanması için elinden gelen gayreti ile seferber olmuştur. Kendisine gelecek zarara aldırmaksızın kardeşlik duygularının hâkim olduğu İslam dini dairesinde irşat vazifesine devam etmiştir. Onun insanların kendisine zulmettiklerinde gösterdiği; hoşgörü, ancak Allah'ın emirleri yok sayıldığında yerini hüzne bırakmıştır. Bunlara rağmen diyebiliriz ki Seyda (k.s) tüm mücadelesine rağmen hayatı süresince ilminin bir zerresi nispetinde anlaşılabilmiş değildir. Ancak o, hakkında hayırlı olanı seçmiş Allah ve Resulû'nün (s.a.v) lafzından ayrılmamıştır. Biz, dünya üzerinde bizlere tanınmış haklar ve özgürlükler olarak tanıştığımız pek çok kaide ile varlık alanı yakaladık. Ancak eksik ve mutsuz kaldık. İşlerimiz, eşlerimiz, evlerimiz ve rızık olarak bizlere sunulan olağanca eğlence içinde kalbimizdeki boşluklar derinleşti. Yazık ki bugün bize tanınan imkanlar, çevremizi kuşatan teknoloji, eğlence merkezleri ve hayat anlayışlarımız; Allah dostlarının yollarında ve onlarla beraber yürümememizin bahaneleri oluverdi. Olası kayıplar ve zorluklar sebebi ile, Müslümanların gösterdiği zafiyet bugün evlerini, yurtlarını ve ilimlerini bizlere açık tutan âlimleri yalnızlaştırıyor. Hızla ilerleyen teknoloji ve sıkıcı oyuncakları ile hayat, bizlere boşalan bir kalp ve unutulmuş bir tarih bırakmıştır. Felakete sürüklenen ve huzursuzluğun kucağına düşmüş insanlara kurtuluş aramanın yollarının bile unutturduğu bir çağda, Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerini anmak belki yüreklerimizdeki boşluğu hatırlamamıza vesile olacaktır. Allah ondan razı olsun. Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerinin ilim düzeyi ve farkındalığına ulaşılamayan bugünlerde, kısaca şu dizeleri yazarak özetliyor şair ahvali: “Ben ne büyük bir dalgınlıkla bakmış olmalıyım ki hayata / Görmedim orda çinko damlar ve plastik sürahilerin tanrısını / Yerimi yadırgadım / Yerim olmadı zaten kendi mezarımdan başka..."
Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerinin Vefatı
Bazı zamanlarda yeryüzüne öyle insanlar gelir ki onları kitap gibi okumak, anlamak gerekir. Nasıl ki iyi ve güzel bir kitap içeriğiyle insanlara yön verir, onlara bilmediklerini bildirir, onların hayatı anlamasına yardımcı olursa bu özel insanlar da yaşantısı, her hal ve davranışıyla binlerce kitabın anlatacağından çok daha kıymetli bilgileri insanlara anlatırlar, öğretirler. Bu özel insanların en önde olanları peygamberlerdir. Peygamberlerden sonra bizzat onların vekil tayin ettiği âlimler birer eşsiz kitaptırlar. Son dönemin büyük âlimi Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri o insanlardan biridir. Onun hayatına bakmak, sözlerini ve davranışlarını anlamaya, ona mutabaat etmeye çalışmak; insana bir ömür boyu okunacak kitaptan çok daha fazla fayda verir. Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerinin hayatını okuyup, anlamaya çalışırken de yaşadıklarını; o dönemin şartlarını göz önünde tutarak, günümüz şartları ile kıyaslamak gerekir. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri yaşadığı devrin tüm sıkıntılarına sabrederek ömrünü Allah yoluna adamış, ilmiyle âmil bir velidir. Allah'ın veli kullarının hayatlarında pek çok benzerlikler vardır. Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerinin hocası Şeyh Maşuk Hazretleri; vefatından evvel yapılan yeni eve birtakım gerekçelerle taşınmaz, taşınmayı sürekli erteler, hac yolculuğuna çıkmadan evvel hanımına “Artık eve taşınabilirsiniz.” der. Kendisi ise hac vazifesi sırasında vefat eder ve Mekke'de defnedilir. Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerinin de vefatından evvel çocukları yeni bir ev yaptırır, babalarının kendileri ile birlikte yeni evde yaşamasını isterler; ancak o kabul etmez “Seneye taşınırız.” der. Neticede yeni yapılan eve taşınmadan tek odalı olan, kendi mütevazı evinde vefat eder. Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerinin halifelerinden üstadımız Seyda Fadlullah Hazretleri de vefatına yakın zamanda Nurşin'de misafirhane ve çocukları için ev yaptırmaktadır. Ankara'da hastanede kaldığı günlerde ustayı arayıp “Benim katımı yapmayın, gerek kalmadı.” der. Kısa bir süre sonra da vefat eder.
Vuslata Doğru
Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri, ömrünün son yıllarına doğru daha çok yalnızlığı sever, dünyadan uzaklaşır; gece uykularını terk eder. Hastalandığı vakitlerde tedavi olmak için ara sıra Ankara'ya gider. Vefatından sekiz ay evvel yine tedavi için Ankara'ya gelir. Kendisini evlerinde misafir eden müritleri sabaha kadar kapısında bekler ve görürler ki Seyda sabaha kadar hiç uyumaz, devamlı ibadet ederek murakabe ve zikir hâlindedir. Yanında hiç kimse olmadığı hâlde sanki karşısında biri varmış gibi ona bir şeyler anlatmaktadır. Uyuduğu zaman ise dudakları kıpırdar, kalbi gibi azaları da Allah'ı anmaya devam eder. Gençlik yıllarında Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri rüyasında Azrail Aleyhisselâm'ı görür. Azrail Aleyhisselâm kendisine “Lâ atike bima yevceuke hatta hine atike/ Seni üzecek, sana eziyet, cefa verecek şekilde sana gelmeyeceğim” der. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri, Azrail Aleyhisselam'ın yakın zamanda canını almak için geleceğini düşünür ve rüyasını tabir etmesi Için mürşidi Ahmed-el Haznevi Hazretlerine mektup gönderir. Fakat mektubun cevabını beklemeye dayanamayıp Suriye'ye hocasının yanına gider. Ahmed-el Haznevi Hazretler rüyasını öğrenince “Çok güzel bir rüya görmüşsün.” der ve kalbini müsterih eden şu tabiri yapar: “Arapça gramer kurallarından biri olan harf-i cer bir önceki cümleyi bir sonraki cümleye bağlar. “Hatta” kelimesi harf-i cer olup “hine atike” kelimesine “gelecek zamanda” anlamı verir. Azrail Aleyhisselâm “Sana eziyet verecek şekilde gelmeyeceğim.” diyor. Yani ömrünün sonunda geldiğimde canını acıtmadan ruhunu alacağım.” Bu rüyanın üzerinden uzun yıllar geçer. Bir gece Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri, evinin hemen yanındaki camide yatsı namazını talebeleri ile birlikte kıldıktan sonra evine döner. Evinde ibadetle meşgul olur; daha sonra hiç adeti olmadığı üzere tekrar medreseye, öğrencilerinin yanına, gider. Kapıyı bastonu ile çalar, talebeler o saatte gelenin kim olduğunu merak ederken kapının ardında hocalarını görünce hayret ederler, Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri, “Size misafirliğe, çayınızı içmeye geldim. Kabul eder misiniz?” der. Talebeler ve orada bulunan misafirler hocaları ile daha fazla vakit geçireceklerinden oldukça memnun olurlar, Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri o gece uzun saatler boyunca sohbet eder, talebelerinin hepsine tekrar ders verir, onların ve misafirlerin yönelttikleri soruları cevaplar. Oğlu Molla Abdurrahman da medresededir. Babasının bu Ziyaretine ve bu kadar uzun süre sohbet etmesine hayret eder. Birlikte çay içip sohbet ettikten sonra Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri, onları hayrete düşürecek şu cümleyi söyler: “Kalkın kol kola girip halay çekin, düğün yapın!” Talebeler önce şaşkınlıkla birbirlerine bakarlar, ancak hocalarının tekrar: “Kalkın, halay çekin!” demesi üzerine utangaç ve çekingen bir tavırla kol kola girip halay çekmeye başlarlar. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri bir müddet onları izler, sonra başını yere eğer “Ayaklarınızı yere sertçe vurun, ayaklarınızın altından toz kalksın. O tozlar benim yüzüme, üzerime değsin. Belki Allah, beni ilim talebelerinin ayaklarının altından çıkan tozların hürmetine affeder.” der. Onlara Allah katında ilim tahsil etmenin ne kadar kıymetli olduğundan bahseder, bu yönde birçok nasihatte bulunur ve Abdurrahman-ı Taği Hazretlerinin şu rüyasını anlatır Seyda-i Taği (k.s) rüyasında yerden Arş-ı Alâ'ya kadar uzanan bir merdiven görür. Kendisi bu merdivenin basamaklarını tek tek çıkarak Cenâb-ı Allah'ın huzuruna ulaşmaktadır. Allah Tealâ, Seyda-i Taği'ye (k.s) sorar: “Ey kulum, dünya hayatında ne yaptın?” Seyda-i Taği saymaya başlar “Namaz kıldım.” Allah sorar: “Başka?” “Oruç tuttum.” “Başka?” “Zekât verdim.” “Başka?” "Nafile ibadetler yaptım.” “Başka?” Seyda-i Taği (k.s) en sonunda: “Talebe okuttum, ilim tedrisatı yaptım” deyince Allah Teâlâ: “Kabul ettim.” der. Daha sonra Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri medreseden ayrılıp evine geçer. Vakit geç olduğu için herkes odasına çekilmiştir. Seyda'nın (k.s) gece yarısından sonra göğsüne bir sancı girer ve oğlu Molla Abdurrahman'ı uyandırır. Molla Abdurrahman babasının odasına geldiğinde ona: “Abdest almaya çıktığımda göğsüme bir ağrı girdi. Biraz sırtımı ovar mısın?” der. Molla Abdurrahman babasının sırtını ovarken Seyda'nın hanımı uyanır, biraz sonra oğlu Said de yanlarına gelir, bütün ev halkı uyanır ve O'nun odasında toplanır. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri onlara medresede yaptığı sohbetin aynısı yapar, birçok nasihat ve tembihte bulunur. Sohbet ederken belki 20 defa elini kulağının arkasına götürüp “Bazen ölüm insanın kulağının arkasına kadar gelir de insanın haberi olmaz." der. O gece sevdiklerine ettiği her nasihat, sarf ettiği her cümle sanki bir vedayı andırır. Çocuklarıyla sohbet ettikten sonra onlara “Hadi gidip yatın, ben iyiyim.” der. Hanımı ise rahatsızlığından dolayı kullandığı ilaçların tesiri ile derin bir uykudadır. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri seccadesine oturur, ibadet etmeye devam eder. Seyda, sünnet üzere sabah namazının sünnetini evde, farzını ise medresede cemaatle kılardı. O sabah da namazının sünnetini kılmaya başlar. “Allahu Ekber” diyerek mübarek ellerini havaya kaldırır. Ta'dili Erkân üzere ayet-i kerimeleri tane tane okur. Dışarıda aralık ayının soğuk havası hâkimdir. Günlerdir durmaksızın yağan yağmur sanki gelecek günlerin habercisidir. Allah'ın huzurunda olan Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri yavaşça rükûa eğilir. Sonra aniden seccadesinin üzerine düşer. Hanımı Seyda'nın düşme sesiyle uykusundan uyanır, ancak yataktan kalkmaya gücü yetmez. Kendisini yataktan yere atar ve yürek çarpıntısı içinde sürünerek kıymetli eşinin yanına gider. Telaştan titreyen ellerini Seyda'nın başının altına koyar. Seyda hanımına bakıp gülümser. Mübarek dudaklarından “La ilahe illallah, La ilahe illallah” kelime-i tevhidi duyulmaktadır. Hanımı karşı odadaki oğlunu çağını “Çabuk ol, baban düştü.” der. Büyük bir endişe içerisinde yanına geldiklerinde bakarlar ki Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri, pak ve âli ruhunu Allah Teâlâ'ya teslim etmiştir. Derin bir teessür önce onların kalplerini yakar, sonra bu üzücü haberi alan bütün sevenlerinin... Vefat ettiğinde 78 yaşındadır. Takvimler 22 Aralık 1987 Salı gününü göstermektedir. Yıllar evvel rüyasında gördüğü Azrail Aleyhisselâm söylediği gibi ruhunu alıp gitmiş, sekeratı belki bir dakika dahi sürmemiştir. O gece gelini dışarı çıktığında evin çatısının üzerinde kanatları baca hizasından başlayıp yerlere kadar uzanan, çok heybetli, çok büyük bir kuş görür; korkuyla irkilir. Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerinin vefatından sonra anlaşılır ki a görünen, kuş suretinde gelen Azrail Aleyhisselâm'dır.
Yorumlar
Yorum Gönder