NEFSİ YENMENİN YOLU: MUHABBET
NEFSİ YENMENİN YOLU: MUHABBET
Hazret döneminde
yaşamış Seyda Molla Hüseyin ilimde çok maharet kazanmış, çok meşhurdur bir zattır.
Kendisi şöyle bir hadise anlatır:
“Ben Nurşin’e ders
vermeye geldiğim zaman, Seyda ailesi çocuklarının yeni bir kitaba başladıkları
zaman teberrük niyetiyle, bereketlenmek maksadıyla kitapların başını büyüklerin
yanında okuduklarını gördüm.
Bir gün ders verdiğim sırada
biri yanıma geldi. Bana “Ben bu kitaba yeni başladım. Bereket almak maksadıyla
sizden ders almamı söylediler.” dedi. Bende bu çocukları gönderenin Hazret olduğunu
bilmiyordum, diğer müderris arkadaşların gönderdiğini zannederek “Bende bereket
yok eğer olsaydı burada ne işim olurdu. Sana bereket kelimesini öğreten kimler
varsa onlar gelsin ders okutsunlar.” dedim. Benim bu sözlerimi Hazret öğrendi,
medresenin baş müderrisi Molla Mehmet Emin’i çağırdı ve “Molla Hüseyin benim
için Hazret gelsin okutsun diyor” dedi. Ben bunu duyunca özür dileyerek yanlarına
gittim “Vallahi ben sizin olduğunuzu bilmiyordum. Bu çocukları diğer müderris
arkadaşların gönderdiğini zannettim.” dedim.
Hazret bana dedi ki: “Bu
konuşma biraz kibrin alametidir. Sende ki kibrin gitmesini istiyorum, bu biraz
tekebbürün işaretidir, biraz nefsaniyetin işaretidir.” Vallahi Hazret bana, ben bu kibri
istemiyorum, dediğinde miskali zerre kadar bende nefs kalmadı. Hazret’in o lafından
sonra Allah'ın bereketi ile öyle bir mahviyyet oluştu ki adeta Hazret’in o
esnada bütün hissiyatını paylaştım.”
Seyda Molla Hüseyin
Hazret’in vefatından sonra da onun saliki olarak kalıp vefat etti. Seyda Molla
Hüseyin’in çocuğu olmuyordu. Seyda ailesinin baş müderrisi Molla Mehmet Emin
Hazret’e bunu söyleyince Hazret dedi ki: “O zaman Allah iki erkek çocuk versin,
birisini adı Hadi diğerinin ismi de Mehdi olsun.” Hazret vefat eder, aradan
uzun bir müddet geçtikten sonra Seyda Molla Hüseyin’in iki oğlu olur. Birisine
Hadi diğerine Mehdi ismini koyar. Hadi vefat etti fakat Mehdi hâli hazırda hala
hayattadır.
Seyda Molla Hüseyin ayrıca
Şeyh Ahmed el Haznevi Hazretlerinin üstadıdır. Şeyh Ahmed el Haznevi hilafet
aldıktan sonra Seyda Molla Hüseyin’in yanına gelir. Seyda Molla Hüseyin
kendisine der ki: “Molla Ahmed ben senin üstadındım. Sen ilimde pek maharetli
değildin, sana ne oldu da ilimde bu kadar maharet kazandın?” Ahmed el Haznevi
Hz. diyor ki: “Ben oradayken ancak letait kitabına kadar ders verebiliyordum o
da çok zor -letait suyuti’den önce okutulan bir kitaptır- fakat bir defasında
Hazret bana bir talebe gönderdi, talebe yüksek bir seviyedeydi, Kavl'i
Ahmet okuyordu. - Kavl’i Ahmet çok
yüksek bir seviyededir, herkes ders veremez- Ben içimden dedim ki Hazret benim
halimi biliyor, ben okumakta çok maharetli değilim, ben letait dersini veremez
iken Kavl’i Ahmet dersini nasıl veririm ama dedim ki eğer Hazret göndermiş ise
bu işin içinde bir sır bir hikmet var. Ders vermeye başlamadan önce rabıta yaptım.
Vallahi o esnada kalbime öyle bir inkişaf oldu ki, öyle bir açıldım ki sanki
Kavl’i Ahmet’i yüz defa ders vermiş gibi oldum. O esnada benim yanımdaki
hocalar kulaklarını bana vermişler acaba Kavl’i Ahmet dersi verebilecek mi diye
dinliyorlardı. Ben ders verirken kendi aralarında biz Molla Ahmed’in bu kadar
olduğunu bilmiyorduk dediklerini işittim. Bense ders sırasında sürekli
Hazret’in rabıtasını düşündüm, Allah bana ilim verdi, onun hissiyatını paylaştım,
O’nda neye karşı bir sevgi varsa aynı sevgi bende oldu, neye karşı nefret varsa
aynı nefret bende de oluştu adeta kendisiyle bütünleştim.”
Seyda Fadlullah
Hazretleri (k.s) bir gün bir müridi hakkında: “Onun teslimiyeti tamdır.” dedi.
Alametini sorunca: “Bu insan bir kıza âşıktı, kız din noktasında zayıf olunca
bana müracaat etti, bana onunla evlenmek istediğini söyledi, bende kendisine
sen serbestsin ama dindar bir kimse
olursa çok daha iyi olur dedim. Benim bu sözüm üzerine o aşk kendisinden gitti
adeta ondan vazgeçti. Benim hissiyatımı paylaştı.” dedi.
Tasavvufta
ilerleyebilmenin yolu; kendi hissiyatından vazgeçip üstadının hissiyatı ile
bütünleşmektir. Muhabbetin belirtisi de budur çünkü hissiyatının içerisine çoğu
zaman enaniyet, kibir ve diğer manevi hastalıklar bulaştığı için, o hissiyat
Allah ile kendisi arasında ve tasavvufta var olan bereketlere bir engel bir
perdedir. Allah bu manada üstadının bütün hissiyatı ile bütünleşmesini, onun
duyularıyla bütünleşmesini sağlayacak muhabbeti herkese nasip etsin. İstifadenin
de yolu budur. Hissiyat olunca nasıl ki insanın gözünün önünde bir ışık varsa, ışığa
doğru bakınca arkasındaki ötelerdeki ışığı göremezse; insanın içerisinde
bizatihi dünya adına, enaniyet adına kendi hissiyatı varsa ötelerden gelen
hissiyatları hissedemez.
Evliliğin iki boyutu vardır:
bir ahirete bakan boyutu, bir de dünyaya bakan boyutu. Malumunuz evlilik bir
sünnettir, bir ibadettir. Eğer ibadette Allah'ın rızası hedefleniyorsa ve
Allah’ın rızası evlilik noktasında ise, hem erkek hem bayan için yapılması
gereken hususlar ne ise Allah (c.c) yapma emrini vermiştir, Peygamber
Aleyhisselâm’ın da tavsiyeleri var olmuştur.
Her ibadette Allah'ın rızası
hedeflendiği gibi evlilikte birinci boyut Allah'ın rızasını kazanmak olmalı ve
her iki taraf da kendi üzerlerini düşeni yapıp, bunu kazanmaya çalışmalıdır.
Bir de beşeri hukuk dediğimiz, insan hukuku dediğimiz bir mevzu vardır. Birinci
boyut çok daha ehemmiyet kazanıyor. Eğer bu bir sünnet ise, bu bir ibadet ise,
insan hayatının her safhasında imtihan var olduğu gibi evlilikte de vardır. Nasıl
ki ibadette, musibet ve sıkıntılar karşısında sabır gösterilmesi gerekiyorsa
hakeza evlilik noktasında da tarafların birbirlerinden gelen sıkıntıya sabır
göstermesi gereklidir. Eğer siz sabır gösterirseniz Allah sabredenlere karşı
muhabbet besler. Sabrınızı böyle güzel yerlerde kullanırsanız Allah'ın
muhabbetini celbe dersiniz. Sabrınızı dünyaya karşı gösterirseniz Allah’ın
muhabbeti peyda olmaz.
Dolayısıyla evlilik
mevzusunda Allah hakkı en önemli boyut ise, o noktada Allah'ın rızası
hedefleniyorsa, her iki tarafın da ehemmiyetle bunun kazancının peşinde olması
lazım. Evlilikde Allah’ın rızasını düşünerek hareket etme ve fedakarlıkta
bulunma birinci boyut, hanımın bir erkeğe karşı yaptığı muamelede erkeğin
memnuniyeti ikinci boyutu oluşturur. Allah’ın rızası çok daha önem arz eder,
eşlerin birbirini memnun etmede Allah ve
Peygamber (a.s) memnuniyetin çerçevesini çizmişlerdir.
Eğer bu noktada Allah'ın
rızası hedeflenilirse ki en önemlisi budur, çok daha faydası dokunur. Karşı
taraf yapılması gerekeni yapmıyorsa o onunla Allah arasında olandır fakat insan
o manada kendi şahsi itibarı ile sorumluluk kendisine aittir. Evlilik de bir
ibadet ise bu ibadetten kazançlı olarak çıkmamız lazım.
Bir müslüman için
dünyadaki en önemli mesele cenneti kazanmak, cehenneme girmemek ve Allah'ın rızasını
kazanmayı hedeflemektir. Eğer Allah'a imanınız varsa, hayatın geçici bir
misafirhaneden ibaret olduğuna inancımız varsa, dünyanın ise gelen ve geçenden
sürekli dolup boşalan bir handan bir misafirhaneden ibaret olduğuna inancınız
varsa, insanın bu hayatta en önemli meselesi Allah'ın rızasını kazanmak olmalıdır.
Bunun için Allah'ın rızasına
ulaştıran yolların teminatına bakmak lazım, büyüklerin Sadat-ı Kiram’ın
prensiplerine çok iyi riayet etmek lazım, ilk önce üstadın gönül deryasına
dalmak, oradan Peygamber Aleyhisselâm’ın muhabbet deryasına doğru gitmek,
üçüncü aşama Allah'ın deryası muhabbet deryasına ulaşmak lazım. Eğer yol bu
ise, bu yolu çok iyi takip etmek bunun için ehemmiyet göstermek lazım.
Tasavvufta dünya, “Gelen
ve geçenler için ticaret yapmak maksadıyla yolda kurulmuş bir pazardan
ibarettir.” sözüyle tasvir edilir. Manevi tüccarın, insanların ticareti ne ise,
en bol kazanılan kazançlar hangisi ise onları takip etmesi gerekir. Muhabbete
hiçbir şey denk değildir. Seyda Fadlullah Hazretlerinin ifadesi ile muhabbetin
dairesi sınırsız olduğu için verilen mükâfat da sınırsızdır. Ahirette mizan
kurulacak, muhabbet bir tarafa ameller diğer tarafa konulacak, muhabbete hiçbir
şey denk gelmeyecektir. Muhabbeti kazanmaya gayret edin.
Tasavvuf ise; cennet ile
berzah âleminde büyüklerle Sadatı Kiram’la haşr olabilme adına kurulmuş bir
karakoldan ibarettir, vizesi ise muhabbettir. Eğer muhabbetimizi gösterirsek bu
bir pasaport gibi de düşünebilir, ebrâr dediğimiz, Sadatı Kiram dediğimiz
büyüklerle haşr olmaya hak kazanırız. Allah muhabbetleriniz daim eylesin, Allah
muvaffakiyetler versin.
Ben Seyda’nın etbalarına
karşı, müridlerine karşı acayip bir muhabbet besliyorum, benim hissiyatım
böyle, umuyorum ki sizlerde bu hissiyat ile davranırsanız. Bir insan cömerttir,
onu cömertliğine binaen değil, birinin ahlakı çok iyidir ona binaen değil,
insan sırf üstadının hissiyatı için o seviyorsa ben de seviyorum demelisiniz
hatta kendinizden daha fazla sevmeniz icap eder çünkü iman bunu gerektirir. Buğzunuz
varsa üstadım buğz etmiştir diye olsun, muhabbetiniz varsa üstadımın muhabbeti
vardır diye olsun. Kendinizden sıyrılın insanın üstadında fanileşmesi icap
eder. Bunu yaparsanız üstadın gönül deryasına akarsanız o akım sizi Peygamber
Aleyhisselâm’ın hissiyatı ile bütünleşir. Peygamber Aleyhisselâm’ın hissiyatında
ise Allah'ın deryasında onun hissiyatı ile bütünleşirsiniz ama önce o deryaya
akıp gitmeniz icap eder.
Sohbet esnasında insanın gönlüne ne gelirse onu söyler, insan
sohbette rabıtalı olmalı, bilmeli ki insanı konuşturan da susturan da
büyüklerdir, sizlerde de sohbet sırasında fena hali olmalı.
Doğum, ölüm, evlilik gibi
konularda değişmeyen kader nedir? Burada bize düşen görev nedir? Allah'ın
dilemesi ile mi kullar diler?
Sorunun tam cevabını
vermeyeceğim, söyleyeceklerimin üzerinde düşünürseniz sorunuza cevap bulacaksınız.
Peygamber Aleyhisselâm’a
kaderle ilgili bazı mevzular sorulunca, “Orada durun!” diyor “İleri
gidemezsiniz!” Kaderle ilgili Allah'ın meramını, düşüncesini şu sınırlı beden
mantığı ile sınırlı bir göz ile, sınırlı bir kulak ile bu işin mantığını çözmek
çok zordur. Maddi bir misal vereceğim; örneğin maddi alanlarda yüzlerce ihtisas
alanları kurulmuş. İnsan bedeni ile ilgili yüzlerce ihtisas alanları var; kalp,
beyin, uzuvlar, hücreler; doğa, astronomi, yiyecekler… Her birinin bir meselesi
için bu ilme belki yirmi belki otuz yılını adayan insanlar var. Dolayısıyla
sadece maddi alanlar için binlerce ihtisas alanı kurulmuş. Ruhla ilgili, öbür
âlem ile ilgili hatta kaderle ilgili sırları çözmek, mantığını anlamak için
yirmi değil belki bin yıl gerekir hatta yine de çözülemez fakat çözülebilecek
bazı yerler var, kalp gibi. Kalbin gözü vardır sınırsızdır, kalbin kulağı vardır
sınırsızdır, kalbin mantığı vardır sınırsızdır. Sınırsız olan bir şey sınırsızı
ifade ihâta edebilir.
Sınırlı olan bir mantık
Allah'ı ihâta edemez, kuşatamaz. Sınırlı gören bir beden gözü sınırsız olanı
ihâta edemez, öbür âlemi göremez, kulak da hakeza öyle ama sınırsız olan bir
manada sınırsız olan kalp hadisin ifadesince “Yer gök bir kitap gibi olsa bütün
satırlarını dahi okusanız etrafınıza bir bakın. Etrafınıza her bakışınızda, her
bir satırda Allah'a ait bir vasfı çözseniz bile dahi ben bu yere göğe sığmam.
Onlar hakkıyla beni anlamazlar velâkin ben ilim ile mümin olan kulumun kalbine
sığarım.”
Hadiste geçen sığmak, zat
itibarı ile değil o beni kuşatabiliyor, beni ihâta edebiliyor anlamında kullanılmıştır.
Manası ise hakkı ile beni anlayabilir yoksa Allah ihâta edilemez.
İşlenen haramların
tasavvufi açıdan insana ne gibi zararları vardır?
Haramlar en basitinden
Allah ile kul arasında bir perde oluşturur. Bu perde şuan hissettiklerinizi
hissetmenize engel olur ama tövbe ve istiğfar ile temizlenir.
Fıkhî mevzularda zaman
hükmü değiştirir mi?
Allah'ın rızası ve cennet
ucuz değil onu bir kere bilmek gerekir. Cehennem de lüzumsuz değil onu da
anlamak lazım. Zulüm eden birçok insan var, onlar cezalarını görmeden öbür
tarafa giderlerse cehennem bu manada lüzumludur demek lazım fakat Allah'ın rızasını,
cenneti kazanmak basit değil mesele bazı yerlere olgunlaşmadır. Hastalık, sıkıntı
niçin verilmiş?
Peygamber Aleyhisselâm
döneminde öyleydi fakat bugün böyle, zaman değişti demek, mesele bazı şeylerin
karşısında olgunlaşma; sabrımızı, duygularımızı, aşkımızı, muhabbetimizi
tekâmül diyebileceğimiz seviyelere ulaştırma. İnsan dünyaya geldiği andan
itibaren insan olmaya gayret eder çünkü her gelen insan değildir, tabiatı
hayvan olmaya da müsaittir, insan olmaya da müsaittir. Bu Peygamber
Aleyhisselâm’ın tavsiyelerine riayet etmekle, tasavvuftaki prensiplere riayet
etmekle, kendimizde olan duyguları en yüksek insanî duygular seviyesine
getirmekle mümkündür. Dolayısıyla tavsiye nasıl edilmişse, o tavsiyelere riayet
etmek gerekir, birilerinin mantığı nasıl işlerse işlesin.
Peygamber Aleyhisselâm
zamanında öyleydi ama bu dönemde böyledir diyen bir insan aslında içtihat
iddiasında bulunmuş olur. Biz müçtehit değiliz, müçtehit olarak İmam Şafi’yi, İmam
Ebû Hanefi’yi kabul ediyoruz bizim için birinci ağız onların ağzıdır. Biz Onların
penceresinden Peygamber Aleyhisselâm’a bakmaya gayret ediyoruz, kendi
penceremiz sakat olabilir. Onlar o pencereden bakar siz de o pencereden
bakarsanız yanlıştır ama fıkıh sahasında İmam Şafi’nin penceresinden bakılırsa
doğruyu bulursunuz, akaid sahasındaki imamların penceresinden Peygamber
Aleyhisselâm’a bakarsanız doğruyu bulursunuz, tasavvuf sahasındaki imamların
penceresinden bakarsanız hakikati bulursunuz. Onlar ne derse desin onların da
penceresi bozuk. Onları İmam Şafi’nin, İmam Maturidi’nin, tasavvuf büyüklerinin
seviyelerinde görmemek lazım. Onlar kendi hissiyatlarını söylüyorlar, bizim
derdimiz o değil, derdimiz Allah'ın rızasını kazanmak.
Eğer Allah bize şu dağın
başına çıkın, diz çökün deseydi Allah'ın rızasını kazanmak için ona gayret
ederdik. İşin içinde sıkıntı mı var o mu var şu mu var bunları düşünmezdik. Her
şey ihtiyacımıza göre düzenlenmiştir, zaten bizim gördüğümüz şeylere göre
olsaydı, nefsimiz neyi istiyorsa ona göre olsaydı o zaman dünyaya gelme
nedenimiz nedir? Her şeyi nefsanî, hevaî olarak görürsek imtihanın ne anlamı
kalır, cennet ne kadar ucuz olur. Allah'ın rızası ne kadar ucuza olur, hülasa
cennet ucuz değildir.
Deniliyor ki; ilim erbabı
ilmini dağıtıkça ilmi artar, ilmini paylaşmazsa ilmi eksilir. İlim dünya malı
gibi değildir, malumunuz mal verdikçe eksilir ama ilim ve tasavvuf siz dağıtıkça
çoğalır, anlattıkça artar. Eğer yerinizde durursanız, dağıtmazsanız var olan
her şey eksilir, tasavvuf adına hissedilenleri, büyüklerle olan gönül
irtibatlarını hissiyatlarını paylaştıkça, dağıttıkça sizler de olan maneviyatta
artacaktır.
Seyda Alameddin (k.s.)
Yorumlar
Yorum Gönder