TASAVVUFUN ORTAYA ÇIKIŞI
TASAVVUFUN ORTAYA ÇIKIŞI
Sahabe ve Tabiun Hazretleri zamanında tasavvuf adıyla ortaya çıkan herhangi bir ilim veya dini bir akım yoktu. Aynı şekilde Tefsir, Fıkıh, Kelam... adlarıyla tasnif edilmiş temel İslami ilimler de mevcut değildi. Dolayısı ile bu ilimle irtibatlı olan ameli ve itikadi mezhepler de ortaya çıkmamıştı.
Fakat gerek tasavvuf ve gerekse temel İslami ilimlerin hepsi o devirde bir bütün olarak ve canlı bir şekilde yaşanıyordu. Sufilik tatbikatta vardı, fakat adı konmamıştı. Saadet Devri'nde ilimler birbirinden ayrılmamış bir bütün olarak İslam'ı oluşturmaktaydı. Sahabe efendilerimiz peygamberlerden sonra en üst makamı oluşturuyorlardı. Tasavvuf ve tarikatın adı geçmemekle birlikte, en canlı tasavvufi yaşayış onların zamanında idi. Nazil olan ayet-i kerimeler müminlerin gönül ve tefekkür dünyasında büyük aydınlanma meydana getiriyor, nazarlarını Allah'a çeviriyordu. Sahabe-i Kiram hazretleri Kur'an-ı Kerim'den okudukları iman, kalp, zikir, ihlas, takva, nefs, muhabbet vb. gibi konuları önlerindeki Mürşid-i Ekmel'e bakarak yaşıyorlardı. Zikrin nuruyla kalplerini cilalayıp safileştiriyor, nafile amellerle sürekli yükseliyorlardı. Böylece ruhları kemale eriyor, tefekkür dünyaları zenginleşiyor ve marifet nurları kalplerinde tecelli ediyordu.
Mürşid-i Ekmel olan Rasul-i Ekrem'in (s.a.v) birkaç dakikalık sohbetiyle Sahabe-i Kiram hazretleri bir velinin ömrünün sonuna kadar ulaşamayacağı manevi makamlara yükseliyorlardı. Elde ettikleri manevi hal ve zevk ile cenneti cehennemi görmüş gibi oluyorlardı. Huzur-u şeriflerinde iken sanki başlarında bir kuş var da uçacakmış gibi, büyük bir edep ve tam bir kalbi bağlılıkla onu dinliyorlardı. Huzurundan ayrıldıkları zamanda yine hayallerini Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.v) süslüyordu. Devamlı onunla birlikte imiş gibi onu düşünüyor, mübarek sözlerini ve davranışlarını hayal ediyor, her şeyleriyle ona benzemeye çalışıyorlar, diğer bir ifadeyle rabıta yapıyorlardı. Allah Resulü 'nü sevdikleri kadar hiçbir beşeri sevmemişlerdi. Onu kendi canlarından bile aziz aziz tutuyorlardı.
Resulullah (s.a.v), sohbetleriyle, yaşantılarıyla, fiil ve sözleri ile Allah'ın (c.c) ahlakı ile ahlaklanma yolunda Sahabe-i Kiram'ın biricik mürşidi ve muallimi olmuştu. Onun her sözü sır ilminin paha biçilmez incileri, her hareketi bu ilmin zahirdeki görüntüsü olan imtisal numuneleri idi.
Peygamberimizin vefatından sonra hicri ikinci asırdan itibaren dini hayatta bir zayıflama başladı. Yeni fetihler ve İslam'a yeni girenlerle İslamiyet geniş alanlara yayıldı. Bu durum çeşitli sıkıntıları da yanında getirdi. Dine yeni girenlere, onu hakkıyla anlatmak ve yaşatmak için alimler ve salihler büyük çabalar harcadılar.
Akaid alimleri, itikat konularına; fakihler ibadet konularına; muhaddisler hadisleri tespite; müfessirler Kur'an'ın tefsirine; dil alimleri Arapça 'ya yönelip İslam'ın temel ilimlerini ihya etmeye ve insanlara ulaştırmaya çalıştılar ve Allah'ın izniyle bunda muvaffak da oldular. Bu arada arif, salih, veli, sufi ismiyle anılan Allah dostları da dinin edep, ahlak, kalp temizliği ve ilahi aşk yönüne yöneldiler; himmet ve gayretlerini bu alanda sarf ettiler. Bu arada, insanların fıtratlarına uygun terbiye metotları, ıslah usulleri geliştirdiler. Bu işte Kur'an ve sünnet esaslarına dayandılar. Sahabe-i Kiram'ın uygulamalarını ve onları takip eden salihleri örnek aldılar. Dinin terbiyesini bizzat nefislerinde yaşayarak tattılar ve insanlara gösterdiler.
İşte bu maneviyat önderler, hicri beşinci asırdan itibaren İslam aleminde görülen terbiye ocaklarını ve tasavvuf okullarını kurdular. Bu terbiye ocakları dini ihya etme hizmetini yürütmüş ve halen yürütmektedir.
Zahiri ilimler nasıl konuşma, duyma ve yazı yoluyla bir nesilden diğerine aktarılıyorsa; hal, maneviyat ve kalp ilmi denilen ihlas, feyiz, sevgi, ilahi aşk, gözyaşı, edep ve güzel ahlaklar da, kalpten kalbe, gönülden gönüle aktarılarak ve bizzat yaşanarak günümüze kadar getirilmiştir. Kıyamete kadar da böyle gidecektir. Çünkü Kur'an, sünnet ve dinimize ait ilimler ilahi koruma altındadır. Allah-u Teala, rahmetiyle, her devirde bu dinin hem zahiri ilimlerin hem de manevi ilimlerini öğrenecek, anlayacak ve başkalarına aktaracak kimseler yaratmıştır. Maneviyat ve ahlak ilmini, kamil mürşitler taşımakta ve nasibi olanlara ulaştırmaktadır. Bu nimet, Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz'in alemlere rahmet olma mucizesinin devamıdır.
Tasavvuf her şeyi ile dinin hizmetindedir. Hedefi, takvaya ulaşmış kamil insan yetiştirmektir. Ölçüsü Kur'an ve Sünnettir. Sermayesi ilahi muhabettir. Meyvesi aşk, edeb ve muhabbet-i İlahiyyedir.
Allah aşkını hedefleyen tasavvufu tanımak için tatmak gerekir. Nasıl bir tatlıya uzaktan bakmakla veya sırf tarifini okumakla tadı anlaşılamazsa, manevi halleri tatmak da ona ulaşmakla olur. Ulaşmak, yaklaşmakla başlar. Yaklaşmayan yabancı kalır. Yabancı kalan o şeyin cahili olur.
Yorumlar
Yorum Gönder