TASAVVUFUN BAŞLANGIÇ NOKTASI EDEP
Seyyid Sıbgatullahi Arvasi hazretleri sohbetten istifade edebilmeni yolunu şu şekilde açıklamıştır. İnsan sohbetleri dinlerken durumu aynı şahin kuşu misali gibi olması lazımdır. Şahin kuşu nasıl ki sürekli bir avcı pozisyonunda ise mürid de mürşidin sohbetini dinlediği zaman rabıtalı bir şekilde sürekli feyz-i istifade'ye noktalanıp kilitlenmesi lazımdır. Durumu avcı pozisyonu olması lazımdır. İnsanın müşerref bir sohbete katılmak ile aklı başka bir yerde ise sohbetten istifade etmesi mümkün değildir.
Şeyda (k.s) şöyle diyor: "Biz sürekli mürşidimizin sohbetinde iken yahut yanında iken gözlerimiz kapalı halimiz rabıtalı idi. Bazen gözler açık zihnimiz sözlere kilitlenir ama çoğu zaman rabıtalı haldeydik ve gelen o feyz-i berekete kilitlenirdik.''
Sohbet sırasında esas niyettir. Her ibadette esas niyettir. Yani bir insan sadece yatıp kalkmakla kıldığı ibadete namaz denilmiyor. Bir turist gibi Hacca gidip gelmesine de Hac denilmiyor. Hakiki ibadeti ile çakma ibadeti birbirinden ayıran faktör niyettedir. Hatta namazda Hanefi mezhebinde namaza dille niyet bid'attir, ancak vesveseden kurtulmak için caizgörülmüştür. (Mezahib-ierbea)
İmam-ı A'zam Hazretlerinin fetvalarını bildiren El-ihtiyar kitabında, (Niyet, o namazın hangi namaz olduğunu kalben bilmektir. Bu işte dille söylemeye itibar edilmez) buyuruluyor. Niyet bir bütünüyle baştan sona kadar Cenabı Allah'ın muhafazasına bağlı kalmaktır diyorlar. Fakat bu niyet getirilirken dille getirilsin mi getirilmesin mi noktasında ihtilaf var. Bazıları getirilsin diyor. Bazıları getirilmesin. Getirildiği zaman o insanın konsantrasyonuna mani oluyor düşüncesiyle bazıları getirilmesin diyor. İmam-ı Rabbani Hazretleri, İbni Âbidîn diyor ki, (Namâza başlarken niyyet etmenin farz olduğu sözbirliği ile bildirildi. Niyyet, yalnız kalb ile olur. Yalnız söz ile niyyet etmek bid'atdir. Kalb ile niyyet edenin, şübheden, vesveseden kurtulmak için, söz ile de niyet etmesi caizdir.) Çünkü namaz baştan sona kadar muhafazadır demek. İnsanlar da namaz konusunda iki kategoride değerlendirilmeleri gerekir.
1-Namaza yeni başlamış kişi , ilk etapta yeni namaz kılacak insanın namazındaki eksikleri Cenabı Allah affeder çünkü daha yenidir. Daha yeni başlamıştır.
2-Namaz esnasında baştan sona kadar Cenabı Allah'ın bağlı kalıp o mülahazanın dışından bütün mülahazalardan sıyrılarak kılınan namaz. O namaz ki baştan sona kadar Cenabı Allah'ın mülahazasına bağlı kalarak bütün düşüncelerden sıyrılıp bununla beraber kendinden de sıyrılıp saf sırasını ön ve arkasını unutup bir bütünüyle Cenabı Allah'da fanileşmektir diyorlar. Hatta o mülahaza içerisinde başka bir düşünce gelirse, o makamdaki insanların makamına göre şirk sayılıp namazı iptal edip "La ilahe illallah Muhammedün Resulullah" diyerek bir daha namaz başlatılmalıdır. Elbette ki böyle olursa namaz namazdır. Bu niyet yok ise namaz sahte bir namazdır. Sahte ibadettir. Yani görünüşte aynı fakat içeriği farklıdır. Bütün ibadetler için bu geçerlidir. Şimdi hatme de insan hazır bulunduğunda 1400 seneden beri bütün evliya ulema, bütün saadatı kiram diyorlar ki: "Hatme sırasında Hazreti Rasul, Hazreti Ebubekir'den bugüne kadar gelen hatme de ismi anılan tüm saaadat hazır bulunuyor, bizler hazır bulunuyoruz. O esnada kim bu düşünceye bağlı kalırsa diyorlar ki: "Bizim elimizde feyz, bereket ve hediyelerimiz vardır. Kim bunlara hazırlıklı ise layıksa ona veriyoruz." diyorlar. Şimdi sizin mantığınıza uyar ya da uymaz bu ayrı bir şeydir. Fakat din noktasında çoğu şeyler vardır ki insan mantığına sığmıyor. Çünkü her insanın mantığı farklıdır. Dünyevi işler de bile çoğu zaman mantık yürüttüğümüz şeylerde bakıyoruz ki 2 saat sonra yanlış akıl yürütmüşüz. Şeyda bahsediyordu: " İmanımız o kadar zayıftır ki İman-ı Rabbani (k.s), Şeyda'yı Taği (k.s) hazretleri bir şeyler söyler bunu söyledikten sonra sizler şüpheyle bakarsınız. Fakat televizyonda bir bilim adamı onu söylediği zaman sizler inanırsınız. Hâlbuki ilim dünyasında çoğu teoriye bakıyorsunuz ki bir 100 yıl sonra biz yanlış yaptık." denilebiliyor. Örneğin bir misvak için şu ana kadar hiçbir faydası yok deniliyordu. Fakat bilim dünyası misvak özlü diş macunu üretiyor ve şu an faydası vardır, diyor. Bilim dünyası misvak faydalıdır dedikten sonra biz inandığımızda bu iman değildir. Bu iman kime imandır? Televizyondaki o insanlara imandır. Fakat Hazreti Rasül, Hz. Ebubekir, İman-ı Rabbani, Seyda-i Taği onlar bir şeyleri dedikten sonra inanmaya mecburuz. Mesela şu an rabıta kurmak, hatmede sedat-ı kiramın hazır bulunması konusunda Şeyda'yı Tağı, İmam-ı Rabbani, Hazret-i Resul bunlar 1400 seneden beri bu vardır, derken inanmamışsak, bundan 100 sene önce televizyondan biri deprem olduğunda dünyanın her yerinden anında yayınlanabiliyorsa ve bu gün telefonla dünyanın dört bir tarafı ile bir alet yardımıyla görüşülebiliyorsa neden rabıta ve hatmede saaadat-ı kiramın hazır olması garip karşılanıyor. Şah-ı Nakşibend: "Bizler hatmede hazır bulunuyoruz. Bizim elimizde manevi anlamda paketler var eğer bize bağlı kalırsanız, sizlere vereceğiz." diyor. Fakat biz bu noktada hala şüpheyle bakıyoruz. Bu da imanımızın zayıflığındandır. Allahu Teâlâ yardımcınız olsun. Namaza insan ihtimam etmesi lazımdır. Şimdi tasavvuf, tarikattan amaç bunlardır. Amaçlar sünnet, Allah(c.c)'in emirleridir. Bunlar birer basamaktır. Niyete doğru bir basamaktır. Allah(c.c)'in emirleri ve sünnetin hakikatine ulaşmak için birer basamaktır. Biz namaz kılıyoruz. Namazın bir nuru vardır. Namazda amaç, insanın kendi iç maneviyatını tanzim edip, düzene sokup, onunla namazın ruhuna vakıf olmak, sünnetin ruhuna vakıf olup yaşamaktır. Amaç ve namaz noktalarında sünnet noktalarında çok dikkat etmemiz gerekiyor. Şeyda bahsediyordu namazsız bir insan olduğu zaman elinde biraz su var. bir hayvan , bir de insan var fakat o insan namaz kılmıyor ve her ikisi de suyu istiyor. Cenab-ı Allah katında onun emri odur ki bu suyu kime vermek lazım kim suya daha muhtaçtır? Hazret-i Rasül: "O suyu hayvana vermek lazımdır." diyor.
Çünkü namaz Allah'ın hakkıdır. Sizler Allah hakkını yiyemezsiniz. Eğer Allah hakkına karşı edepsizlik ederseniz, onun hakkını yerseniz. Allah'ta sizin bunlar benim hakkımdı dediğiniz şeyleri öyle bir elinizden alır ki hiç farkında olmazsınız. Cemaat ile namaz kılmak bir haktır. Bu hakka karışamazsınız. Eğer siz bu hakkı alırsanız, bu hakka haksızlık yaparsanız, Allah'ta elinizden öyle şeyler alır ki insan hiç farkında olmaz. En basitinden bir çocuğu olur, göz bebeği olur fakat o çocuk onun dünyasını bir cehennem çukuruna çevirir. Mesela bu bahsettiğim hak ve hukukları yerine getirmediği zaman dünyası çok güzel ise en basitinden bir problem ile kocası da onun hayatını zehre çevirir. Koca içinde bu geçerlidir. Veyahut içinde bir sıkıntı olur. Ama eğer biz bu hakları ödersek Allah'ta bizim bunlar hakkımızdır, dediğimiz şeyler üzerine hak verir. Ama o hakka el uzatır, hakkı yerine getirmezsek Allah'ta bizim "hak" dediğimiz şeylere el uzatır.
Tarikatın 3 davası vardır:
Nefsi öldürmek, hevayı ve dünyayı terk etmek.
Nefsi hafife almamak lazımdır. Bir insan nefsini eğitmeye muvaffak olmazsa nefsi zamanla ona farklı davalar sunar. Tarikattaki bir insan nefsini yenmeye niyet etmezse zamanla nefsi : "Ben mehdiyim" der, hatta bir müddet sonra peygamberlik iddiasında da bulunabilir. Çünkü bu davalara bakarken nefsiyle uğraşmıyor. Nefse ve şeytana çok dikkat etmek gerekir. Bütün evliyaullah nefislerinden korkmuşlardır.
Veliler bile nefsi emaresinden çok korkmuşlardır. Bunu kitaplarda belki okursunuz. Mevlana Halid Bağdadi misaline bakın, zamanında ilim noktasında çok yüksek mertebededir. Mevlana Halid Bağdadi Hazretleri bir ilim dehasıdır. O bile kendisine güvenememiştir. O nefsinden çok korkmuş ve bir mürşide intisap etmiştir. Belki de mürşidi zahiri ilimlerde ondan bir derece daha düşüktü. İlim bakımından Mevlana Halid Bağdadi Hazretlerinin derecesi daha yüksekti ama nefsinden korkuyordu. Mevlana Halid Hazretlerine'ne tuvalet temizliği görevi vermişti.
Nefs çok büyüktür. Nefs Allah ile hemen hemen düşman sayılır. Kişinin düşmanıdır. Ben bunu her zaman diyorum " Ben her ne kadar gelip sizi öbür tarafa çağırıyorsam da sizi bugün dünyaya çağıran gaileler çoktur, onda dokuzu sizi dünyaya çağırır. Bakın nefsiniz, bir takım duygular, kötü arkadaşlar, dünyanın tüm güzellikleri sizi dünyaya çağırır, insanın aklını başından alır. Pencereden bir dışarıya bakın, sizi dünyaya çağırıyor. Tüm dünya nimetleri içersinden ben sizi öbür tarafa çağırıyorum. Bu sizin iradenize kalmış. Kendinizi zorlamazsanız olmaz. Herşey sadatı kiramdan gelir der, kendi iradenizi kullanmazsanız delalete gitme ihtimaliniz var. İnsanın üç ihtimalden ikisi delalete sürüklenmesidir. Hakka ulaşması bir ihtimaldir. İnsan iradesini kullanmaz o yolda yanlış şekilde giderse delalete gitmesi muhakkaktır.
Tabiatınızı Allah öyle bir şekilde yaratmıştır ki; haramlara, nefse, dünyaya dalmaya tabiatınız meyillidir, bu bir suyun yukarıdan aşağıya akışı gibidir. Benim bugün sizden istediğim suyu tabiatının aksine yukarı doğru akıtmanızdır. Onun için iyi bir irade lazım. Nefsiniz sürekli suyun akışı gibi sizi haramlara sürekler: Gıybet, kibir, siz bu noktada bu iradenin hakkını vermezseniz insanın yoldan çıkması muhtemeldir.
Sadatı kiram arkamızdadır. Bizi himaye eder ama eğer onların dediğini yaparsak, onların yolundan gidersek. Sadatı kiram kendinize örnek almak yerine başkasını kendinize örnek almayın. İnsan kendi mürşidini takip etmeli, ona teslim olmalıdır.
Sizin örnek alacağınız kişi Seyda(k.s) olmalıdır. Seydanın mütevazılığı ve şefkati. Seyda şöyle derdi: “Seyda-i Tahi Gavs-ı Hizan’ın yanına giderken çoğu zaman ailesini de götürür orada hizmet yaptırırdı.” Bunlar önemli talim noktalarıdır, tevatür, edep noktalarıdır. Bu edebin bir tanesini kaçırsanız zaten bitmişsiniz demektir. O tarikat biter. Seyda-ı Tagi şöyle der: “ ilk tarikata girenlere edebi çok iyi anlatın sonradan tarikatta gevşeklik yaşıyorlarsa, tarikattan çıkıyorlarsa ilk başta edep konusunun iyi anlatılmadığındandır, tek sebep odur”. Seyda Hacca gidenlere “orada edebinizi muhafaza edin” derdi. Çok ibadet edin, şurada bunu yapın demiyordu.
Allah yardımcınız olsun, bize dua edersiniz.
Seyda Alameddin (k.s.)
Yorumlar
Yorum Gönder