BÜYÜKLERİN HAYATI/SEYDA FADLULLAH (k.s)

SEYDA FADLULLAH (K.S)

GENÇLİK DÖNEMİ 

Allah Tealâ'nın veli kullarının görevleri kalpleri haram arzulardan, dünya sevgisinden çözüp Allah Tealâ'ya bağlamaktır. Bir kişi bir velinin terbiyesine girerse, o kişi büyük bir sorumluluk altına girmiş olur. Şeyhinin hakkını vermek için ne kadar çalışsa azdır. Mürşidi kâmil olan insan Allah ile kul arasında rehberdir. Sah-ı Nakşibend Hazretleri bir mürşidi kâmilin görevinin nereye kadar sürdüğünü şöyle anlatır; "Bizler, Allah Tealâ'ya ulaşmada bir vasıtayız. Bizden kesilip asıl maksada, Cenab-ı Hakk'a bağlanmak gerekir. Gerçek mürşidlerin yolu budur. Allah Tealâ'ya vasıl olan arifler, diğer insanlara bu işte rehberlik ederler. Onlar, bu yolun çocuklarını önce hakikat beşiğine yatırıp sıkıca bağlarlar. Vuslata kadar onları terbiye sütü ile beslerler. Cenab-ı Hakk'a vuslat hâsıl olunca özel bir şekilde bu takip ve terbiye işini keserler. Böylece müridlerini Allah Teâlâ'nın huzurunda kabul görmüş, mahrem daireye girmiş birisi yaparlar ve aradan çıkarlar. Artık bundan sonra müridler arada bir vasıta olmaksızın Allah Teâlâ'dan ilim ve feyiz alacak hale gelirler. Buna güç yetirebilirler." İşte bu hâle ulaşmak mürşid-i kâmil ile mümkündür. Böyle bir hâli elde eden kimse sonsuz bir ömür bulsa ve bütün ömrünü bu nimete şükür için harcasa yine de bu nimetin şükrünü yerine getiremez. Kul için asıl olan halka değil, Hakk'a yakın olmaktır.

İşte böyle büyük bir sorumluluğu üzerine alan; günümüzde imanı koruyup muhafaza etme elde ateşten kor tutmaktan daha zorken, insanlığa sünneti, takvayı, marifetullahı, aşkullahı öğreten, zor anlarında sıkıntıları gideren, kalplere genişlik ferahlık veren bir zat; Resül-i Ekrem'in (S.a.v) kâmil ve mükemmil varislerinden, bütün ümmetin kıymeti rahmet vesilesi, âlim, zahid, mütevazı kişilik, büyük insan Seyda Fadlullah Hazretleri (k.s) , 1950 yılında Nurşin'de dünyaya gelmiştir. Babası Şeyh Nasır Hazretleri; Molla Fethullah'ın oğludur. Annesi Şeyh Abdurrahman-i Tâği'nin torunu, Şeyh Masum'un kızı Hicrete Hanımdır. Şeyh Lütfi Efendi, Şeyh Abdullah Efendi, Şeyh Burhan Efendi, Şeyh Zeki Efendi, Şeyh Selahattin Efendi, Şeyh Rıda Efendi, Şeyh Baha Efendi olmak üzere 7 erkek ve 4 kız kardeşlerdir. Dört abisi geçen yıllarda vefat etmiştir. 

O yörenin kültürüne göre bir çocuk dünyaya geldiğinde, onun nasıl bir kişiliği olması isteniyorsa bebekken yastığının altına istekleri ifade eden bir kitap koyulurdu. Seyda Fadlullah Hazretleri de dünyaya geldiği zaman babası onun Yastığının altına muhabbetle ilgi bir kitap koyar Seyda Fadlullah Hazretleri bu sebepten "Bende Allah dostlarına karşı çok muhabbet vardır Dedem Abdurahman-ı Tâği Hazretleri, dünyaya geldiğinde yastığının altına Yusuf ile Züleyha kitabını koymuşlar. Benim tabiatım dedeminkine çok benzer" demişlerdir.

Henüz 5 yaşındayken Kurân-ı Kerim okumayı öğrenen Seyda, ilk olarak 1963 senesinde Demirci medresesinde eğitime başladı. Demirci medresesinde dersler "Hazret" lakabıyla tanınan Muhammed Diyauddin Hazretlerinin yetiştirdiği hocalar tarafından verilirdi. İlk olarak Molla Arif'ten ders almaya başlayan Seyda Fadlullah Hazretleri, 1970 senesine kadar burada 7 yıl okudu. İlk önce Arapça, sarf, nahiv, emsile, bina, azra adındaki kitapları sırasıyla okumuştur, bu kitaplar başlangıç gramer kitaplarıdır. Daha sonra Suyuti ve Molla Cami gibi daha ileri seviye gramer kitaplarını bitirmiştir. Bir öğrenci Molla Cami'yi bitirince artık o, medrese eğitiminde önemli bir merhaleyi tamamlamış sayılır Bundan sonra Usul-ü Fıkıh, Usul-ü Kelam, Usul-ü Hadis ilimlerini okurlar, sonra seçtikleri bir dal üzerine uzmanlaşırlar. Seyda Fadlullah Hazretleri ise İslâm hukuku ve tefsir alanında ilmini derinleştirmiştir.



İLİM TAHSİL ETTİĞİ HOCALAR 

Seyda Fadlullah Hazretleri 1963-1970 yıllar arasında Demirci Köyü'nde Molla Arif'in yanında ilmini aldı. Daha sonra Kuşan Köyü'nde Molla Sıddık'ın (Kuşdiyan) yanında ilmine devam etti. 1973 yılında ise İslam alimlerinin ortak görüşüyle en büyük alimlerinden olan Molla Muhyeddin Hazretlerinin yanında okudu. 1979 senesinde Molla Muhyeddın Hazretlerinden icazet aldı, Bunlara ek olarak Kozluk da Molla Sabri'nin yanında 1-2 hafta teberrüken okudu.

Molla Muhyeddin Hazretleri yurt içinde ve yurt dışında büyük hizmetler yapmış, İslâm, alemine ışık tutmuş birçok öğrenci yetiştirmiştir. Bunlardan bazıları merhum Molla Sadrettin Yüksel Hoca Efendi Hasip Seven Hoca Efendi, Şeyh Bedrettin, Mutlu, Molla Muhammed Dalar Hoca Efendi ve yurt dışında Ramazan el-Buti Hoca Efendi'dir. 

Seyda Fadlullah Hazretleri, bir sohbetinde hocasından bahsederken Molla Muhyeddinin ilmi, Şeyh Fethullah Verkanisi Hazretlerinin ilmi düzeyindeydi, Abdurrahman-, Tâği Hazretleri onun hakkında; "Bütün ilmi kitaplar yansa, yok olsa Molla Fethullah o kitapları satır satır geri yazabilir" demiştir. Molla Muhyeddin Hazretlerinin ilminin derinliğinin bilinmemesinin sebebini Seyda(k.s) "Bir âlimin ilmi ancak onun ilmini anlayacak âlimlerle birlikte olunca anlaşılabilir" diyerek açıklamıştır. Yaşadığı dönemde onu anlayabilecek âlimler olmadığı için değeri bilinememiştir.

Molla Muhyeddin Hazretlerinin Ankara Ziyareti Sırasında eski Diyanet İşleri Başkanı Lütfi Doğan, âlim bir zat olduğu için kendisini makamına davet eder. Molla Muhyeddin Hazretlerinin ilmi mübalağa mı, yoksa gerçek mi tetkik etmek ister ve halledemediği 5 mevzu hakkında sorular sorar. Aldığı cevaplar onu hayrete düşürür. Çünkü aldığı cevap: "Buhari'nin 3. cild, 120, Sayfasında şu meseledir şeklindedir. Kitapları açıp inceleyince hayretler içerisinde sayfa ve satırına kadar numara verilerek sorularının cevaplarını aldığını görür.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri hastalığı esnasında kendisine: "Efendim sizden sonra ilim yönünden bir ihtiyacımız olduğunda meseleler kime soralım?" diyen talebesine "Garzan bölgesinde Molla Muhyeddin(k s) isminde bir âlim var, ona müracaat edin" demiştir.

Mısırda Ezher Üniversitesi'nden Arabistan'daki fetva makamından ona birçok mesele hakkında sorular sorulmuş, sorulara mektup ile cevap verilmiştir. Sonradan bu mektuplar evlatları tarafından bir araya getirilip düzenlenmiştir. Böyle bir âlim kendisine dünya mevkileri, isminin önüne gelecek unvanlar sunulurken bunların yerine kendisine "Molla" (öğrenci) denilmesini tercih ederek bizlere bir tevazu örneği göstermiştir.

Seyda Fadlullah Hazretleri hem zahiri eğitimini, hem manevi eğitimini büyük âlim Molla Muhyeddin Hazretlerinin yanında tamamlamış, 1979 yılında da ondan icazet almıştır. Nurşin'de kalabalık bir ulema topluluğu ile birlikte tören yapılarak hizmete başlamıştır. Bir mürşid, her devirde kendi yetiştirdiği talebesini omzuna ayağı ile bastırarak daha yukarı taşır. Bunun hikmeti ise; zaman daha kötüye gitmektedir ve insanlara faydalı olmak eskisine göre daha zordur.

İnsan, terbiye ve eğitim ile kemale ulaşmak kabiliyetine sahip, sosyal ve toplumsal yönü olan, gönül sahibi bir varlıktır. İnsanın bu dünyaya geliş sebebi Yaratıcı'yı tanımaktır. Cenab-ı Hakk'a karşı şahsi olarak sorumlu olmakla birlikte, kendisini ve etrafını tanımak, çevresini geliştirmek mecburiyetindedir. Yani insan, bu dünyada boşu boşuna yaratılmış herhangi bir varlık değildir. Bilakis o, daha bu dünyaya gelmeden önce başka âlemlerde ilmen ya da ruhen mevcut olup buradaki hayatına belli bir gaye için gönderilmiş, kâinatın göz bebeği bir varlıktır. 


Şeyh Galip şöyle demiştir. 

"Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen Merdümr-i dide-i ekvan olan âdemsin sen" İşte Seyda Fadlullah Hazretleri de Tarikatı Muhammediyye'ye mazhar olma şerefine nail olmak, nefsini tezkiye etmek, kıymetli hayatını heba etmemek için tasavvuf eğitimi almak üzere bir şeyh aramaya başlar Şeyh Maşuk Hazretleri bir sohbeti esnasında "Sana elbiselik vereyim, gel benim talebem ol" der Fakat Seyda Fadlullah Hazretleri O'na. :"İnsan kendi ailesinin sütü kendisine yetmezse, başka yere evlatlık verilir" der Bu sözden maksat; insan kendi yakınına merhamet eder, sevgisinden dolayı onu gereği gibi eğitemeyebilir. Lakin yabancı biri böyle değildir O sever, fakat acımaz. Terbiyenin gerekliliklerini yerine getirir Seyda , Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerinin yanına okumaya gitmesinden dolayı eleştirilir, herkes sizin ailenizin yanına ilim almaya gelirken sen başka bir yere gidiyorsun, derler. Seyda Fadlullah Hazretleri ise karşılaştığı bu durum için memnun olur. Çünkü Abdurrahman-ı Tâği Hazretleri de Sıbgatullah Arvasi Hazretlerinin yanına okumaya giderken aynı eleştirilere maruz kalır, Seyda Fadlullah Hazretleri de "Çok şükür büyüklere mutabaat ettik" der.

Seyda Fadlullah Hazretleri, ilk olarak daha önceden hocası olan Şeyh Muhammed Arapkendi Hazretlerinin yanına gider, niyeti Şeyh Muhammed Arapkendi Hazretlerine hem hizmet hem de amel etmektir, böylece yakını olmayan bir âlimden terbiye almış olacaktır. Bir sohbetinde: "Eğer hastalanırsa ben onu sırtımda doktora götürür, getiririm evimde, medresede hizmetimi bizzat yaparım" demiştir.

Seyda Fadlullah Hazretleri, Şeyh Muhammed Arapkendi Hazretlerinin yanında bir kaç gün kalır niyetini o mübarek zata açar o da: "İstihare yapalım" diyerek cevap verir. İstihareden sonra "Senin kısmetin bizim yanımızda değildir. Senin kısmetin Molla Muhyeddin'in yanındadır" diyerek onu Baykan'a gönderir. Baykan bir dağın eteğinde önünden ufak bir dere akan, 30-40 haneli bir köy... Gerçek manada tefekkür edilecek bir uzlet makamı, sakin bir ortam, insanların fazla gelip geçmediği bir yerdir. Alimlerin ve büyük zatların yetiştiği küçük, fakat büyük hizmetlerin yapıldığı bir medrese... Seyda Fadlullah Hazretleri, Baykan'a giderken bir rüya görür. Rüyasında yeni yapılmış çok büyük bir camii vardır. Caminin halıları serilmiş, çinileri döşenmiş, kubbesi yapılmıştır. Lakin bir eksiği vardır. Elektriği döşenmiş, fakat prizleri bağlanmamıştır Seyda (k.s) uyanır ve rüyanın yorumunu merak eder, Molla Muhyeddin Hazretlerinin medresesine varır.

Molla Muhyeddin Hazretleri, medresede sohbet etmekte, gönülleri aydınlatmaktadır. Seyda (k.s) gelip O'nun elini öper ve sohbetine iştirak eder. Yalnız kaldıklarında geliş sebebini açıklar. Şu müthiş cevabı alır: "Siz Hazret'in (k.s) torunusunuz. Siz ruhu ile Arş-ı Âlâ'ya yükselme kabiliyetine sahip, nefis terbiyesi bakımından eksiği olmayan kimselersiniz. Siz yeni yapılmış bir camii gibisiniz, tek eksiğiniz bir usta tarafından elektrik bağlantınızın yapılmasıdır" der.

Seyda Hazretleri işareti anlamış, rüyası yorumlanmış, kalbi mutmain olmuş halde Molla Muhyeddin Hazretlerinin yanında amel etmeye başlar Hocası şimdi şeyhi olmuştur. Onu elinden tutup manevi ufuklara doğru bir yolculuğa çıkarmıştır.

Seyda Fadlullah Hazretleri, Molla Muhyeddin Hazretlerinin yanında amel yaparken bir yandan da hocasının medresedeki işlerine yardımcı oluyor talebe okutuyordu. Bazı günler yeşillik yerlere gider oralarda virdini çekerdi. Günde 90.000 Lafza-ı Celal zikri çekmesinden dolayı Şeyhinin hanımı: "Sen bu çocuğu öldüreceksin. Bu kadar yükleme, yazıktır" diyerek endişesini dile getirdi.

Seyda Fadlullah Hazretlerinin amel yaparken okuttuğu talebeler arasında Molla Muhammed Dalar Hoca Efendi de vardır. Molla Muhammed Dalar Hoca Efendi, Molla Muhyeddin Hazretlerinin talebelerindendir. Molla Muhyeddin Hazretleri, Muhammed Dalan Hoca Efendiye, yanında okuması için Seyda Fadlullah Hazretlerini işaret eder. İlerleyen yıllarda bu işaretin manası ortaya çıkar. Muhammed Dalan Hoca Efendi, Seyda halifesi olarak irşat izni alır.

Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerinin yanında 3 yılda amelini tamamlayan Seyda (k.s) feyiz ve kemal bulunca Molla Muhyeddin Hazretleri: "Senin işin artık sona erdi" der, Artık ayrılık vakti gelmiştir. Seyda ( k.s) ağlayarak: "Beni yalnız bırakmayın, sizin yanınızda çok kısa süre kaldık" diyerek ayrılmak istemediğini söyler. Molla Muhyeddin Hazretleri: "Siz seyyidsiniz. Buraya geldiğinizde zaten hazırdınız. Sizin durumunuz Seyyid Taha Nehri Hazretlerine benzer. Mevlana Halid'in (ks) yanından ayrılırken O da çok kısa kaldığından ayrılmak istemediğini belirtmiştir. Lakin Mevlana Halid (k.s) kendisine: "Hz. Davut (a.s), imtihan için Hz. Süleyman (a.s) ve kardeşlerini çağırır ve babası onlara Sorular sorar. Hz. Süleyman (a.s) hem gülümser hem de cevap verir, Sonradan aslında bu soruların cevabını bilmediğini, fakat bir karıncanın kulağına gelip cevapları fısıldadığını anlatır. İşte sizler de onlar gibisiniz. Sadece sizin kulağınıza bazı şeyleri fısıldamamız gerekiyordu, bizler onu yerine getirdik demiştir" diyerek bu kıssayı anlatır. Artık gidip insanlara faydalı olması gerektiğini işaret eder.

Seyda Fadlullah Hazretlerinin omuzlarında ağır bir yük vardır. Ona bazı manevi işaretler gösterilir. Gördüğü rüyayı şöyle anlatır: Nurşin de çarşıya gitmiştim. Ağabeyim Şeyh Lütfi gelip bana: "Hz. Resulullah (s.a.v) ve Hz. Ebu Bekir (r.a) seni bekliyor" dedi. Yüksek bir tepenin üstünde onları gördüm. Koşarak yanlarına vardım ve ellerini öptüm. Hz. Peygamber (s.a.v) "Neredeydin?" diye sordu. "Ya Resulullah! Ayakkabılarımı boyatmaya gitmiştim" dedim. "Sen batı illerine gideceksin, Oradaki insanları irşad edeceksin" buyurdu. Bende "Ya Resulullah! Ben çok hasta ve fakirim oralara gitmeye ne gücüm ne de param yeter diye cevap verdim, Hz. Seyda Peygamber (s.a.v) Hz. Ebu Bekir'e' dönerek: "O'nun boya parasını ver" diye işaret etti. Ben "Ya Resulullah! Onu kastetmemiştim" dedim. Hz. Ebu Bekir ayakkabılarımı göstererek: "Sen git ayakkabıları boya parasını bile biz veririz" buyurdu. Seyda Fadlullah Hazretlerinin batı illerine yönelişi böylece başlamış olur.



GENÇLİK DÖNEMİNDE YAŞADIĞI HADİSELER 

Şeyh Fadlullah Hazretleri 15-16 yaşlarında medresede eğitimine zor şartlar altında devam ederken, babası Şeyh Nasır Hazretlerinin teveccüh yapacağını duyması üzerine iki arkadaşı ile birlikte babasının yanına giderler. Teveccüh, müridlerin manevi ilerlemesi açısından etkili, mürşidin nazar ve nefesiyle müridi etkileyip onu bir bakıma ruhi yükselişe hazırlamasıdır. Güneşe tutulan büyüteçlerin yoğunlaştırdığı güneş ışınlarının temas ettiği maddeleri yakmasına benzer. 

Teveccüh sırasında Şeyh Nasır Hazretleri Seyda (k.s) önüne geldiği zaman onda farklı haller görür ve ağlamaya başlar. Etraftakiler Seyda (k.s) dışarıya çıkarmak isterler lakin Şeyh Nasır (k.s) buna müsaade etmez. Aynı teveccühte Şeyh Fadlullah Hazretleri de gördüğü bazı hallerden dolayı babasına muhip olur. Öyle ki Şeyh Nasır Hazretlerinin yaptırdığı teveccühte muhabbetten cezbelenen insanlar olmuştur. Bazılarının ağzından yanık ciğer kokusu duyulmuş ve cezbelenen bu insanlar muhabbetten birkaç gün kendilerine gelememişlerdir. Seyda Fadlullah Hazretleri teveccüh sonrasında babasına olan hissiyatını şöyle anlatır: "Beni öyle bir hal almıştı ki bütün gün babamın sohbetlerini dinler, yanında hiç ayrılmazdım. Onu göremediğim zamanlar evdeki tek resmine saatlerce bakardım. Bir gün yanına gidip artık okumayı bırakıp, kendisinin yanında amel etmek istediğimi Ona söyledim. Babam ise eliyle işaret ederek: "Senin eğitimin bitti mi? Haydi git, eğitim tamamlanmadan amel olmaz" dedi. Elinin o hareketi ile kalbim bir anda buz gibi oldu. Bendeki o hâl kayboldu. Kendimi ona Karşı bir yabancı gibi hissettim ve derhal medreseye geri döndüm." O zaman medreselerde zor şartlar hâkimdir. Isınmak, yemek, su, tuvalet gibi ihtiyaçlar güçlükle temin edilmektedir. Çok soğuk havalarda dahi abdest, banyo ve tuvalet ihtiyacı medrese dışında giderilmektedir.

Seyda Fadlullah Hazretleri, 1970 yılında başından geçen bir hadiseyi şöyle anlatır. "Çok soğuk bir Şubat gecesinde gece namazına kalktığımda abdest almak için dışarı çıktım. Fakat baktığımda kulleteynin suyu donmuştu. Ne yapacağımı düşünürken arkadaşlardan biri buzu kırdı ve o sudan birlikte abdest aldık. Divana gelip evradımı çekmeye başladım. Bitirdiğimde bedenimde bir sıcaklık hissettim. Baktığımda buz bedenimi kesmiş ve her taraf kan olmuştu. Tekrar gidip o buzlu su da abdest aldım. Şimdi kaloriferli evlerde, banyolarda sıcak su varken sabah namazına kalkmayan insanları düşündüğümde üzülüyorum." Kulleteyn, 105 cm derinliğinde, 50 cm çapında, 206 It su alan büyük bir havuzdur. İçinden su alınıp abdest ve gusül alınabilmektedir.

Medresede kalan öğrencilerin yemek ihtiyaçlarını köylüler giderir. Öğrenciler her gün bir tabak alarak evleri ziyarete giderler, o gün evde ne yemek pişmişse bir tabak yemek kendilerine verilir. Seyda (k.s) o günleri şöyle anlatır: “Bir gün arkadaşlarla yemek almaya gittik. Medreseye döndüğümüzde hepimizin elinde bir tabak bulgur pilavı vardı. Etli yemek köye misafir geldiği zaman çıkardı. Et misafire ikram edilir suyu talebelere verilirdi. Öyle günlerden birinde bana da et suyu gelmişti. Bende kuru ekmeği et suyuna doğrayıp yedim. O yemeğin lezzetini hâlâ unutamam. Biz eskiden senede bir portakal görürdük. Bazı meyveleri bilmezdik bile. Böyle zorluklar ve sıkıntılar içinde eğitimimizi tamamladık. Şimdi insanlar bolluk ve rahatlık içinde fakat hizmetleri ve amelleri çok az.” 

Molla Muhyeddin Hazretleri ve Seyda Fadlullah Hazretleri arasındaki münasebetler dikkat çekicidir. Seyda Fadlullah Hazretleri Hazret'in (k.s) torunu olduğundan, Molla Muhyeddin Hazretlerinin yanında önemli bir yere sahiptir. Seyda Fadlullah Hazretleri medreseye gelip derslere başlayınca Molla Muhyeddin Hazretleri evden bir yatak getirilmesini ister, Diğer öğrencilere de yataklar toplanırken o yatağın en üste konulmasını tembihler. Yatağın üstüne bir şey konulunca Molla Muhyeddin Hazretleri çok kızmaktadır. Bir gün gelen bir misafir namazını yetiştirmek için acele ederken ceketini Seyda'nın (k.s) yatağının üstüne koyar. Molla Muhyeddin Hazretleri buna çok kızar. Dersi bırakır, ayağa kalkar. Ceketi yatağın üstünden alır, askıya asar: “Subhanallah hiç dikkat etmiyorlar” der. 

Seyda Fadlullah Hazretleri de bu konuda hocasının çok hassas davrandığını bilir. O anda olan olayı dikkatle seyreder ve derse tekrar geri döndüklerinde Molla Muhyeddin Hazretleri, Seyda'yı (k.s) yanına çağırır: “Molla Fadlullah, yatak benim evimden geldiği için böyle davrandığımı düşünüyorsun; lakin bizim hassasiyetimiz Hazret'e mutabaattır” der ve Hazret (k.s) ile ilgili hadiseyi nakleder: “Yağmurlu bir günde halifeleri ile beraber Hazreti merkatte  arkasındaki yaşlı saliklerden biri elindeki bastonunu çamur olmasın diye Seyda  ailesine ait mezar taşlarından birine dayar. Hazret (ks) arkasını dönüp durumu gördüğünde ona çok kızar “Seyda-i Taği'nin (k.s) merhameti olmasaydı seni tarikattan men ederdim. Sen nasıl bastonunu o kabirlere dayarsın der. Hazret (k.s) böyle davranırken, sen onların torununa bizim nasıl davranmamızı beklersin?” diyerek bir edep dersi verir. 

Öğrencilerden bazıları bir gün Seyda Fadlullah Hazretlerini kenara çekerler ve “Sen, bizim hocamızı rahatsız ediyorsun. Sen, içeri girip çıktığında hocamız her seferinde ayağa kalkıyor!” derler. Seyda (k.s) dikkat eder, gerçekten salona her girip çıktığında Molla Muhyeddin Hazretlerinin kalem almak, kitap koymak bahanesiyle ayağa kalktığını görür. Çok müteessir olur. O günden sonra salona girip çıkarken çok dikkat edip, onları rahatsız etmemek için gayret eder. 

Şeyh Fadlullah Hazretleri 18 yaşında Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerinin Baykan'da medresesinde talebe iken, soğuk bir kış gecesi erkeklerin toplandıklarını, kadınların “Evimiz yıkıldı! Ocağımız söndü!

Keşke onun yerine biz ölseydik!” feryatları ile ağlaştıklarını işitir. Derhal yola koyulur, yol boyunca ölenin kim olduğunu düşünür, farklı farklı kişilere yorar. Mevsim doğunun hava şartlarının ağır olduğu kış aylarıdır. Her yerde çok kar olduğundan biraz yürüyerek biraz da kızakla Nurşin'e varır. Nurşin'e geldiğinde vefat eden zatın babası Şeyh Nasır Hazretleri olduğunu öğrenir ve çok üzülür. Seyda (k.s) o gece sabaha kadar Kur'ân-ı Kerim okur. Artık ailenin sorumluluğu ağabeyleri ve onun üzerine kalır.



ASKERE GİDİŞ 

Uzun yıllar zor şartlar altında geçen eğitim hayatı, mum veya gaz lambası altında 4-5 arkadaş ile birlikte ders çalışması, babasının vefatı; Seyda Fadlullah Hazretlerinin göz rahatsızlığının ilerlemesine sebep olur. Askere gitmek için başvuru yapılacağı dönemde, muayene için Diyarbakır'a gelir. Termenalden taksiye binip tanıdıkları bir eczacının yanına gider. Arabadan inerken gözlükleri düşer ve camları kırılır. Taksicinin yardımıyla eczacının yanına gider. Eczacı akşam saati olduğu için O'na bir adres verip otele gönderir: “Gözlükleri ben yarına kadar tamir ettiririm” der. Taksiyle otele giderler fakat otel doludur. Kalacak bir yer de yoktur. Seyda Fadlullah Hazretleri ben ne yapacağım diye düşünürken kapıda bir asker belirir onu ne yaptığını sorar meseleyi anlatınca benim tanıdığım küçük iyi bir pansiyon var istersen seni oraya götüreyim der. Hadisenin devamını Seyda Fadlullah hazretleri şöyle anlatıyor o asker önde ben onun 2 adım arkasında yürüyorduk ne benden çok uzaklaşıyor ne de bana çok yaklaşıyordu yavaş yavaş yürüyorduk küçük 2 katlı bir otelin önünde durduk kapıyı çaldık kapı açıldı bir adam beni içeri buyur etti. Kimseyi rahatsız etmemek için tek kişilik oda istedim odalar iki yataklıydı. İki kişi ücreti ödeyip, yalnız kalmak istedim. Otelin sahibi, oteli bir ortakla beraber işlettiklerini, ücretin yarısını alacağını, kendisinin düşen parayı almayacağını ve eğer gece müşteri gelirse iki kişi ücreti kimse gelmezse de tek kişi ücreti alacağını söyleyip Seyda hazretlerini odasına yerleştirir. Otel sahibi, akşam ve sabah kahvaltı da vereceğini söyler. Sabah kahvaltıda “sen burayı nasıl buldun? burayı herkes bilmez. Burası tanıdıkların geldiği küçük bir yerdir” der. Seyda hazretleri “beni buraya bir asker getirdi” diye cevap verir. Otelin sahibi ”siz buraya geldiğinizde yalnızdınız, yanınızda kimse yoktu” der. Hazretin (k.s) torununu sıkıntılı anında yalnız bırakmamışlardır. Göz muayenesi yapılan Seyda Fadlullah hazretlerine 15 derece miyop teşhisi konulmuş ve göz bozukluğundan dolayı askerlik yapamayacağına dair rapor verilmiştir.



MOLLA MUHYEDDİN HAZRETLERİYLE SEYDA FADLULLAH HAZRETLERİ

Her yeni birliktelik Beraberinde başka birliktelikleri de getirir. Tohumla toprağın birleşmesi; filizle kökün, kökle toprağın birlikteliğine dönüşür. toprakta ilerleyen kök; diğer köklerle, boy verip çınara dönüşen filiz de yaprak ve dallarla birliktelik kurar. Nice gündüz güneşli vakitleri nice de gece yıldızlı demleri geçirir çınar. nihayet ömrü sona erip toprağa karışacağı vakit tohumunu bırakır. Böylece her şey yeniden başlar fakat temeldeki ilk birliktelik olan tohumla toprak bütün bu birlikteliklerin sırlarını taşır gizliden gizliye. İşte Molla Muhyeddin hazretleri ile Seyda Fadlullah hazretlerinin birlikteliği bu ilk birliktelik gibidir. Önce onlar beraber oldular bu beraberlik Seyda Fadlullah hazretlerinin Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile sonra da Allahu Teala ile birlikteliğine dönüştü. Nice mukaddes sırlarla dolu bu vuslattan sonra Seyda Fadlullah hazretleri, önce bizlerle birliktelik kurdu sonra bizi birbirimizle birlikte kıldı ve bizlerin de Resulullah sallallah aleyhi ve sellem ve Allahu teala ile birlikte olmamız için ömrünü feda etti. vuslata erip bizlere geride bırakırken de Seyda Alameddin hazretleri ile birlikteliği bizlere hediye etti. kalplerin ünsiyet kurmasını sağlayan Allahu Teala acaba Molla Muhyeddin hazretleriyle Seyda Fadlullah hazretlerinin birlikteliğine hangi sebebi vesile kıldı.

Tarih 1973'tür devrin en önemli alimlerinden olan Molla Muhyeddin hazretleri Rasulullah'ın sallallahu aleyhi vesellem sünnetlerinden olan talebe yetiştirmeye devam etmektedir. Allahu Teala ona verdiği 76 yıllık ömrünün 60 yılını talebe yetiştirerek harcamayı nasip edecektir. Siirt'in Havil köyündendir doğunun derinliklerinde saklı nadide bir inci gibidir. Onun Kadri ancak ölümünden sonra gün yüzüne çıkacaktır tarih 1973 tür Seyda Fadlullah hazretleri uzun yıllardır Nusaybin'deki mümtaz alimlerden aldığı tedrisatından başarıyla devam etmektedir. Aslında kendisinin ilme olan yatkınlığı küçük yaşlarda başlamıştır zira ilim mensup olduğu ailede en kıymetli miras olarak nesilden nesle aktarılmıştır. Seyda Fadullah hazretlerinin ilme olan kabiliyeti Nurşinin önemli alimlerinden dayısı Şeyh Maşuk tarafından fark edilir. Gerçekte şeyh maşuk onun kendi talebesi olmasını istemektedir, bu yüzden bir sohbetinde Seyda Fadlullaha ‘sana elbiselik vereyim gel benim talebim ol’ der. Fakat Seyda Fadlullah hazretleri ona, ‘insanın kendi ailesine sütü kendisine yetmezse başka yere evlatlık verilir’ diye cevap verir. aslında bu sözle insanın kendi yakınına duyacağı sevgi ve merhametten dolayı onu gereği gibi eğitmeyebileceğini kasteder. çünkü yabancı biri terbiyenin gerektiği bazı durumlarda sevgi perdesine takılmayacak böylelikle terbiye daha kolay gerçekleşecektir. Seyda Fadlullah hazretleri başka bir alimin (Molla Muhyeddin) yanına okumaya gitmesinden dolayı eleştirilir. herkes sizin ailenizin yanına ilim almaya gelirken sen başka bir yere gidiyorsun demeleri üzerine Seyda Fadlullah hazretleri de onlara ‘Eğer bir çocuğa annesini sütü yetmezse o çocuk süt anneye verilir’ der. diğer yandan da karşılaştığı bu durum için memnun olur. çünkü Abdurrahman Taği hazretleri de Sıbğatullah Arvasi hazretlerinin yanına okumaya giderken aynı eleştirilere maruz kalır. bu konudaki benzerlikten dolayı Seyda Fadlullah hazretleri çok şükür büyüklere mutabaat ettik der.

 İşte 1973 ilim tahsili yolunda en küçük detayların bile kendisine mani olmasını istemeyen Seyda Fadlullah hazretleri ilme aşık bir talebe olarak, ilme aşık bir alim olan Seyda Molla Muhyeddin hazretlerinin yanında tedrisatına kaldığı yerden devam etmeye başlar. Artık su, yatağına kavuşmuş, mecrasında çağlayarak akmaya koyulmuştur. Hocasına karşı tam bir teslimiyet, son derece edep ve sımsıkı muhabbet duymaktadır. Yıllar sonra bir sohbetinde Seyda'nın ‘Molla Muhyeddin'in huzuruna gittiğimde kalbim harekete geçiyor Allah'ı hatırlıyor çok huzur buluyorum kendimi geçmiş zamanlarda yaşamış Nakşibendi büyüklerinin meclisinde hissediyorum Seydamın etkisi direk kalbime vuruyor’ diyecektir. Molla Muhyeddin hazretlerinin yanında ‘’madd-i Kübra’’ kitabından itibaren okuyan Seyda Fadlullah hazretleri, bazı haftalarda Molla Sabri'nin yanına teberrüken tahsil etmeye gider. ‘’ İlim müslüman'ın kaybolmuş malıdır onu nerede görsem almalıdır’’ hadisi şerifi adeta kendisini yönlendiren fenerden biridir.



SIKINTILAR İÇİNDE İLME SARILMAK

Ne var ki yaşamı sürdürmekte gerekiyordu babasının vefatından sonra ailenin geçimi için ağabeyleriyle birlikte büyük bir sorumluluk almıştı. birinin yanında yıl içinde sadece sonbaharın son dönemlerinden Mayıs ayına kadar kalabiliyordu. baharda ot biçmek, hayvanlara bakmak, onların kışlık tedariklerini temin etmek gibi işler için ailesinin yanına yardıma gidiyordu. Bütün peygamberler çobanlık yapmıştı bu hadisle sabitti Seyda Fadlullah hazretleri böylece bir sünnete daha riayet etmiş oluyordu. İlim tahsil etmeyi bilhassa ilmi Molla Muhyeddin hazretlerinin yanında tahsil etmeyi çok sevmesine rağmen yıl içinde sadece 5-6 ay bunun için fırsat bulabiliyordu Doğu'nun zorlu yaşam ve ulaşım şartlarında sık sık Nurşin ile havil arasında gidip geliyordu. her adamın da muhabbet ve teslimiyet vardı günümüzde bir talebe yılın bütün aylarında ve kesintisiz olarak ilim tahsil edebilmekte iken Seydanın ilim hayatının ne derece zorluklarla geçtiği kolayca fark edilmektedir. Fakat Seyda bu zorluklar karşısında yılmamış ilme ve hocasına sımsıkı tutunarak tahsiline devam etmiştir. Aynı yıllarda Molla Muhyeddin hazretleri de bir takım sıkıntılar içerisinde medresede talebe yetiştirmeye çalışıyordu. zamanın en muteber alimlerinden biri olmasına rağmen Havil'de değeri anlaşılamamıştı. kendisini ziyarete gelen misafirler ve medresede ki talebeler için burada kalmak gittikçe daha da sıkıntılı bir hale dönüşmüştü. İslamiyet'e aşkla hizmet eden veli kuluna elbette Allahu Teala inayet edecekti. nitekim bir hadisi kutside “Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni ona farz kıldığım şeyleri eda etmesidir. kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi ,konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır korurum.” Buyurmaktadır. Nihayet bir gün Molla Muhyeddin hazretlerini sıkıntılarına tanıklık eden Baykanlılar maddi imkansızlıklar içerisinde olmalarına rağmen onu Baykan'a davet ettiler. o yıllarda Baykan tek katlı tabanı taştan oluşan evleriyle bir dağın yamacında merdiven basamakları gibi sıralanmış 30-40 haneli bir köyden ibarettir. Köy öylesine yüksek bir yamaca kurulmuştur ki, irili ufaklı pek çok tepe ve düzlükten oluşan geniş ova köyden rahatlıkla seyredilebilmektedir. İşte Molla Muhyeddin hazretleri gelen bu davet üzerine buradaki yeni medresesini köyden biraz daha yüksekçe bir yere inşa eder. Baykanlılar kendi halinde ve oldukça mütevazı olan köylerinin molla Muhiyeddin hazretleri ve talebeleriyle müşerref olmasından son derece hoşnut olurlar. Allah'ın kendilerine hem bir nimet hem de bir emanet olarak lütfettiği bu değerli insan ile talebelerinin günlük yemek ihtiyacı da dahil her türlü ihtiyaçlarını karşılamaya gayret ederler Allahu Teala da onların bu hizmetlerine karşılık engin hazinesinden onlara lütfederek bu küçük fakir köyü ve köylüleri mamur hale getirir.



KARŞILIKLI EDEP VE MUHABBET

İşte bu şartlarda Molla Muhyeddin hazretleriyle Seyda Fadlullah hazretleri tedrisata devam eder . Medreselerde Tedrisattan istifade etmek isteyen talebelerin dikkat etmesi gereken öncelikli husus edeptir. Molla Muhyeddin hazretleri talebesine karşı edep gösteren ince ruhlu ve mütevazı bir alimdir. Seyda Hazretin (k.s) torunu olduğundan Molla Muhyeddin hazretlerinin yanında önemli bir yere sahiptir. Bir talebe olarak Seyda da hocasına karşı edepli olma noktasında kılı kırk yaracak kadar  itinalı ve hassastır. bazen şakadan da olsa talebeler Molla Muhyeddin hazretlerinin ismini veya hakkında bir söz söyleseler onlara çok kızar, ciddiyetsizliğe hiçbir zaman tahammül edemez.

Bizlere örnek teşkil eden ve ancak ikisinin arasında yaşanan nice güzel dönemlerin geçtiği muhakkaktır. Zaman zaman Seyda'nın Nurşine gitmesiyle kesintiye uğrayan bu ilmi birliktelik, karşılıklı muhabbet ve edebe dayandığı için toprağa tutunup meyve vermekte gecikmedi Molla Muyeddin hazretleri 1979 da zahiri ilimleri başarıyla tamamlanması üzerine Seyda Fadlullah’a büyük bir törenle icazet verdi.



BAYRAM YERİNE DÖNEN NURŞİN

Nurşin medresesinin kurucusu olarak bu kutlu köyü tüm dünyaya yayılan bir ilim pınarı haline getiren Abdurrahman-ı Tağidir. Allahu Teala duasına icabet etmiş işte nesilden bir alim daha yetişmiştir. yaklaşık 2 asırdır pek çok alimin yetişmesine önemli katkılar sağlayan Seyda ailesi ilmin ve alimin kıymetini bilenler tarafından büyük hürmet ve itibar görmüştür bu kıymetli aileden bir alimin daha çıkması üzerine Nurşin de büyük bir icazet töreni düzenlenir. Bir talebenin icazet alması demek bir ehliyetin tescilidir bunun için talebenin medrese müfredatını sıra kitaplarını bitirmiş olması gerekir müfredattaki kitapları bitirmiş olmak da her zaman yeterli gelmeyebilir zira hocalar icazet konusunda seçici davranır ehil olanlara icazet verir ehil olmayanlara vermezler böylelikle oldukça narin ve kıymetli olan ilim alimlerinden talebeye geçerek nesiller boyu korunur bu emaneti korumak her geçen yüzyıl daha da zorlaşır bu zorluğu başarıyla aşmak gerçekten çok önemli bir hadise olduğu için icazet bir törenle verilir. Bu törenlerde yaklaşık bir hafta boyunca talebelerin eğlenebileceği programlar düzenlenir ve o civarda veya o mıntıkada bulunan hoca ve medrese öğrencileri törene davet edilir icadı törenleri medrese öğrenciler için son derece keyifli olur ayrıca köylüler de bu eğlencelere ve yapılacak masraflara katılırlar bu törenlerde kimi hocalar sade bir şekilde bir tatlı veya bir meşrubat vermek suretiyle de tören bitirebilir.

Tören esnasında hoca icazet alacak kimseye bir cübbe ve sarık alır sonra cemaatin huzurunda yüksek sesle icazet metnini okur hoca falanca icazet verdim cümlesine gelince daha evvel belirlenen başka bir hoca tarafından icazet alınacak öğrenciye sarığı cübbesi giydirilir icazet metinlerin tamamı okunduktan sonra genellikle hoca öğrenciye ilim ahlak takva fetva ve tedrisat ile ilgili bazı tavsiyelerde bulunur icazetini okunması tamamlandıktan ve Fatiha suresi de okunduktan sonra öğrenci koro halinde söylenen kasideler eşliğinde kalkar önce kendi hocasının ve sonra da hazır olan diğer hocaların elini öper işte sevda Fadlullah hazretlerinin icazet törenine Van, Bitlis, Diyarbakır, Erzurum, muş, Batman, Bingöl şehirlerinde bulunan ulema Nurşine akın eder. Bembeyaz çadırlar alimler ve diğer misafirlerle dolup taşar kazanlarda pişen yemeklerin ardı arkası kesilmez Nurşinliler misafirleri ağırlamaya birbiriyle yarış içindedirler adeta onları gözünde şeyden Fadlullah hazretlerinin aralarından çıkmasının haklı gururu ve mutluluğu varken, misafirleri yüzünde ise edep ve hürmetin yansıması yayılır etrafa. Bayram gününe dönüşen Nurşin sokaklarında çocukların neşe dolu konuşmaları görülür. Bir vakit herkes susar, eller semaya kalkar, gök gözler edeple yerlere bakar. İşte Molla Muhyeddin hazretleri dualar ederek seydaya icazetini vermektedir. Belki Seyda hicabından hocasına bakamaz belki de Molla Muhyeddin hazretleri o an pek az kimsenin görebildiği sevgililer sevgilisinin sallallahu aleyhi ve sellem huzurunda olmaktan dolayı bir yere kıpırdayamaz belki ilerde neler yaşandığını ancak gönül gözleri açık olanlar görürler ayrıca o gün yaşananlar sadece icazet töreninden ibaret de değildir çevre illerden gelen pek çok alim Molla Muhyeddin hazretlerine ilmi hususlarda dair müşkül meseleleri danışır son derece kuvvetli bir hafızaya ve sağlam muhakemeye dayalı ilmi birikime sahip olan Molla Muhyeddin hazretleri ilgili meselelere dair fetvalar verir o gün kimse kendisine itiraz etmez hatta dayandığı kaynaklar dahi sorulmaz çünkü Nurşin'in sünnetten ve Kur'an ı Kerim'den zerre kadar sapmayan bir fetva merkezi olduğu alimlere malumdur.



MEDRESEDE TALEBELERLE BİRLİKTELİK 

Seyda Fadlullah Hazretlerinin icazetini aldıktan sonra yaptığı ilk iş Abdurahman-ı Taği Hazretlerinin divanının alt katında talebe yetiştirmeye başlamak olur. Bu iki katlı, taştan ve son derece sade olan binadan bundan önce nice âlimler nice talebeler gelip geçmiştir. İşte Seyda, dede yadigârı olan bu binada dedesinin duasıyla talebe yetiştirmeye başlar. Bu aynı zamanda Resulullah'ın (s.a.v) bir sünnetidir. Seyda Fadlullah Hazretleri, her sabah duha sünnetini evde kılar, medreseye gelir,  besmele çeker, dua okur amele ve derse bu şekilde başlar. Seyda'nın yakın çevresi başta olmak üzere talebeleri ve Nurşin'e gelen misafirler, ondaki medrese ve talebe sevgisinin aşk derecesinde olduğunu, onları evlatlarından bile üstün tuttuğunu söylerler. Öyle ki ne zaman yanına gidilse etrafına talebelerini toplamış halde onlara tefsir, hadis, fıkıh dersi verirken görülür. Seyda'nın dünyada en çok zevk aldığı şeyin ilimle meşgul olmak olduğunu bizzat talebeleri ifade eder. Seyda Fadlullah Hazretleri pek çok sıkıntıyı çekip devrin en iyi alimlerinden yıllarca ders alarak yetişmiş bir âlim olmasına rağmen talebelerine karşı çok mütevazı davranır, onlar ile arasında resmiyet kurmaz. Resulullah'ın (s.a.v) sünneti üzerine onlarla istişare yapar, dersin ilgili konusuna dair görüşlerinin neler olduğunu onlara sorar. Talebelerin görüşlerine hak verir, asla “Ben Seyda'yım, dediğimi kabul etmelisiniz.” kabilinden bir tavır takınmaz. Bazen bütün gününü talebelerle derste geçirir. Talebenin anlayamadığı konuda durur; talebe anlayana kadar o dersi geçmez. Bu, medrese hocalarında çok az rastlanan bir özelliktir. Gerçekte bu yaklaşım önde gelen üniversite hocalarında dahi rastlanamayacak kadar azdır. Seyda'nın talebeye olan bu yaklaşımı aslında günümüzün modern eğitim metodlarındandır. Zira günümüz eğitim anlayışında merkezde talebe vardır. Seyda, klasik medrese eğitimini çağın nesline uygun eğitim metotlarıyla uygulayarak. hem eğitimin kalıcı olmasını sağlamış hem de talebelerin ilme olan sevgi ve muhabbetini arttırmıştır. Seyda'nın eğitimde kalıcılığı arttıran bir diğer yöntemi ise talebesinin dersini geçmesi için bir önceki gün öğrendiklerini tekrar etmesini istemesidir. Bu şekilde her bir ders, önceki hatırlanarak yapılır ve o dersin hafızadan silinmesi zorlaştırılır.. Seyda'nın oğulları da talebeler arasındadır. Lakin medresede iken bunun hiçbir zaman farkına varılmaz. Çünkü Seyda, ilmi çok önemser ve ilimi öğrenme yolunda evladını asla diğer talebelerinden ayrı tutmaz. Seyda'nın tedrisatından geçen bir oğlu En'am suresine kadar tefsirde hafızasının çok sağlam olduğunu ifade eder. Çünkü Seyda bu sureden sonra başka bir âleme göç etmiştir. Eğer talebenin eğitiminde bir aksaklık meydana gelse önce kendi oğullarını uyarır, neyin eksik yapıldığına dair onları hesaba çeker veya talebenin hocasına bir eksikliğin olup olmadığını sual eder. En son öğrenciye gelerek bu sıkıntının neden meydana geldiğini sorar. Seyda Fadlullah Hazretleri, talebeleri sadece medresede eğiten bir âlim değildir. Onların nazarında bir model olduğunun bilinciyle hareket eder ve hayatın her alanında sünnete bağlı bir âlim olmaktan asla taviz vermez. Bir gün talebesinin önünde yürürken ayağını yere sürer. Seyda'nın, önünde bu şekilde yürüdüğünü gören talebe şaşkınlıkla kendisine bakar. Çünkü kendisi de böyle yürümektedir. Hemen yürüyüşünü düzeltir. Böylece Seyda, ayağı yere sürterek yürümenin sünnete muhalif olduğunu hal diliyle talebesine öğretir. Onun yetiştirmiş olduğu talebeler incelendiğinde Allahu Teâlâ'nın emrine uygun yaşamaya gayret eden, helal ve haramlara dikkat eden kişiler olduğu görülür. Seyda talebelerinin sadece manevi ihtiyaçlarını değil maddi ihtiyaçlarını da karşılamaya özen gösterir. Talebelerin yemekleri her gün kendi evinde yapılır ve gönderilir. Bir gün Seyda Fadlullah Hazretlerine medresedeki talebelerin yemesi için sadaka niyetine kesilmiş bir kurban getirilir. Seyda eve neşeyle gelerek “Bugün talebelerin eti vardır” der. O gün talebeler et yiyecek diye sevinçten gözlerinin içi parlar.

Medreseye gidemediği zamanlarda evinin balkonuna çıkar talebelerin metin okumalarını dinler, onların seslerini keklik sesine benzetir. Talebesi eğitimini bitirdikten sonra da onlarla alakasını kesmez. Onlarla adeta baba evlat ilişkisi kurar, onların bütün dertleriyle ilgilenir, onları evinde ağırlarken çok şef katli ve cömert davranır. Kendisinin çok ciddi göz ve kalp rahatsızları vardır, hastalık dönemlerinde dahi talebenin dersini geçmesine çok önem verir, onları durumlarını takip etmede hassasiyetini hiç yitirmez. Gençliğinde kendisi bir sohbetinde şöyle söyler: “İlimsiz, talebesiz hizmet olmaz. Âlimsiz ümmet olmaz.” Esasında Seyda, aynı anda pek çok kolda ilmi faaliyetler içerisindedir. Özellikle divandaki medresesinin ilk yıllarında bir yandan talebe yetiştirirken bir yandan da kendisi Molla Muhyeddin Hazretlerine intisap ederek amel etmeye başlar. 



İNTİSAP: GÖNÜLDEN GÖNÜLE BİRLİKTELİK

 Seyda, divanını açtıktan bir müddet sonra, sahip olduğu ilmi ihlâsla birleştirerek amel etmesini öğretecek, Resulullah'ın sünnet çizgisinden yürüyerek marifetullaha  ulaştıracak kâmil ve mükemmil bir mürşit aramaya koyulur, Bu maksatla kendisinden daha önce de ders aldığı, ona büyük muhabbet ve hürmet beslediği Şeyh Muhammed Arapkendi Hazretlerinin yanına gider, Seyda Fadlullah, çocuğu olmayan bu mübarek zatın hem her türlü hizmetini, ihtiyacını gidermek hem de onun yanında amel etmek niyetindedir. Birkaç gün sonra kendisine niyetini dile getirir. Şeyh Muhammed Arapkendi Hazretleri de “İstihare yapalım” diyerek cevap verir. İstihareden sonra “Senin kısmetin bizim yanımızda değildir. Senin kısmetin Molla Muhyeddin o Hazretlerinin yanındadır” der ve onu Baykan'a gönderir. Seyda Fadlullah Hazretleri Baykan'a giderken yolda bir rüya görür. Baykan'a vardığında ise Molla Muhyettin Hazretleri -henüz kendisine anlatmadan rüyasına dair yorum yapar. Seyda da bu işareti anlar, kalbi mutmain olarak orada amele başlar. Yıllarca derslerine severek gittiği, kendisine dualarla icazet veren hocası şimdi mürşidi olur. Zahiri âlemdeki birliktelikleri mana âlemindeki birlikteliğe dönüşür. Molla Muhyeddin Hazretleri Allahu Tealâ'nın izni, Resulullah'ın (s.a.v) talimiyle Seyda Fadlullah'ın kalbini manevi seyahatlere çıkarır. Mürşidine tam teslimiyetle bağlı olan Seyda, onun tavsiye ettiği amelleri her ne şartta olursa olsun yerine getirir. Bazı günler yeşillik yerlere gidip oralarda günlük virdi olan 90 bin Lafza-ı Celal zikrini çeker. O dönem Seyda hem divanda talebe okutur hem dâ günlük virtlerini yapar. Seyda'nın bu hâline üzülen Molla Muhyeddin'in Hazretleri hanımı “Sen bu çocuğu öldüreceksin. Bu kadar yükleme, yazıktır” der. fakat Molla Muhyeddin Hazretleri, Seyda'daki aşk istidadının herkesten çok farkındadır. Seyda Fadlullah Hazretleri ise mürşidinin yanında olduğu o demleri hep hasretle yâd eder. Isınmak, su ve yemek temin etmek çok sıkıntılı olduğu hâlde mürşidine muhabbetle bakan gözleri her şeyi kendisine güzel gösterir: “Bir gün arkadaşlarla yemek almaya gittik. (Baykanlılar kendi yaptıkları yemeklerden öğrencilere ikram ederler.) Medreseye dön düğümüzde hepimizin elinde bir tabak bulgur pilavı vardı. Etli yemek köye misafir geldiği zaman çıkardı. Et misafire ikramı edilir, suyu talebelere verilirdi. Öyle günlerden birinde bana da et suyu gelmişti, Ben de kuru ekmeği içine doğradım ve yedim. O yemeğin lezzetini hâlâ unutmam.” Bu zor zamanlarda Seyda Fadlullah Hazretleri teheccüd vaktinde abdest almak için dışarıya çıktığı bir gece, medresenin hemen önünden geçen derenin buz tuttuğunu görür. Diğer talebeleri de rahatsız etmek istemez, buzu kırıp abdestini alır. Tam abdestini almış, dere kenarından ayrılacakken ayağı kayıp suya düşer. Derhal yardıma koşan talebeler bir yandan da neden onlardan yardım istemediğine üzülürler. Medreseye girince Seyda Fadlullah'ı sobaya yakın bir yere yatırırlar, üzerine kendi yorganlarını ve yerdeki halıyı örterler. Vakit sabah namazı olduğunda talebeler namazı kıldırması için Seyda Fadlullah Hazretlerinin kalkmasını beklerler ancak hâlâ kalkmamıştır. Bekleyecek vakit de kalmadığından kendileri çekinip henüz çocuk yaşta olan en küçük talebeden onu uyandırmasını isterler. Çocuk, Seyda Fadlullah Hazretlerinin yanına gelip sessizce “Şeyh, hadi kalkın. Vakit sabah namazıdır” der. Ancak Seyda Fadlullah Hazretlerinin üzerindeki yorganları kaldırınca gördüklerine inanamazlar, zira tüm bedeni soğuktan yara bere olmuş haldedir. Seyda Fadlullah Hazretleri o günü anlatırken farklı bir noktaya dikkat çeker: “O zaman vücudum paramparça olmuştu ama iki günde iyileşmişti şimdi ise elektriğimiz, suyumuz, sobamız olmasına rağmen yaralarımız iyileşmiyor, hastalıklarımız şifa bulmuyor.” Seyda Fadlullah Hazretleri, pek çok sıkıntının yanında pek çok manevi zevkle geçen üç yılın sonunda amelini tamamlar. Kendisi Molla Muhyeddin Hazretlerinin terbiyesinden geçerek feyiz ve kemal bulunca mürşidi “Senin işin artık sona erdi” der. Artık ayrılık vakti gelmiştir. Seyda ise ağlayarak “Beni yalnız bırakmayın, sizin yanınızda çok kısa Süre kaldık” der ve ayrılmak istemez. Molla Muhyeddin Hazretleri de cevaben “Siz seyyidsiniz. Buraya geldiğinizde zaten hazırdınız. Sizin durumunuz Seyyid Taha Nehri Hazretlerine benzer Mevlana Halid'in Hazretleri yanından ayrılırken o da çok kısa kaldığından ayrılmak istemediğini belirtmiştir. Lakin Mevlana Halid Hazretleri kendisine; “Davut (a.s), imtihan için Süleyman (a.s) ve kardeşlerini çağırır ve babası onlara sorular sorar. Süleyman (a.s)  hem gülümser hem cevap verir. Sonradan aslında bu soruların cevabını bilmediğini fakat bir karıncanın kulağına gelip cevapları fısıldadığını anlatır. İşte sizler de onlar gibisiniz. Sadece sizin kulağınıza bazı şeyleri fısıldamamız gerekiyordu, bizler onu yerine getirdik demiştir” diyerek artık gidip insanlara faydalı olması gerektiğini işaret eder. Seyda Fadlullah Hazretleri için mürşidinden ayrılmak gerçekten çok zordur. Çünkü kendisi muhabbet ve teslimiyette zirve noktasındadır. Öyle ki her yediği yemeğin mürşidinin himmeti ile kendisine nasip olduğunu dile getirir ve evlatlarının da bunun farkında olmaları için onları uyarır. Ayrılık her ne kadar dayanılması zor bir durum olsa da mürşide teslimiyet ayrı olmayı da gerektirebilir. Üstelik bu ayrılıkla sadece mürşidini emrini yerine getirmiş olmaz. Zira kendisi bizzat Resulullah (s.a.v) tarafından batı illerini irşat için Vazifelendirilmiştir. Kalan ömrünü bu vazifeyi en güzel şekilde yerine getirmek ve talebelerinin en iyi eğitimi almalarını sağlamak için harcar. İşte bir güzel talebe-hoca birlikteliği bir güzel mürit-mürşit birlikteliğine dönüşmüştür. Tohum büyük bir çınar hâline gelmiştir. O çınar ki bizleri gölgesine alarak yıllarca nefsin ve şeytanın saldırılarına karşı korudu. Vakti tamama erdirilip tekrar toprağa karışırken kendinden olan başka bir çınarın gölgesine sığınmamızı bizden istedi. Böylece bir an bile olsa  ne talebelerinin ne de müritlerinin savrulup gitmesine o müsaade etmedi. Yaşantısıyla  olduğu gibi vefatıyla da bizlere örnek olan o mübarek zatla hem bu  dünyada hem de ahirette ebediyen birlikte olmak duasıyla...



SEYDANIN TALEBE VE İLİM EHLİ ZATLARLA MÜNASEBETLERİ

 Işığa tutulan yakut, her açıdan farklı yansımalar gösterir. Her bir ışık huzmesi onu görebileni kendine hayran bırakır. Nasıl ki yâkutun ışıltılarını görebilmek için onu ışığa tutmak gerekirse Allah Tealâ'nın veli kullarının hakiki makam ve Peygamber ahlâkıyla donatılmış hallerini görebilmek için de onlara, onları anlamaya çalışır nazarla bakmak gerekir. Allah Teâlâ'nın veli kullarından, kalpleri Allah ile buluşturan, insanı doğru yola, hayra sevk eden Seyda Fadlullah Hazretlerinin yansıttığı ışıklarından biri de müderrislik vasfıdır. İlmi amele çevirmeye, kalpleri Allah ile buluşturmaya adanmış bir ömrün sahibi Seyda Fadlullah Hazretleri, henüz 5 yaşındayken Kur'ân-ı Kerim okumayı öğrendi. İlk olarak 1965 senesinde Demirci Medresesinde Molla Arif'ten ders aldı. 1970 senesine kadar burada 7 yıl okudu. Demirci medresesindeki eğitiminden sonra başka âlimlerin de yanında okumak için Kuşan köyünde, Molla Sıddık'ın (Kuşdiyan) yanına gitti. Ayrıca Kozluk da Molla Sabri'nin yanında 1-2 hafta teberrüken okudu. 1973 yılında İslâm âlimlerinin ortak görüşüyle zamanının en  büyük âlimlerinden biri olan Molla muhyeddin Hazretlerinin Siirt'in  Baykan ilçesine bağlı Havil köyündeki medresesine geldi ve eğitimine onun yanında devam etti. 1979 yılında Molla Muhyeddin Hazretlerinden icazet almasının ardından Nurşin'de Abdurrahman-i Taği Hazretlerinin ders verdiği Divan'ın alt katında ders vermeye başladı. Yazları ise havaların sıcak olması sebebiyle talebeleriyle Demirci köyüne gidip derslerine orada devam ederlerdi. 1980 yılında Molla Muhyeddin Hazretlerinin yanına bu kez tasavvuf eğitimi için gidip hocasına intisap etti. Böylelikle Molla Muhyeddin Hazretleri Seyda Fadlullah Hazretlerini hem zahiri hem de manevi ilimlerde yetiştirerek onu kıymetli bir cevher gibi işledi. Burada geçen 3 yılda amelini tamamlamasının ardından Molla Muhyeddin Hazretlerinin “Artık ayrılık vakti gelmiştir” sözü üzerine hocasının yanından ayrılıp irşad vazifesine başladı. 1982 yılında kalp rahatsızlığı şiddetini iyice arttırp, artık nefes dahi alamaz hale geldiğinde doktorların ders vermesini yasaklamaları üzere, üzülerek talebelerini etraftaki medreselere dağıttı. Lakin bir müddet ara vermek zorunda kaldığı tedisat çalışmalarına  daha sonraki yıllarda dergah olan evinin yanına, uzun ve yorucu çalışmalardan sonra bir de ilim için yer açtı ve ömrünün sonunda dek hem manevi hem zahiri alanda talebe yetiştirmeye devam etti Seyda Fadlullah hazretlerinin ders verdiği talebeler arasında bugün Muhammed Raşıd, Şeyh Gıyaseddin, şeyh Abdulkerim, Molla Muhammed, Muhammed Selim, Muhammed Dalan Hoca Efendi gibi pek çok mübarek zatlarda vardır. Ne müderrislerin ne de medreseye gelen talebelerin bu ilme talip olmaktaki niyetleri “şeyh” ismiyle anılıp, halk arasında itibar görmek değildir. Amele dönüşmeyen ilmi boşa geçmiş zaman olarak gören hakiki âlimler, zahiri ve manevi ilimlerin öğrenilmesi için de bir yol belirlemişlerdir. Bir mürşid-i kâmilin bulunduğu konuma gelebilmesi için önce medrese eğitimini tamamlayıp, hocasından bunun belgesi olan icazetini almalı; ardından da tasavvufi ilimlere vakıf olup, yine hocasından irşad izni alması gerekir ancak o zaman kalplere tesir edebilir. Bu nedenle bir kimsenin hakiki manada mürşid sayılabilmesi için onun dindarlığına, takvasına, ihlasına, hayırseverliğine, şahsi erdem ve yeteneklerine değil, aldığı icazet ve hilafete bakılır. Seyda Fadlullah Hazretleri medreseye devam ettiği yıllarda babası Şeyh Nasır Hazretlerine intisap edip, vird almak istediğinde babasından “Senin virdin ders okumaktır” cevabını alır. “İlimsiz âmel olmaz” diyen Seyda Fadlullah Hazretleri de ilme verdiği önem sebebiyle müridi de olan müderris ve öğrencilere tarikat virdi vermezdi. Müderrislere sizin virdiniz ders vermektir, öğrencilere de sizin virdiniz öğreniminizi sürdünmenizdir, derdi. Feraset ve hikmet sahibi Seyda Fadlullah Hazretleri ilme, medreseye ve özellikle de müderris ve ilim öğrencilerine ayrı özen gösterirdi. Medrese hocalarına ve ilim öğrencilerine gösterilen ilgi ve alaka Nurşin Medresesinde Abdurrahman-ı Tâği (k.s) ve Hazret (k.s) zamanından günümüze kadar devam eden bir özelliktir. Bu nedenle Nurşin Medresesi; bölgede en kalabalık, en verimli ve en kaliteli medrese tahsilinin yapıldığı merkezlerden biri sayılır. Seyda Hazretleri görüşleri farklı olan âlimlere dahi saygıda kusur etmez, ismi âlim olarak anılan, ilmi kariyeri olsun olmasın, tanıdık tanımadık herkese medrese okumuş âlimdir, der; onlara büyük bir ilgi, alaka ve hürmet gösterirdi. Nurşin'de Seyda (k.s) ile bir âlim yolda veya bir kapı önünde karşılaştıklarında ilk önce birbirlerinin elini öpmeye çalışırlar, herkes öbürüne hürmet etmek için önce girmesini teklif ederdi. Bazen bir iki dakika bu teklif devam eder ve kapının önünde güzel bir bekleşme olurdu. Âlimler arasında belli bir hiyerarşinin olmasına rağmen hepsinde büyük bir mütevazılık örneği gözlenirdi. Sonra herkes karşısındakinin iznini bekleyerek Saygı için diz üstü oturur ve herkes alabildiğine diğeri için mütevazı ve alçakgönüllü davranırdı. Seyda Fadlullah Hazretleri medresesine âlim bir kimse geldiğinde ders okuttuğu kürsüsünden kalkar, gelen zata yerini verirdi. Ziyarete Gelen zat, memnun etmek için elinden geleni Yapardı, Molla Muhyeddin Hazretlerinin halifelerinden Yaşlı bir zat olan Molla Havi (ks), medreseye geldiğinde yerinden kalkar, onu kendi yerine oturturdu. Medrese ilk açıldığı zaman çok yaşlı olmasına rağmen onun maneviyatından bereketlenmek amacıyla kendisini medreseye ders vermek üzere davet etti, Fakat Molla Havi (k.s) çok yaşlı olması sebebiyle bunu kabul etmedi. Seyda Fadlullah Hazretleri etrafında olan insanlara: “Âlimlerle beraber olduğunuzda her türlü hallerinden istifade edin” derdi. Nurşin'de cuma günleri Molla Abdullah, Şeyh Nurettin gibi âlimlerle sohbet etmeden evine gitmezdi. Siirt tarafına gittiği zaman Molla Burhan Hazretlerini ziyaret eder, Baykan'a gittiğinde hocası Molla Muhyeddin Hazretlerinin kabrini ziyaret etmeden programına başlamazdı. Nurşin dışında irşad vazifesi için gittiği şehirlerde hatta hac vazifesi için gittiği kutsal topraklarda dahi o bölgenin âlimlerini muhakkak ziyaret ederdi. Bir âlim zat ile yolculuk ettiğinde önceliklerin ona verilmesini isterdi. Seyda Fadlullah Hazretleri; ilmiye sınıfına verdiği bu önemin yanı sıra talebelerine karşı da çok şefkatliydi. Talebelerini kendi çocuklarından bile üstün tutar, çocuklarından ziyade talebelerine ilgi ve alaka gösterirdi. Ankara'ya geldiği zamanlarda farklı cemaatlere mensup talebeler hayır duasını almak için yanına gelirlerdi. Daha yolun çok başında olan bu küçük yaştaki medrese talebelerini Seyda büyük bir hürmetle karşılar, onları bulundukları konum itibarıyla metheder, hocalarına saygıda kusur etmemelerini, derslerini iyi çalışmalarını tavsiye ederdi. Disiplinli fakat aynı zamanda merhametli bir yapıya sahipti. Aslında disiplin ve merhametin bir arada bulunmadığı söylenir fakat Seyda Fadlullah Hazretleri bir talebenin eğitimi konusunda ne kadar disiplinliyse talebesine karşı o derece de şefkatliydi. Bu sevgi talebelere moral sağladığı gibi öğrenim ortamında da ciddi bir güven ve motivasyon da kazandırırdı.   Talebelerine karşı kalbinde büyük bir şefkat besler fakat bu şefkati onlara göstermezdi. Çünkü talebe bu şefkati hissettiği andan itibaren şefkat ten istifade etmek isteyebilir ve farkında olmadan derslerinden geri kalabilirdi. Fakat Seyda'nın (k.s) konuşma usulünde belli bir tatlılık, şefkat ve sevgi kendisini hemen ele verirdi. Hocalarının bu merhamet ve şefkatine karşılık, medresede okuyan talebelerin Seyda'ya yönelik hitap ve konuşma tarzlarında belli bir samimiyet ve saygı kendini gösterirdi. “senin bendenim” yani kölenim “ellerinden öperim” gibi sevgi ve Saygı ifade eden kelimeler çokça kullanırlardı. Seyda Fadlullah Hazretleri genelde üst düzey talebelere ders verirdi.

Talebelerin derslerini ihmal etmez, bir ya da iki kişiye aynı anda ders veren müderrislerin aksine onlara birebir eğitim verirdi. Talebeyi ders esnasında uyanık tutmak için bakışlarıyla kontrol ederdi. Öğrenilen bilginin kalıcı ve iyice kavranmış olmasına dikkat ederdi. Talebenin dersini anlayarak okumasını, dersini almadan önce iyice Mütalaa etmesini, dersini aldıktan sonra tekrar gözden geçirmesini ve başka öğrencilerle birkaç defa müzakere etmesini isterdi. Bu birebir tekrar öğrencinin farklı bir derinlik kazanmasını sağlardı. Seyda eğer talebe ders geçmekte sıkıntı yaşıyorsa talebeyle özel görüşür bir sıkıntısı olup olmadığını sorar; bu konuyla ilgili sorunu birebir çözerdi. Eğer problem talebenin hocasından kaynaklanıyor ise hocası ile de ayriyeten görüşürdü. Talebe ders hakkında bir meseleyi anlamadığı zaman durup,  anlayana kadar o dersi tekrar anlatırdı. Sabahtan akşama kadar her talebeye ayrı ayrı ders vermesine rağmen, asla siz bu konuyu daha sonra araştırırsınız, deyip diğer derse geçmezdi. Bu özellikle medrese hocalarında çok nadir rastlanan bir özelliktir. Talebelerin dersin inceliklerini anlamak için hazırlamış oldukları soruları sormalarına müsaade eder, mevzu hakkında onların da görüşlerini alır, onlara itibar ederdi. 2009 yılında geçirdiği kalp ameliyatından evvel hastalığı iyice ağırlaşmış, kalp atışları iyice yavaşlamıştı. Öyle ki yürümeye dahi güç bulamaz, bir adım atıp durup dinlenirdi. Bu zamanlarda hastalığından dolayı evinin hemen önündeki medresesine gidemedi. Bu halde dahi talebelerin derslerinden geri kalmamaları için dersini alacağı her bir talebeye ayrı ayrı haber gönderir, gelsin dersinden kalmasın, derdi. Üstelik evine geldiklerinde 2-3 ders birden verirdi. Talebeleri o kadar severdi ki evinin balkonunu yaptırırken, balkon duvarının alt kısmına yattığı yerden de medreseyi görebilmek için küçük boşluklar bıraktırmıştı, Son hastalığı zamanında medreseye gidemediği zamanlarda, balkona çıkıp, öğrencilerin metin okumalarını dinler, onların seslerini keklik seslerine benzetirdi. Talebeleriyle arasında baba-evlat ilişkisi vardı. Talebelerinin maddi ve manevi her türlü derdiyle ilgilenirdi. Medresenin ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmasına rağmen durumu iyi olmayan öğrencilerin bütün ihtiyaçlarını kendisi karşılardı. Hatta bir keresinde talebelerinden birinin Kur'an-ı Kerim'inin cildinin eskidiğini fark edince yeni aldığı gömleğini Kur'ân-ı Kerim'imin ciltlenmesi için verdi, Talebeleri eğitimini bitirdikten sonra da onlarla alakasını kesmez, onları hiçbir zaman unutmazdı. Kendisini ziyarete geldiklerinde sanki bir evladı gurbete gitmiş de gelmiş gibi sevinir, onu nasıl ağırlayacağını bilemezdi. Talebeleri arasında alevi olup ehl-i sünnete geçmiş bir talebesi vardı. Bu sebeple ailesi onu terk etmişti. Seyda ondan hiç alakasını kesmedi, ona maddi ve manevi her türlü desteği verirdi. Durumu iyi olan birkaç talebesi vardı, onu onlara yönlendirdi, devamlı telefon açar hatırını sorardı. Seyda Fadlullah Hazretleri medresede teorik eğitimin, hayata yansıyan İslâmi ameli ve ahlâkî yönü olmadan tek başına işe yaramadığına inanıyor ve bu durumu yeri geldikçe talebelere vurguluyordu. Talebelerini ilmi bakımdan en iyi yetiştirirken aynı zamanda onların edep ve ahlak bakımından da örnek insanlar olmalarına gayret ederdi. Talebelere genel ahlâk için İmam Gazali'nin bazı eserlerini okutur, onların âlimlere karşı vakur ve edepli olmalarını, aynı zamanda mütevazlığı öğrenmelerini isterdi. Yanında okuyan talebelere önce, anne-baba hukuku, müderris-talebe ilişkisi, âlimlere ve âlimlerin bulunduğu mecliste nasıl davranılması gerektiğini öğretirdi. Anne babasına karşı sevgi ve hürmeti öğrenen talebe aynı zamanda hocasına karşı da aynı sevgi ve hürmeti geliştirirdi. Seyda Fadlullah Hazretleri talebelerine: “Hocasının karşısında konuşurken evet ve hayır şeklinde kısa cevaplar veren, hocası müsaade ettiği zaman konuşan, konuştuğunda da tadını kaçırmayacak şekilde davranan, sohbet meclisinde dinlemesini bilen, müsaade edildiğinde kemali edep ile oturan ve kalbinde hocasına karşı büyük hürmet besleyen talebe hocasından istifade edebilir” derdi. Yürürken, yemek yerken, yatarken ve diğer davranışlarda bulunurken mutlaka nezaketli olmasını telkin ederdi. Bu saygı ve edep medrese öğrencilerinin en önemli vasfı olarak ön plana çıkardı. Kendi çocuklarını ders konusunda ikaz ederdi “Eğer size verilmiş olan müderrislik vazifesini hakkıyla yerine getirmez iseniz Allah Teâlâ'nın hesabını Zor verirsiniz, her şeyden önceki işiniz talebe eğitimi olsun” derdi, Küçük oğluna bir gün nasihat ederek” “Talebe yetiştir, talebe yetiştir, talebe yetiştir” sözünü üç kez vurguladı. Çok hasta halde hastanede yatarken bile “Benimle ilgilenmeyin gidip medresede derslerinizle ve talebelerinizle ilgilerin derdi. Seyda Fadlullah Hazretleri fıkıh alanında yüksek bir ilme sahipti. İslam hukukunu son derece iyi bilirdi. Şafii fıkhının yanı Sıra müridlerinden Hanefi olanlar için de Hanefi fıkhını araştırırdı. El-Cezeri'nin dört mezheple ile ilgili kitabını yanından asla ayırmaz hatta başka şehirlere giderken dahi bu ve birkaç kitabını daha yanında götürdü. İlminin büyüklüğünden dolayı, meselelerin çözümü için oluşturulan hakem kurulunda yer alırdı. Hakem kurulu, bölge halkı arasındaki çeşitli meselelerin çözümünde bugün hâlâ çok önemli bir yere sahipti. Şayet bölge halkı arasında herhangi bir sorun çıkacak olursa taraflar kendi aralarında anlaştığı takdirde mahkemeye gitmeye gerek kalmaz. Eğer taraflar sorunu kendi aralarında hâlledemezlerse sonra mahkemeye giderler.  Seyda bu tür mevzularla ilgili aldığı telefonların dışında günde en az 10 kişiyle karşılıklı oturup konuşurdu. Gelenlerle birlikte kan davası, borçlar meselesi, ailevi meseleler, talak-boşanma gibi konular üzerinde çeşitli kitapları karıştırırdı. Fıkhi konulara ziyadesiyle vakıf olduğu hâlde takva yönünden hemen cevap vermez, kitaba bakalım deyip konuyu tekrar araştırırdı. Tüm bunları yapabilmesini sağlayan, onu bu hizmetlere yönelten kalbindeki Allah rızasını kazanma arzusundan başka bir şey değildi. Seyda Fadlullah Hazretleri, zahiri ve batıni ilimlerdeki derin bilgisine rağmen yazılı bir eser bırakmadı. Onun eser vermemiş olması, melâmet meşrebinden kaynaklanmış  olabilir. Nitekim kendisine ” “Efendim yazılı bir eseriniz var mı?” diye Sorulduğunda verdiği Şu cevap insan merkezli eğitime verdiği önemi göstermektedir. “En büyük eser insan yetiştirmektir."



KUTSAL TOPRAKLARDAN YANSIYAN HÜRMET VE EDEP PIRILTILARI

 Üstadımız Seyda Fadlullah Hazretleri, hiçbir sohbetinde kendisinden 'ben' diye bahsetmez ne söyleyecekse 'biz' derdi. “Yeryüzünde pek çok anne-baba vardır; ancak evlada fayda sadece kendi anne-babasından gelir” sözüyle Allah dostlarının aynı amaca hizmet ettiğini, bu nedenle hiçbir Allah dostunun bir diğerinden üstün ya da aşağı olmayacağını söyler, talebelerinden bu edebi gözetmelerini isterdi. Kendinde damla kadar enaniyet eseri görülmeyen bu zatın Mekke ve Medine ziyaretlerinde bu hâli üst noktalarda gözlemlenirdi. Seyda Fadlullah Hazretlerine üç kez hacca ve iki kez umreye gitmek nasip olmuştu. Seyda Hazretleri, kutsal topraklara giderken yanındaki müritlerine bu yolculuğa çıkan insanın kendisini ölülerden bir ölü farz edip her türlü kötü alışkanlığını bırakarak uçağa binmesi gerektiğini tembihlerdi. Mekke'ye gelen hacıların Allah Teâlâ'nın misafiri olduğunu düşünerek orada kimsenin işine karışılmaması ve kalp kırılmamasını önemle tavsiye ederdi. Seyda Hazretleri Mekke ve Medine'de edebe son derece dikkat ederdi. Kendisi, yanına gelen müritlerine “Kâbe ve Medine'de bana edep göstergesi içinde olmayacaksınız, burada hepimiz kardeşiz” derdi. Seyda Fadlullah Hazretleri, Kur'ân-ı Kerim okuduğu bir gün arkasında diz üstü oturan bir müridine dönerek: “Kâbe'nin karşısında bana edep göstermenize gerek yok” dedi. Seyda Hazretlerinin mütevazılığı öyle bir safhadaydı ki Mekke'de temizlik yapan kişilere dahi hürmet ve sevgi gösterirdi. “Onların bize göstereceği bir tebessüm bile bize yeter” derdi. Seyda Hazretleri Mescid-i Haram'a öğle vaktinde gider, yatsı namazını kıldıktan sonra eve dönerdi. Az uyur, çok ibadet ederdi. Akşam yemeğinde kahvaltılık şeyler ve afgan ekmeği yerdi. Uyuması gece saat biri bulurdu. Bir saat sonra da uyanır, abdest alıp Mescid-i Haram'a giderdi. Teheccüd namazını kılar ve tesbihatını yapardı. Sabah namazından sonra tavaf eder, tavaf esnasında insanları incitmemeye, onlara sıkıntı vermemeye dikkat ederdi. Her şaft için sünnet olan duaları biraz yüksek sesle okurdu. Yüzünü tavaf istikametinden başka tarafa çevirmez, tavaf ederken de kimseyle konuşmazdı. Tavaf ibadetinin şuuru yüzünden belli olurdu. Etrafında olan insanları usule uyması için ikaz ederdi. Müritleri: “Seyda Fadlullah Hazretleri ile tavaf ederken kalbimiz huzur bulur ve aklımız bir yerde toplanmış olurdu" demektedirler. Tavaf ettikten sonra Mültezem'in karşısına geçerdi. Sakin bir yerde tavaf sünneti kılardı. Uzun uzun dua ederdi. Zemzem kuyusundan bol miktarda zemzem içerdi. Zemzemi içerken Kâbe'ye dönerek: “Allah'ım! Senden faydalı ilim, bol rızık ve her türlü dert ve hastalığa karşı şifa niyaz ediyorum” şeklindeki zemzem duasını okurdu. Haccın rükünlerini bildiren fıkıh kitapları Seyda Fadlullah Hazretleri'nin yanında olurdu. Bu fıkıh kitaplarından okuyarak her şeyi sünnete uygun yapmaya çalışırdı. Terviye günü Mina'ya giderdi. Yatsı ve akşam namazlarını Mescid-i Hayf'ta kılar, geceyi sokakta geçirirdi. Sabah namazını Mescid-i Hayf'ta eda ettikten sonra Arafat'a çıkmak üzere hareket ederdi. Seyda Fadlullah Hazretleri daha çok, hacca gelip de özel vasıta imkânı olmayan fakir kimselerin kullandığı minibüsleri tercih eder ve bu minibüslerin eşya için ayrılmış üstü açık katına oturur, Arafat'a öyle çıkardı. Seyda Fadlullah Hazretlerinin müritlerinden biri şu hadiseyi aktarmaktadır: “Arafat'a çıkınca Mescid-i Nemire denilen yerde konaklandı. Mescid-i Nemire yolunda bir yerde durdular. Bazı yollar ambulans ve özel durumlar için açılmış idi. Bizim araba da o yola girdi. Müzdelife'ye saat 12-13 gibi geldik Akşam ve yatsı namazını birleştirdikten sonra şeytan taşlama için taş toplandı. Seyda Hazretleri yanında birkaç müridi ile birlikte Arafat'tan Mina'ya gitmek üzere ayrıldı. Tüm hacılar aynı saatte Arafat'tan Mina'ya gitmek üzere hareket ettiği için yol çok kalabalık olurdu.

Ancak ambulans gibi araçlar ve özel durumlar için ayrılmış bazı yollar boş olurdu.  Seyda Hazretleri, normal yollardan gitmekte olan fakirlerin bindiği minibüslerden birisini durdurdu ve üst kısmına fakirlerle birlikte binmek istedi. Müritleri ise trafiğin yavaş ilerlemesi, egzoz gazı kokusu ve sıcağın tehlikeli olacağını düşünerek binmemesini istediler Ancak Seyda Fadlullah Hazretleri o arabaya binme konusunda ısrar etti. Kendisinin sağlığından endişe eden müritleri, Mina'ya inmenin trafik sebebi ile çok uzun süreceğini, öğle saati Güneşinden Seyda Hazretlerinin hasta olabileceğini düşünerek tekrar minibüsün üstüne binmemesini istediler. Seyda Hazretleri, bir kez daha binmek konusunda ısrar etti. Bunun üzerine müritlerinden biri Allah dostlarının muhakkak bir bildiğinin olduğumu düşünerek Seyda Hazretlerini kararından vazgeçirmenin doğru olmayacağı konusunda arkadaşların uyardı. Seyda Fadlullah Hazretleri aracın üzerine Çıkarak oturdu. Araç hareket ederken önünde bulunan ambulans boş olan yola doğru yöneldi. Boş olan yol ile arabaların kullandığı yolu ayıran banketler ambulansın yola girmek üzere yönelmesiyle açıldı. Seyda Hazretlerinin bindiği minibüs de ambulansı takip ederek boş olan yola girdi ve on dakika içerisinde Mina'ya vardılar Böylece Allah dostlarının rehberliğinde sıkıntılı ve uzun olan yolculuk çok kısa bir sürede kolaylıkla tamamlandı. insanlar mahşer gününde dünyada yaptıklarının muhasebesi için bir araya toplanırlar. O gün dehşetli ve insanın ne yapacağını bilemediği bir gündür. İnsan, gölgelenecek bir yerin olmadığı, suyun bulunmadığı bu yerde hesabın sonunda ya cennete ya da cehenneme gidileceği korkusundan müthiş bir dehşete kapılır. Üstelik burası son noktadır; çünkü gidilebilecek başka vatan yoktur. Kur'ân-ı Kerim, o dehşetli günü pek çok surede anlatarak insanları o gün için hazırlıklı olmaya davet eder. Allah'ın veli kullarıyla birlikte olmak ise hazırlıkların en güzellerindendir. Bu surelerden biri olan Zilzal suresindeki «eştât» kelimesi tefsirlerde şöyle yer almaktadır. Kıyametteki insanların bir kısmı, yeryüzünün her tarafından bölük bölük gelerek ve herkes kendi benzeriyle birlikte ve durak yerlerine binitli olarak, güzel elbiselerle yüzleri bembeyaz ve önlerinde “İste Allahın velileri!” diye nida eden bir münadi bulunduğu halde giderlerken; diğer bir kısmı yüzleri simsiyah, yalın ayak, baş açık, zincirlerle ve bukağılarla bağlı olarak ve önlerinde “İşte Allah'ın düşmanları! diye nida eden bir münadi bulunduğu halde, amelleri kendilerine gösterilmek için götürülürler. Allah'ın izniyle mahşer gününde, önünde Allah'ın veli kulları olanlar için yolculuk kolay olacaktır. İşte müminler her sene Arafat'ta mahşer gününün ufak bir provasını yaparlar. Zira Arafat hem çok kalabalık hem de çok sıcak olur. Ruhen ise insan hatalarının muhasebesi içinde pişmanlıklarla doludur. Dua ve gözyaşı iç içe geçmiştir. Müminler kutsal topraklardaki her anı ibadetle değerlendirme gayretindedirler. Seyda Fadlullah Hazretleri de hac vazifesi sırasında devamlı ibadetle meşgul olurdu. Bu sebeple üzerindeki ihram fazlasıyla yıpranırdı. Bu ihramı gören dostlarından biri, Seyda Hazretlerine ihram satan tanıdık bir dükkâna giderek yeni bir ihram almayı teklif eder. Birlikte dükkâna giderler, dükkân sahibi çeşitli ihramlar gösterir. Seyda Hazretleri beğendiği bir ihramın fiyatının 500 riyal olduğunu öğrenir ve “Bu kadar pahalı bir ihramı almaya ben layık değilim” der. Bunun üzerine yanındaki dostu ihramı alma konusunda ısrarcı davranır ve “Sizi buraya ben getirdim, ihramı ben size hediye alayım" der. Kalbinden de her halde Seyda Hazretlen yanında bu kadar parası olmadığından ihramı almak istemedi diye düşünür. Seyda Fadlullah Hazretleri teklifi kabul etmez ve kendi tanıdığı bir ihramcıya gidip oradan ihram almayı teklif eder. Seyda Hazretleri ile birlikte diğer ihramcıya giderler ve 30 riyale ihram satın alıp birlikte namaz kılmak üzere Kabe'ye doğru dükkândan ayrılırlar. Yolda Seyda Maşuk Hazretlerinin halifesi olan Seyda Molla Hüseyin Hazretleri ile karşılaşırlar.

Seyda Hazretleri, ona medresesinin ve öğrencilerin durumunu Sorar ve medresede kullanılmak üzere cebinden 300 riyal çıkartarak verir. Yanındaki dostu Seyda Hazretlerinin gerçekten mütevazılığından dolayı ihramı almadığına şahit olur ve aklından geçirdiği düşüncelerden dolayı büyük bir pişmanlık duyar. Kâbe'de vazifelerini yerine getirdikten sonra akşamüzeri otele gitmek için yola çıkarlar; fakat boş bir taksi bulamazlar. Seyda Fadlullah Hazretleri otobüse binmeyi teklif eder. Yanındaki dostu “Seydam siz mi otobüse bineceksiniz?” diye şaşkınlıkla sorunca Seyda Fadlullah Hazretleri “Bizim otobüse biner insanlardan ne farkımız var, neden biz otobüse binmeyelim?” der, Yarındaki dostu tekrar taksi arar fakat bulamaz. O sırada gelen iki katlı otobüse Seyda Hazretleri binmek ister, fakat herkes alt kata oturmuş olduğundan alt katta yer yoktur. Seyda Hazretleri “Üst kata çıkalım” der. Yanındakiler ise başka bir otobüse binmeyi isterler ama Seyda Hazretleri üst kata çıkıp oturur. Bir müddet sonra alt kattakilerin büyük bir kısmı yukarıya Seyda Hazretlerinin yanına çıkar. Yanındaki kişi içinden “Sen kendini bir şey sanıyordun fakat gördün ki Seyda Hazretlerinin mütevazılığından etkilenerek diğer yolcular da yukarıya geldiler” diye geçirir. Medine'ye geldiğinde eski bir ev kiralar ve orada kalırdı. Seyda Alameddin Hazretleri, Seyda Fadlullah Hazretlerine bir gün “Sütle ekmek satan bir yer var, oraya gidelim” der. Gittikten sonra Seyda Hazretleri “Süt fazla güzel değilmiş” der. Hemen sonra Estağfirullah çeker ve “Keşke buraya gelmeseydik” der. Neden diye sorduklarında, “Biz Medine'nin sütünü beğenmezsek zarar görürüz” der. Medine'deki düşüncesi edebe aykırı davranmama üstüne kuruludur. Medine'nin sokaklarında dahi Peygamber Efendimizin (s.a.v) ayak bastığı yerlerdir, diye düşünerek yalın ayak yürürdü. Bu düşüncelerle yürürken insanların gözünün içine bakardı ve “Salih insanlardan birinin nazarı bana değer mi acaba?” diye ümit ederdi. Muvacenehi Şerif'in önünde dikkatli, sessiz ve kısa adımlarla başı önüne eğik, salâvat-ı şerife getirerek elleri önüne bağlı yürürdü. Ayakta uzun bir rabıta kurardı. Kalabalıkta kimseyi rahatsız etmemeye dikkat ederdi. Medine'de Peygamber Efendimizi (s.a.v) ziyarete gitmeden önce Hz. Ebubekir'den (r.a) istimdatta bulunurdu. "Ben veda Ziyareti yapabilecek durumda değilim. Siz Peygamberimizin en yakın dostu, ilkin ikincisi idiniz, bana bu ziyareti yapma konusunda yardımcı olunuz” der ve ziyarete öyle giderdi. Bir gün boş bir alanda yürürken genç bir zat Seyda'nın yanına yaklaşır, sakalından tutup üç defa “Tebliğ! Tebliğ! Tebliğ!” der Ve Arapça bazı şeyler söyler. Seyda Hazretleri titremeye başlar ve cezbe hali gelerek bayılır. Kendine geldiğinde titremesi halâ devam etmektedir. Yanındaki müridine o kişinin kim ve nerede olduğunu sorar. Müridi o kişiyi tanımadığını ve arabaya hurma getirmek için gittiğini söyler, O kişi arabadan hurmaları alır ve geri gelir, Seyda'ya “Sana verilen tebliğ vazifesini yerine getireceksin" der, Sonra o kişi gözden kaybolur. Seyda bu insanın nereye gittiğini sorar ve sonra “Birden zuhur eden o mübarek zat aslında Hz. Ebu Bekir gibiydi” der. Seyda Fadlullah Hazretleri hacca gittiğinde, hac ibadetlerini yerine getirmenin yanında manevi kapıları kendisine açacak zatlarla ve Mekke ehlinden kişilerle buluşup dostluk etmeyi arzu ederdi. Seyda Fadlullah Hazretleri, 2000 yılındaki hac ziyaretleri esnasında Arafat'tan döndükten sonra Seyda Maşuk Hazretlerinin kabrini ziyaret etmek istedi. Cennet-i Mualla'nın kapısına geldiklerinde kapının kapalı olduğunu gördüler. Açılır diye bir süre beklediler. Bir müddet sonra nöbetçi bir asker gelerek kapıyı açtı. Seyda Maşuk Hazretlerinin kabrinin yanına geldiler. Seyda Fadlullah Hazretleri kabrin başında uzunca bir rabıta kurdu. Seyda Fadlullah Hazretleri “Buralarda büyüğümüz ve sahibimiz sensin bize manevi kapıları aç” diye ricada bulundu. Bir müddet sonra yan taraftaki kabre ziyaretçiler geldi.

Beyitler ve kasideler söyleyerek, “Burada yatanı kişilerden birinin amcası olduğunu, kutbul aktab bir zat olduğunu, bir diğerinin ise dayısı olduğunu ve Gavs olduğunu söyleyerek ellerindeki zembillerin içerisinde olan güzel bir kokuyu etrafa serptiler.” Seyda Fadlullah Hazretlerinin yanına gelerek onunla tanıştılar. Bu kabir bölümünün -Hz. Hatice validemizin etrafındaki bu kısmın seyyitlere ait olduğunu ve seyyitlerin buraya gömüldüklerini söylediler. Birkaç gün sonra Seyda Fadlullah Hazretleri, Seyda Muhammed el Maliki el Alevi Hazretlerini ziyaret etmek istedi. Yatsı namazından sonra bu mübarek zatın medresesine gittiler. Suriye'de bir âlim zatın vefatı sebebiyle o gece orada mevlit okunuyordu. Çok kalabalık vardı. Seyda Fadlullah Hazretleri içeriye girdi ve arkalarda bir yere oturdu. Seyyid Muhammed Alevi Hazretleri'nin göndermiş olduğu bir kişi Seyda Hazretlerinin yanına geldi. Bu kişi Seyda Maşuk'un kabrinde karşılaştıkları şahıstı ve Seyyid Muhammed Alevi Hazretlerinin kardeşi idi. Seyyid Muhammed Alevi Hazretleri'nin onu yanına çağırdığını söyledi. Seyda'nın kolundan tutup saflar arasında ilerleyerek Seyyid Muhammed Alevi Hazretleri'nin yanında bulunan koltuklardan birine oturttu. Mevlüt bittikten sonra Seyyid Muhammed Alevi Hazretleri ayağa kalkarak kalabalık insan topluluğunu uğurladı. Seyda ile beraber odada 10-15 kişi kaldılar. Seyda Fadlullah Hazretleri ve yanında bulunan kişiler, Seyyid Muhammed Alevi Hazretleri'nin yanına giderek onun elinin öptü. Seyyid Muhammed Alevi Hazretleri; Seyda Fadlullah Hazretleri ve arkadaşları için "Gitmesinler, otursunlar” dedi. Habeşi bir kişi, Seyyid Muhammed Alevi Hazretlerinin karşısına geçip Arapça kasideler, Peygamber Efendimizi (s.a.v) öven beyitler, methiyeler okumaya başladı. Ortamda muhabbet üzerine kurulu cezbeli bir atmosfer vardı. Sanki Peygamber (s.a.v) zamanında sahabelerin O'nun karşısında methiye okuması halini hatırlatan bir ortam oluşmuştu. Seyda Hazretleri, Seyyid Muhammed Alevi Hazretlerinin yanına diz üstü oturdu ve Seyda'ya Sorular sormaya başladı. Seyda Fadlullah Hazretlerine nereden geldiğini, ismini, arkadaşlarının kimler olduğunu sordu. İsimleri bir kâğıda yazıp listeyi almak O'nun âdeti idi. Seyda Fadlullah Hazretleri, Nurşin'den geldiğini ve Hazret'in torunu olduğunu söylediğinde Seyyid Muhammed Alevi Hazretleri, Muhammed Diyauudin Hazretlerini görmüş gibi cezbelendi ve zemzem istedi. Seyyid Muhammed Hazretleri zemzemi içtiği kupayı Seyda Fadlullah Hazretlerine verdi. “Sen de bir iki yudum iç ve yanındakilere de ver” dedi. Sonra cezbelenmiş bir halde Seyda'ya (k.s) ; “Şeref verdin bize ya Seyda!” deyip tekrar “Hoş geldin ya Seyda!” dedi. O mübarek zat tekrar zemzem istedi Seyda'ya iç diye ikram etti. Bunu sadece sen iç, dedi. Seyda'ya medresesinin olup olmadığını ve talebe okutup okutmadığını sordu. Seyda kalp rahatsızlığım var, diyerek göğsünü ve kollarını açıp ameliyat yerlerini gösterdi. Bunu yapmasının sebebi hikmeti ise bu mübarek zatın nazarları ile şifa bulmaya çalışmak idi. Ayrıca gözlerinin de 15 derece miyop olduğunu söyledi. Seyyid Muhammed Alevi Hazretleri, “Medreseyi kesinlikle kuracaksın, talebe okutmaya devam edeceksin, inşallah gözlerin iyileşecek. Eğer sen talebelerin içinde bulunsan, onların söylediklerini işitsen ve onlar da senin orada olduğunu bilseler, bu bile onlara yeter” dedi. Seyyid Muhammed Alevi Hazretleri cinlerle ilgili çok değişik hadiseler de anlattı. Peygamber Efendimizden (s.a.v) 2-3 kuşak sonra yaşamış bir cin gördüğünü, cinlere zikir yaptırdığını, sohbet ettiğini ve onların üzerinde etkisi olduğunu söyledi. Seyyid Muhammed Hazretleri, yanındakilere misafirler için hediyeler getirilmesini buyurdu. Seyda Hazretleri için de bazı özel kitaplar ve yeşil bir örtü verdi. Seyda Alameddin Hazretlerine ise çeşitli kitaplar hediye etti. Ayrıca medreseye de bazı kitaplar verdi. Seyda Fadlullah Hazretleri Medine'de yaşadığı bir hadiseyi şu şekilde anlatır: “Medine'de birgün Ravza-ı Mutahhara'da idim. Akşam namazı vaktiydi. Ravza'ya sakalı kızılımsı, kimin yanında dursa ondan daha uzun görünen, üzerinde mavi bir cübbe, başında bu mavi cübbenin takkesi olan bir kişi içeri girdi. Sarığı var mıydı, yok muydu hatırlamıyorum. Şekli çok zarifti. Kimsenin ona bakmaması benim çok dikkatimı çekti. Baktım ki benim yanıma doğru geliyor. Bende Ravza'ya çok yakındım. Ravza-ı Mutahhara çok yüksek bir yerdir. O zat geldi, bastonunu Ravza'ya astı. Ben dikkatle ona baktım. Birkaç kez elini öpmeye niyet ettim, bırakmadılar, çünkü namaz vakti olduğu için orası çok kalabalık olur, kalksam yerimi kaybedebilirdim. Namazdan sonra Ziyaret ederim, dedim ama O zat gitti, gelmedi. Kalbimde bu merak kaldı: Acaba O zat kimdi? Türkiye'ye döndükten sonra Molla Mahmut'la konuştum, bana: “Eğer gördüklerin doğruysa o senin gördüğün zat Resulü Ekrem (s.a.v) dir” dedi. “Nasıl?” diye sordum. “Ruhani olmayan hiç kimse oraya bastonuyla giremez; çünkü kapıdaki görevliler elinde torba olanları bile içeriye sokmuryorlar ki bastona müsaade etsinler. İkincisi; başka peygamber dahi olsa mümkün müdür ki Resulü Ekrem (s.a.v) Ravza'da iken bastonunu Ravza'ya assın. Üçüncüsü de; ben bir kitapta rastladım, Resulü Ekrem beş vakit Ravza'dan çıkar, imamın arkasında cemaatle namaz kılar” dedi. Ben bunu duyduktan sonra çok üzüldüm, keşke tanışsaydım. Sahabeler, Peygamber Efendimiz vefat ettikten sonra çoğu kez onu Mescidi-i Nebevi'de görmüşlerdir. İmam-ı Suyuti, 60-70 kere Resulü Ekrem (s.a.v) ile oturmuş. Seyyid Ahmet el Rufai Hazretleri Medine'ye gittiğinde: "Ya Resulullah, uzaklardan ben salatı selam gönderiyordum, şimdi bedenimle geldim. Mübarek elini uzat, öpmek istiyorum” diyor. Ravza'dan el çıkıyor, o da öpüyor. Seyda-i Taği (k.s) de böyle şeyler yaşamıştır. Böyle şeyler çok yaşanır.” Hac ve umre ziyaretleri kişilerde manevi ufuklar açan sevilenlerin huzuruna çıkıldığı ziyaretlerdir. Allah dostları bu hakikatleri en üst düzeyde yaşarlar, yaşadıkları olayların bazılarını da bize muhabbetlerimiz artsın diye anlatırlar. Bizim bilemediğimiz buluşmalara da vakıf olabilmek duası ile...



SEYDA FADLULLAH HAZRETLERİNİN HİZMLETLERİ

Sürekli değişen şu fani dünyada insanlığın vazifeleri aslında hiç değişmiyor. İnsan, dünya hayatını inşa eden ancak bu esnada ahiretini de gözden çıkarmayan, asıl yatırımı oraya yapması gereken bir konumda yer alıyor. insanlara dünyanın bir durak yeri olduğu asıl yurdun ahiret olduğunu anlatan, bu konuda insanları uyaran elçileri Allah Teâlâ her dönemde göndermiştir. Bu sebeple, Resulü Ekrem'in (s.a.v) dünyaya veda ederken mihraba geçirdiği ve arkasında namaza durduğu imam, eline sancağı verip kumandan tayin ettiği genç serdarlar birer işarettir. Bunlar, Efendimiz (s.a.v) bu dünyadan hakiki âleme göçtüğünde onu temsil eden kişileri yerine bırakacağını anlatan fiili işaretlerdir. İşte Seyda Fadlullah da silsilenin halkalarından idi ve insanları irşad ile vazifeli, Resulullah'ın nesebinden  gelen âlim bir zat idi. Seyda Fadlullah Hazretleri insanlara iyiliği emrederek, onları kötülükten sakındırmaya çalışır, insanların Allah rızasını gözetmelerini ister böylelikle tasavvuf yolunda ilerlemelerine çalışırdı. Bitlis ili Güroymak (Nurşin) ilçesinde yaşaya Seyda Fadlullah Hazretleri, herkese Allah Teâlâ'nın emir ve yasaklarını anlatmaktan bir an bile geri kalmazdı, Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşayan insanların belini büken cehaletten kaynaklanan İslâm'a uymayan örf ve adetler, töre cinayetleri, kan davaları kuvvetlinin zayıfı ezmesi gibi içinden çıkılamayan durumlarda insanlar, Seyda Hazretlerine müracaat eder ve sorunlarına çözüm bulurdu. Seyda Fadlullah Hazretlerindeki sorunlara çözüm bulma kabiliyeti dedesi Seyda-i Tâği ve Hazret olarak bilinen Şeyh Muhammed Diyauddin Hazretlerinden miras idi. Seyda ailesi olarak da tanınan bu insanlar; tüm insanlara şefkatli, eşit ve adil davranırlardı. Bunun için Seyda Fadlullah Hazretleri, halk tarafından çok sevilen, saygı duyulan biri idi. Halk, her durumda kendisine danışır, bilgi ve tecrübesinden faydalanırlardı. İnsanlar aralarında meydana gelen anlaşmazlıkları mahkemeye taşrmadan önce Seyda Fadlullah Hazretlerini kendilerine hakem tayin eder, onun verdiği karara Saygıyla Uyar, Kesinikle itiraz etmezlerdi. Seyda hazretlerinde Allah Teâlâ'nın bahşetmiş olduğu üstün ikna kabiliyeti vardı. Bu kabiliyetini; halkın ıslahı, anlaşmazlıkları çözme, küskünleri barıştırma ve huzuru sağlama için kullanır, bunlar İçin hiçbir fedakârlıktan kaçınmazdı. Gaye sadece Allah Tealâ'nın rızası idi, yaşadığı zorluk ve olumsuzluklar dahi bu kutsal dâvadan onu bir an olsun geri bırakmamıştı. Seyda Fadlullah Hazretleri kalp hastası idi, nefes darlığı da var idi. Ancak o, kendi sağlık ve sıhhatini hiçe sayardı. Ömrünü insanların hidayet bulmalarına vakf etmişti. Maddi imkânlarının yetersiz olduğu durumlarda bile borç para almak suretiyle insanlara yardım eder, kimsesizleri koruyup gözetir, anlara şefkatle muamele ederdi. Seyda Fadlullah Hazretlerinin vefatından bir yıl önce idi. Nurşin'e bağlı Orma köyünde bir kavga olmuş, bu kavga ne yazık ki üç insanın vefatıyla sonuçlanmıştı. Kan davasına dönen bu olayı çözmek, tarafları barıştırmak için birçok kimse aracı olmuş ancak bir netice sağlanamamıştı. Seyda Fadlullah Hazretleri, yanına Molla Hamit ve Molla Mustafa'yı alarak, çok ciddi sağlık sorunları olmasına rağmen önce İzmir'e sonra Manisa'ya gitti. Taraflar ile görüştü, yaptığı nasihatler ile bu insanları barıştırdı. Âdete göre, bu barıştırma için bir tören yapıldı. Muş, Bitlis ve diğer çevre illerin ileri gelenleri, törene davet edildi. Yemekler verildi, hiçbir masraftan kaçınılmadı ve beş yüz kişilik bir topluluğu Seyda (k.s) ağırladı. Seyda Fadlullah Hazretleri ülkemizde meydana gelen terör olayları için çok üzülür, akan kanın durması için tavsiyelerde bulunurdu. İslâmiyet'te ırkçılık, milliyetçiliğin olmadığını tüm insanların kardeş olduğunu sohbetlerinde anlatırdı. Hatta bu kötü hastalığa yakalanan kişilerin, tasavvufta ilerleme kaydedemediklerini ve bütün Müslümanların birbiriyle kaynaşması durumunda zorlukların aşılacağını, bu sıkıntıların bitebileceğini söylerdi.

Resulullah (s.a.v) bir kudsi hadis de sevilen bir kulun diğer varlıklara nasıl sevdirildiğini şöyle anlatır: “Allah Teâlâ bir kulu sevdiği vakit Cibril'i çağırır ve şöyle buyurur. 'Ben falan kulumu seviyorum, onu sen de sev, Onu Cibril de sever, daha sonra Cibril sema halkına meleklere şöyle seslenir. Gerçekten Allah falan kulunu seviyor, onu siz de sevin, Artık onu sema ehli de sever. Bundan sonra Allah onu yeryüzündeki kullarına da sevdirir.” (Müslim,157) İşte Seyda Fadlullah Hazretlerinin üzerinde bu ilahi emrin nuru görülürdü. Halk onu gerçekten çok severdi. çevre illere gittiğinde yöre halkı Onun huzuruna gelmek, sohbetinde bulunmak için can atardı. Diğer âlimler Seyda Fadlullah Hazretlerinin huzuruna geldiklerinde hepsi birer talebe edasıyla edep gösterir, diz üstü otururlardı. Seyda Fadlullah Hazretlerinin hayatı, sözleri, halleri hayret verici idi, Onun yakın çevresinin anlattığı pek çok hadise vardır. Diyarbakır ili Hazro ilçesinde üzüm bağları vardır. Burada Seyda Fadlullah Hazretlerinin halifelerinden Seyda Molla Ömer'in de bir bağı bulunmaktadır. Bu üzümlerden pestil ve cevizli sucuk yaparlar ve Seyda Fadlullah Hazretlerini ziyarete giderken hediye olarak götürürlerdi. Molla Ömer, 1994 yılında Seyda Fadlullah Hazretlerini ziyarete gittiklerinde Seyda (k.s) tebessümle “Pestil getirmediniz mi?” diyerek sorar. Onlar da “Seyda'm Hazro'da bağlara necis hayvanlar giriyor, mahsulün necis olacağını düşünüp biz de çapa ve budama yapmıyoruz” der. Seyda Hazretleri, Resulullah Efendimizin (s.a.v) bir hadisi şerifini hatırlatarak: “Yarın kıyametin kopacağını bilseniz dahi ağaç dikin, emrine uyun. Bağlarınızı çapalayın ve budayın.” emrini verir ve dua eder Molla Muhammed Selim bağları çapalar ve budar. Komşu bağlara necis hayvan girdiği halde Seyda Hazretlerinin duası ile Seyda Molla Ömer'in bağına artık o hayvan girmez. Engin sinesi ile herkesi semtine davet eden ve insanları sevgi ve muhabbetle kucaklayıp sinesine saran Seyda Fadlullah Hazretlerinin ibret ve mesaj dolu sohbetlerinden etkilenmemek mümkün değildir. Bir sohbetlerinde “İnsanları yanımıza davet ederken sadece bağlımız olmaları için davet etmeyin. Onların bizim soframızda yemek yemeleri, sohbetimizi dinlemeleri bizden istifade etmeleri için de çağırın.” buyurmuştur. Seyda Hazretleri aynı zamanda feraset sahibi büyük bir âlim ve mürşidi kâmildir. Seyda Molla Muhammed Selim anlatıyor: Ben 1993 yılında Seyda Hazretlerine talebe oldum, intisap ettiğim yıl Seyda Hazretleri bana: “Evliyanın kerameti çocukların elindeki ceviz gibidir. Çocuklar bu cevizlerle nasıl oynarlarsa evliya için keramet de öyledir. Fakat biz müptedilerin kalplerini ısındırmak için bazı şeyler gösteririz.” buyurmuş” tur. Daha sonra bu sözünün pek çok yansımasını gördüm. Nurşin'e bağlı bir köyde imamlık yaparken bir cenazeye gittim, orada Kur'an-ı Kerim okuduk. Cenaze sahibi bize para vermek istedi, ben almak istemedim, ısrar etti, ben yine almak istemeyince, “Eğer sen bu parayı almasan hayır ölüye gitmez” dedi  kadı Beydavi'den bir hadis nakletti. ben de hadis olunca durdum fakat kalbim mutmain olmadı. bunu Sevda hazretlerine sormak için nurşin'e geldim. sabah Seyda medreseye geldi. hal ve hatır sorduktan sonra benden bir Kur'an-ı Kerim istedi ve okumaya başladı. Ben bu arada Nurşin'e geliş sebebimi ve soracağım Soruyu unutmuştum. Tam o sırada bana dönerek Molla Selim Kadı Beydavi'den nakledilen hadisler zayıftır, insanları Kur'ân-ı Kerim okumaya Isındırmak için söylenmiştir” dedi bu arada ben sorumu hatırlamıştım ancak ben Soruyu sormadan cevabını almıştım. yine bir gün kutlu beldeye, Seyda Hazretlerini ziyaret etmek için yola çıkmıştık. Muhabbet beldesinin yolunda ilerlerken Bitlis deresinin orada, bir çeşme başında kahvaltı için mola verdik. Yazın herkes bu çeşmelerin başında üzüm ve karpuz yerdi. Orada ceviz ağaçları da vardı. Ağaçların başında bir ceket asılı olduğunu gördüm. “Herhalde bizden önce biri burada durdu ve ceketini unuttu” diye düşündüm. Belki cebinde telefon vardır, arar sahibine veririm diye düşünerek ceketin cebine baktım. Cebinde bir mektup vardı.

Mektupta Seyda Molla Muhyeddin'in (k.s) mektubundan bahsediyordu. Fazla ayrıntı yoktu ancak Fatiha suresinde veleddallin mi, velezzallin mi okunacak diyerek anlaşmazlığa düştüklerini anlatıyordu. Yanımızda Seyda Molla Abdülhamid ve Seyda Molla Muhammed Bakır da vardı. Biz “Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerini en iyi tanıyan Seyda Fadlullah Hazretleridir, mektubun ayrıntısını Seyda'ya (k.s) sorarız” dedik. Nurşin'e gittiğimizde Seyda Fadlullah Hazretleri çardağın altında oturuyordu. Bizim halimizi, hatırımızı sorduktan sonra Seyda (k.s) mektupta yazılı olan tartışmayı gündeme getirdi ve şöyle açıkladı: “Bediüzzaman Said Nursi'ye Fatiha suresinde veleddallin mi, velezzallin mi okunacak diye sormuşlar. O da “Siz Nurşin'e n gidin. Orada Seyda namıyla bilinen Şeyh Abdurrahman-i Tagi'nin dergâhı vardır. Onlar nasıl okuyorsa siz de öyle okuyun” diyerek açıklık getirmişti.” Bu arada biz Molla Abdülhamid ile birbirimize bakıyor ve tebessüm ediyorduk. Daha biz sormadan Seyda (k.s) cevabı vermişti. Seyda Fadlullah Hazretleri kalplere vakıf biri idi, bizim ruh dünyamızda kopan fırtınaları görürcesine konuşuyordu. Seyda Fadlullah Hazretleri çok merhametiydi. Huzurunda edepsizlik yapan insanlara dahi öfkelenmez, onları incitmez ve devamlı hayır dualar ederdi. Bir gün eski divanda mübarek huzurlarında bulunuyorduk. Kalabalık bir gündü, misafirler vardı. Bir grup cahil insan geldi. Divanın yan tarafında gürültü çıkartıyorlar, misafirleri rahatsız ediyorlardı. Seyda (k.s) kendilerine böyle yapmayın, dediğinde Seyda'ya (k.s) karşı sert konuştular. Seyda (k.s) hiç karşılık vermedi fakat bu durum benim ağrıma gitti Seyda'ya karşı edep dışı olur düşüncesiyle sesimi çıkarmadım ancak içimden: “Seyda şunlara beddua etse” diye geçirdim. Seyda Hazretleri bana dönüp “Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerinin bir halifesi vardı. Birisine beddua etmişti, o kişinin gözü kör oldu. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri o halifesine beddua ettiği için çok kızmıştı” diyerek beni bu düşüncemden vazgeçirdi. Seyda Fadlullah Hazretlerinin bir insan olarak toplum içindeki görevini anlatırken, onunla yaşantısı olanları dinlerken, onun örnek hayatını anlatırken bir an çağlar ötesine gidiyor, Âlemlerin Efendisinin (s.a.v) yaşadığı asrı hissediyoruz, sanki sahabelerle bütünleşiyoruz. Ne mutlu Seyda Fadlullah Hazretlerinin hallerini görenlere ki çağlar öncesinin iklimini yaşadılar.



GİDEN SEVGİLİ

Resulü Ekrem (s.a.v)  hayatı boyunca Allah Tealâ'nın emir ve yasaklarını insanlara bildirdi. Onlara haramları, helalleri, Kur'an ahlâkını, sünneti seniyyeyi öğretti. Vefat ettiği zaman Müslümanlar, Allah'a nasıl kul olacaklarını biliyorlardı. Artık Resulü Ekrem (s.a.v)  olmadan hayatlarına devam edeceklerdi. Kim Resulü Ekrem'in (s.a.v) gösterdiği yolda sapmadan dosdoğru yürüdüyse kurtulanlardan oldu, kim de o yoldan saptıysa Resulü Ekrem'den (s.a.v) uzaklaştı, hem dünya hayatını hem ahiret hayatını cehenneme çevirdi. Şimdi bizler de sahabe-i kiramın yaşadığı bu büyük acının bir nebze benzerini; Resulü Ekrem'in (s.a.v) “Ümmetimin âlimleri benim varislerimdir” hadis-i şerifinde bahsi geçen zamanımızın büyük âlimlerinden Üstadımız Seyda Fadlullah Hazretlerinin kaybıyla yaşadık. Üstadımız 28 Nisan 2009'da fani olan dünya hayatından hepimizin bir gün gideceği dar'ül bekaya intikal etmiştir. 



HASTALIĞI VE VEFATI 

Üstadımız Seyda (k.s) yirmi seneyi aşkın bir süredir kalp rahatsızlığı çekiyordu. Bu hastalığını da şöyle yorumluyordu: “Ben Veysel Karani Hazretlerini ziyarete gittiğimde, Allah Teâlâ'dan O'nun makamında olmayı diledim. Allah Tealâ da bu duamı kabul etti. Veysel Karani Hazretleri, Üveysilik makamına uzun yıllar hastalık çekerek ulaşmıştı. Allah'a hamd ve senalar olsun ki biz de hastalıkla imtihan oluyoruz.” 

Seyda bir gün dahi hastalığından şikâyet etmedi. Son hastalığı sırasında geçirdiği kalp ameliyatı sonrası nefes almakta çok güçlük çekiyordu. Nefes almaya çalışırken kendinden geçiyordu. Bu halinde bile teheccüd namazına, evradına devam ediyordu. 

Son ameliyatı için Ankara'ya gelmeden evvel İstanbul'da yaklaşık bir ay kaldı. Burada geçen sürede çok ağır hasta olmasına rağmen kendisini Ziyarete gelen herkesle yakından ilgilendi. Hatta kendinizi bu kadar yormayın diyenlere: “Sohbet ederken acılarımı unutuyorum ” cevabını verirdi. Bazı akşamlar o kadar hasta olurdu ki odasına giden koridorda duvara yaslanarak yürürdü. Müridleri ve evlatlarıyla birlikte geçen sürede onlara her sohbetinde cennet güzelliklerinden bahsetti. Müridlerinin kendisini kalabalık halde ziyaret etmelerinden memnun olur, onları birlikte görmenin memnuniyetini onlara da bildirirdi. Seyda'nın (k.s) hastalığı sırasında iki ay kadar Ankara'da yanında kalan oğlu Seyda Alameddin Hazretleri bir hatırasında; “Seyda'nın son hastalığı zamanlarında İki ay boyunca hiç uyumadan yanında kaldım. Bir gün sabah namazının geçmesine çok az vakit kalmış, bizler de uyuya kalmışız. Ben Seyda her seslendiğinde koşup gidiyordum, bu sefer Seyda (k.s) öyle heybetli bir hal ile kalktı ve "Oğlum kalk, Allah bizi öyle büyük bir imtihana tâbi tutuyor ki gafil olma!" dedi. O öyle söyleyince ben irkildim, bu söz bana çok tesir etti. Allah Teâlâ o mertebede olan bir insanı dahi bu halinde imtihan ediyorsa bizim halimiz nicedir?” diyerek anlattı. Seyda'nın hastalığının son dönemlerinde solunum sıkıntısı, yetmezlik tedavileri için devamlı vücudundan kan alınıyor ve serum veriliyordu. Ameliyat yaraları iğne izlerinden vücudu delik deşik olmuştu. Fakat buna rağmen Allah Teâlâ Hazretleri'ne ileri derecede teslimiyetin ifadesi olan şu duasına şahit olduk: “Ya Rabbi! Sen Settar sıfatının büyüklüğüyle bana verdiğin şu bedendeki kemiklerimi, etlerimi deriyle kaplayıp örttün. Verdiğin bu hastalıkla bedenimi pare pare ettin. Bana kulluğumu, acizliğimi hatırlattın ve bana büyüklüğünü gösterdin.” Seyda (k.s) sessizce hazırlandı vuslat yolculuğuna. O gece yanında kalmak isteyen müridlerinden müsaade isteyerek Ailem benimle kalsın. dedi. Sabah ameliyata girdikten sonra Hacı Bayram Veli Hazretlerini ziyarete gitmelerini, hatim dualarını orada yapmalarını ve sonra Keçiören'e eve gitmelerini tembih etti. Sabaha kadar uyumadı, Kur'ân-ı Kerim okudu, evradını çekti, kasideler söyledi. Artık Seyda (k.s) için farklı bir yolculuk başlamıştı, Bir daha uyanamadığı son ameliyatına girmeden evvel yanında bulunan evlatlarına “Sizi ve imanlarınızı Allah Teâlâ'ya emanet ediyorum.” duasında bulundu ve geride bıraktıklarına el sallayarak odasından çıktı. Ameliyattan bir gün evvel ameliyatı yapacak doktora “Yarın 11-12 gibi iyi olduğum müjdesini evlatlarıma verirsiniz.” demişti. Ve dediği gibi ertesi gün; 29 Nisan akşamı gece 23.30 sıralarında aramızdan ayrıldı. Kanamadan, çaresiz hastalıktan vefat eden insanlara da Allah Teâlâ şehitlik makamını ihsan eder. Şehit olarak vefat eden insanlar sekerat anını yaşamadan yani ölüm zorluğu çekmeden ruhlarını teslim ederler. Allah Teâlâ o kullarına öldüklerini bildirmez. Seyda kelime-i şahadet getirerek ameliyata girdi; anestezi aldı, uyudu ve bir daha uyanmadı. Şehitlik alametlerinden biri de şehitlerin kanının pıhtılaşmamasıdır. Seydamızın, aziz ve pak bedeni defnedilirken kefeninde ve tabutunda kan görülmüştü. Bu kan yüksek makamların yanı sıra şahadet makamına da ulaştığının alametiydi.


Vefatından sonra yüzü ay gibi parlıyordu. Bacağı ve göğsünde ameliyat yaraları vardı. Defnedilmek için Ankara'dan nurşin'e uzun bir yolculuk yapıldı. Seyda her sefere çıktığında müritlerinin bulunduğu şehirlere uğrar sevenleri ve bağlılarıyla bizzat baba şefkatiyle ilgilenirdi. Mübarek bedeni defin için Ankara'dan yola çıktığında yine müridlerinin yanındaydı. Büyük bir kafile halinde Seyda'nın ziyaret etmeyi adet edindiği şehirlere uğrandı. Ama bu kez evlatları derin bir acıyla şehirlerinde Seyda'yı karşıladılar. Artık hasret devri başlamıştı. Ankara'dan Nurşin'e yaklaşık 24 saati bulan uzun bir yolculuk sonunda ulaşıldı. Geçen tüm bu zaman dahilinde mübarek bedeninde hiç bir bozulma görülmedi. Vasiyeti üzerine medresesine getirildi. Medreseye getirildiği anda medreseyi tarifsiz güzellikte mis kokusu sardı. Artık medrese özlediği sahibini son kez görüyordu. Nazar etmeye kıyamadıkları hocalarına, talebeleri gözyaşlarıyla Kur'ân-ı Kerim okudular. Cenaze namazı medresede kılındı. Ve mübarek naaşı defnedilmek üzere Merkad'a götürüldü. Tabutunun üzerine Sıbgatullah Arvasi Hazretlerinin cübbesi konuldu. Merkad'da sevdiklerinin yanına defnedildi. Mana âleminde kim bilir kimler O'nu karşıladı. Nurşin halkı, defin için gelen insan seline ve onların derin hüzünlerine hayret etti. Seyda'nın kardeşi: “Seyda Fadlullah (k.s) herkese kendini çok sevdirmiş. O'nun büyüklüğünü ve ne kadar sevildiğini cenazesi sırasında anladık. Herkes O'nu öz babası gibi sevmiş. Tüm müridlerinin ağlamaktan gömlekleri ıslaktı.” diyerek hayretini ifade etmişti. Şeyh Nureddin ise Seyda'nın vefatında Nurşin'de gördüğü tabloyu şöyle anlatır: 

“Bizim ailede biri vefat edince herkes bize taziyeye gelir. Fakat Seyda'nın müridlerinin üzüntüsünü görünce biz onlara taziyeye gittik. Seyda Fadlullah müridlerini öyle güzel yetiştirmiş ve kendisini öyle sevdirmiş ki hepsi babalarını kaybeden çocuklar gibi ağlıyorlardı. Seyda'nın vefatı bizi çok üzdü. Fakat tesellimiz ve acımızı hafifleten Seyda'nın arkasında bıraktığı medresesi ve oğludur. Elhamdülillah bu kapı yine Seyda sayesinde yerine kapanmadı.”  O, ahir zamanda Allah Teâlâ'nın dininden, Resulü  Ekremin (s.a.v) sünneti seniyyesinden bir an dahi ayrılmadan emrolunduğu üzere dosdoğru yaşadı. Üstadımız Fadlullah Hazretleri için sıkıntıların son bulduğu, gerçek mutluluğun daim olduğu sonsuz hayata göçeli üç yıl oldu. Allah Teâlâ biz geride kalan evlatları ve sevenlerine şefaatlerine nail olmayı nasip etsin. O'nu bize, bizi O'na unutturmasın. 



VEFAT EDECEĞİNE DAİR İŞARETLER 

Seyda Fadlullah Hazretlerinin tüm hayatı gibi vefatı da hikmetlerle doluydu. Seyda Fadlullah ilmini amele dönüştürmüş, diğer insanlara faydalı olan bir mürşid-i kâmildi. Tarikatında bidat yoktu. Bir şeyhin tarikatında bidat olmaması hem çok zor hem de çok önemlidir. Çünkü hataların, bidatlerin karıştığı bir cemaatten bırakın hayır görmeyi zarar görmek kaçınılmazdır.

Seyda hayattayken kendi makamını kesinlikle belli etmezdi. Biz sizin şu kerametinizi gördük, diyenlere “Yanılmışsınız, keramet haktır ama bende yoktur.” diyerek tevazu gösterirdi. Sohbetlerinde asla “ben” demez “Sadat” derdi, müritlerine Sadat-ı Kiram'dan örnek verir, “Allah bizi de onlara benzetsin.” derdi. Bir konu hakkında görüş bildirecekse “benim görüşüm şöyledir ” demez, "Bazı âlimler bu konuda şöyle söyler.” diyerek kendisini gizlerdi. 

Nurşin'den ayrılmadan evvel Baykan'a Molla Muhyeddin Hazretlerinin kabrini ziyarete gitti. Molla Muhyeddin Hazretlerinin kabri Veysel Karani'den uzakta bir yerdir ve yolculuğu hayli zahmetlidir. Seyda orada kaldığı üç gün içinde üç kez Molla Muhyeddin'in (k.s) merkatini ziyaret etmişti. Bu bir görüşme miydi yoksa bir vedalaşma mı? Sadatı kiramın ruh halini bilebilmek mümkün değildir. En doğrusunu şüphesiz Allah bilir. Seyda Fadlullah Hazretleri “Alimlerin kalpleri, sırların kabirleridir." sözü gibi sırları kalbinde sessiz sedasız yaşadı. O, kendine verilen vazifeyi en iyi şekilde ve eksiksiz yerine getirdi. Bizim gibi acizler ise güneşin ziyasından gözleri kamaşmış ve hiçbir şey görememiştir. 

Seyda (k.s) Nurşin'de oğlu ve kendisi için bir ev yaptırıyordu. Vefatından bir hafta evvel usta arayıp oğlunun katının bittiğini artık kendisinin katına başlayacaklarını söylediğinde Seyda “Artık benim katıma gerek kalmadı, yapmayın.” diyerek vefatına dair bir işaret daha vermişti. 

Vefatına sayılı günler kaldığında hastanede gördüğü bir rüya tüm acılarına derman niteliğindeydi. Rüyasında; Muhammed Diyauddin Hazretleri ve Molla Fethullah Şeyh Abdulkadir Geylani Hazretlerinin evine misafir oldular. Abdulkadir Geylani Hazretleri Hazrete Ortası yeşil kadife kumaştan ortasında yakut bir taş bulunan bir takke ve Molla fethullah'a ise kadife kumaştan bir cübbe hediye ettiler. Kendilerine verilen bu hediyeleri getirip Seyda'ya (k.s) verdiler. Seyda gördüğü bu rüyanın tesiriyle çok rahatladığını, artık korkmadığını ve bu rüyanın iyileşmesine işaret olduğunu açıklamıştı. Ancak bu iyileşme; bizlerin anladığı gibi hastalıktan iyileşme anlamında değil, beklenen vuslata kavuşma anlamındaydı. Vefatından kısa bir süre önce görülen bir rüya ise şöyledir: Rüyada Seyda (k.s) müridlerini Kâbe'nin kapısına kadar getirmiş ve “Ben sizleri buraya kadar getirdim, daha fazla sizin için ne yapabilirim?” demiştir. Bu rüya, Seyda'nın bu dünyadaki vazifesini tamamladığını müridlerine bildirmek içindi. Yolculuk tamamlanmış, Seyda istikametin yönünü göstermiş ve oraya kadar müridlerini taşımıştı. 

Oğlu Seyda Alameddin babasının vefatından şu sözlerle bahseder: “Seyda hazretleri ölüme karşı çok mertti. Hep 'Eğer bu dünyada hizmetim kalmadıysa, burada kalmama da gerek yoktur derdi. Seyda'nın meşrebi Resulü Ekrem'in (s.a.v) meşrebi gibiydi. Resulü Ekrem'in (s.a.v)  vefatının ardından yaklaşık 1400 sene geçmesine rağmen hâlâ bazı sözlerinin hikmetine varılamıyor. Bizler çok aceleciyiz. Seyda'dan bir söz duyduğumuzda hemen perdenin arkasını görmek isteriz, kendimize göre yorumlar ve ona inanırız. Medresenin yapılışı, Molla Sıddık'ın Nurşin'e gelişi, Seyda'nın yeni bir inşaata başlaması, hepsinin bir hikmeti var. Son aylarda Seyda'nın vefat ezanları kulağımıza okunmuş da, biz kulaklarımızı tıkamışız.”


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TESBİHAT

HATME DUASI

HOŞGELDİN YÂ ŞEHR-İ RAMAZAN