KALP HASTALIKLARININ TEDAVİSİNE KARŞI ŞER'İ DELİLLER

 


İbret gözüyle söylenilenleri düşündüğün takdirde basiretin açılacaktır. Sana kalplerin hastalıkları ve ilaçları, ilim ve yakin nuru ile görüncektir. Eğer bundan aciz isen, hiç olmazsa taklid edilmeye layık olan bir kimseye inanma ve tasdik etme fırsatını kaçırmamalısın. Çünkü ilmin derecesi olduğu gibi imanın da derecesi vardır. İlim imandan sonra gelir.

Size 'Kalkın!' denilince kalkın ki Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. (Mücadele/11)

Resulullah (s.a.v) buyuruyor ki:''Mümin bir kimse beş şey arasında kıvranmaktadır: 1. Kendisini kıskanan bir mümin, 2. Kendisine buğzeden bir münafık, 3. Kendisiyle dövüşen bir kafir, 4. Kendisini dalalete götüren bir şeytan, 5. Kendisiyle çekişen bir nefs!

Allah Teala, Hz. Davud'a (a.s) vahyederek şöyle buyurmuştur: 'Ey Davud! Arkadaşlarını şehvetten sakındır; zira dünya şehvetleriyle ilgili bulunan kalp perdelidir.'

Nefsinle, riyazet kılıçlarıyla cihad et! Riyazet de dört şekilde yapılır: Az yemek, az uyumak, az konuşmak ve insanların eziyetine tahammül göstermekle... Az yemek şehvetleri öldürür, az uyku iradenin durulmasını sağlar, az konuşma belalardan kurtarır, eziyete göğüs germek ise insanı hedefine götürür. Kul için; cefa anında hilim göstermekten, eziyet sırasında sabır göstermekten daha zahmetli bir durum söz konusu değildir. Nefste şehvetlerin ve günahların iradesi harekete geçtiği, fazla konuşma isteği kabardığı zaman, ona karşı az yemenin kılıçlarını, teheccüd ve az uykunun kınından çekip, sükut ve az konuşmanın erleriyle darbeler indirdiğin, zulüm ve intikamdan kesilinceye, diğer insanlar arasında emin olup, şehvetlerinin karanlığından berraklaşıp, afetlerin tehlikelerinden kurtuluncaya kadar bu darbelere devam ettiğin takdirde nefs nazik, nurani, hafif ve ruhani olur. Hayırlar meydanında cevelan eder, taat eder ve ibadet yollarında yürür, tıpkı meydanda koşan safkan at gibi, tıpkı bahçede gezintiye çıkan bir padişah gibi...

Ahiret yoluna süluk için kalbin ıslahı, ancak mübah şeylerden tıka basa yemekten sakınmaya bağlıdır. Çünkü nefs, mübahların bir kısmından menedilmediği zaman, bu sefer mahzurlu ve haram şeylere yönelir. Bu bakımdan dilini gıybetten, fuzuli konuşmaktan korumak isteyen kimsenin Allah'ın zikrinden ve dinin önemli işlerinden başka konuşmamak için dilini zorlaması gerekir ki konuşma arzusu ölsün ve ancak hak ile konuşabilsin. Bu bakımdan böyle bir kimsenin sükut etmesi de konuşması da ibadettir. Ne zaman ki göz, her güzel şeye bakmayı adet edinirse helal olmayanlara bakmaktan da korunamaz. Diğer şehvetler de böyledir. Çünkü insan helali ne ile istiyorsa aynı şeyle haramı da ister. Bu bakımdan şehvet birdir. Oysa kula, şehveti haramdan menetmek farzdır. O halde kul şehvetlerin ancak zaruri kısmıyla yetinmeye nefsini alıştırmazsa, şehvetler ona galebe çalar. İşte bunlar mübahların afetlerindendir. Bunun arkasında daha büyük afetler vardır. Şöyle ki, nefs dünyadan faydalanmakla sevinir, dünyaya meyleder. Çılgınca dünyaya dadanır. Dünya ile sarhoş olur ki sarhoşluğundan gözünü açamayan bir sarhoş gibi dünya ile ağzına kadar dolar. İşte dünya ile bu şekilde sevinmek, öldürücü bir zehirdir. Damarlara sirayet eder. İnsanın kalbinden korku ve üzüntüyü, ölümü hatırlamayı ve kıyametin dehşetlerini çıkarır. İşte kalbin ölümü bu demektir. 

Tembel bir kimseye mücahede etmek,nefsi riyazete çekmek, nefsini temizlemek ve ahlakını güzelleştirmek ağır gelir. Nefsin bu halinin kusurluluğundan, eksikliğinden ve kötü müdahalesinden ileri geldiğini bir türlü kabul etmek istemez. Bu bakımdan bu kişi, ahlakın değişmesinin düşünülemeyeceğini, tabiatların değişmez olduğunu iddia ederek iki delil ile bu iddiasını isbata kalkışır:

1. Ahlak bâtının suretidir. Nitekim şeklin, zahirin, sureti olduğu gibi... Kısa boylu bir kimse kendisini uzun boylu yapamaz. Uzun boylu bir kimse de boyunu kısaltmaz. 

2. Mizaç ve tabiatın istegindendir. Hiçbir zaman insanoğlundan şehvet ve öfke ayrılmaz. Bu bakımdan insanoğlunun şehveti, nefsinden ayırmak için çalışması, faydasız bir şekilde vaktini boşa harcamaktır. Çünkü amaç, kalbin geçici zevk ve sefalara dalmasını önlemektir. Bu ise, varlığı muhal bir şeydir. 

Şöyle ki, hurma çekirdeği, bilfiil ne elma ve ne de hurmadır. Ancak insan müdahale edip, terbiye verdiği zaman, hurma olabilmesi mümkün olacak şekilde yaratılmıştır. Bu hurma çekirdeği müdahale edilse bile elma olmaz. Madem ki hurma çekirdeği insanın müdahalesinden etkilenir, bazı durumları değil de bazılarını kabul eder, o halde öfke ve şehvet de böyledir. Biz onların silinmesini ve tamamen ortadan kaldırılmasını istediğimiz zaman, onları etkisiz bırakmak azminde olduğumuz an, buna asla bizim gücümüz yetmez ve yetmemiştir. Eğer onların uysallaştırılmasını, riyazet ve mücahede suretiyle itaat edecek şekle sokulmasını istesek, buna gücümüz yeter. Zaten biz bununla emrolunduk ve böyle yapmak bizim kurtuluşumuzun ve Allah'a varışımızın sebebi olur. Evet! Tabiatlar çeşitlidir, bazıları çabuk terbiye kabul eder bazıları da geç kabul ederler. Tabiatların çeşitli oluşunun iki sebebi vardır:

1. Şehvet, öfke, gururun kuvveti insanoğlunda mevcuttur. Fakat bunların en zor ve en geç terbiye olanı şehvet kuvvetidir. Zira şehvet kuvveti, bütün kuvvetlerden daha önce var olan bir kuvvettir. Zira çocuğun yaratılışının başlangıcında şehvet yaratılır sonra yedi yaşından itibaren de öfke kendisi için yaratılır. 

2. İnsan kendisinde bulunan bir huyunu beğenir ve ona uygun davranışlarda bulunur ve bunlara devam ederse, o huy kendisinde iyice yerleşir ve onu söküp atmak zor olur. İki şekilde söylemek gerekirse;

a) Gaflette olan insandır ki hak ile batılı, güzel ile çirkini fark etmez. Hatta yaratıldığı gibi kalmış, bütün inançlardan boş, lezzetlere tâbi olup şehveti de tamamlanmamıştır. Böyle bir kimse tedaviyi çabuk kabul eder. Bu sadece bir muallime, mürşide ve nefsinden onu hayra iteleyici bir kuvvete muhtaçtır ki onu mücahedeye sevk etsin, böylece en yakın ve kısa zamanda ahlakı güzelleşsin!

b) Çirkini bilir fakat salih amel yapmayı adet edinmemiştir. Hatta kötü ameli kendisine süslü gösterilmiştir. Onu alışkanlık haline getirmiştir. Bütün bunlar şehvetlerine itaat edip, bildiği doğrudan yüz çevirdiği için olmuştur. Bu da şehvetin kendisine galebe çalmasından ileri gelmiştir fakat artık amelinde kusurlu olduğunu bilir. Bu kimsenin durumu birincisinin durumundan daha zordur. Zira bunun vazifesi daha fazladır. Buna gereken vazife önce nefsinde yerleşen fesadı söküp atmaktır. 

Ademoğlu hayatta oldukça onun şehvet ve öfkesi kesilmez. Dünya sevgisi ve diğer sıfatları ortadan kalkmaz. Oysa bu sıfatların tamamen kaldırılması uzak bir ihtimaldir çünkü şehvet esasında bir fayda için yaratılmıştır. İnsanın yaratılışında bunun olması zaruridir. Eğer yemek şehveti kesilirse, insanoğlu helak olur. Eğer öfke tamamen ortadan kalkarsa, insan kendi nefsini helak eden bir şeye karşı koyamaz ve helak olur. Madem ki şehvetin aslı kalıcıdır, o halde insanoğlunu şehvete götüren mal sevgisi de kalıcıdır. Oysa mücahededen gaye; bu sıfatları tamamen ortadan kaldırmak değildir. Aksine bu sıfatları normale dönüştürmektir. İfrat ve tefritin ortasını bulmaktır. Öfke sıfatından gaye, korunmaktır. Kısacası kişinin kuvvetli olması kuvvetiyle birlikte aklına itaat etmesidir. 

Bunun için de Allah Teala Fetih Suresi'nin 29. ayetinde ''Kafirlere karşı şiddetli ve aralarında merhametlidirler.'' buyurmuştur. Dikkat edilirse Allah Teala Müslümanları şiddetle vasıflandırmıştır. Oysa şiddet ancak öfkeden doğup meydana gelir. Eğer öfke tamamen ortadan kalkarsa, cihad da kalkar. Acaba şehvet ve öfkenin tamamen ortadan kaldırılması nasıl kastedilebilir? Oysa peygamberler bile bundan tamamen sıyrılmamışlardır. Zira Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: ''Ben sadece bir beşerim. Beşerin öfkelendiği gibi öfkelenirim.''

Hz. Peygamberin (s.a.v.) huzurunda hoşuna gitmeyen bir şey konuşulduğu zaman, mübarek yanakları kıpkırmızı kesilecek derecede öfkelenirdi fakat hakikatten başkasını söylemezdi. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) öfkesi, O'nu (s.a.v) hakikatin çerçevesinden çıkarmazdı ve nitekim Allah-ü Teala şöyle buyurmuştur; ''Öfkelerini yutanlar, insanların kusurlarını bağışlayanlar...(Ali İmran/134) Dikkat edilirse Allah-ü Teala "Öfkelerini kaybedenler" dememiştir.   Bu bakımdan öfke ve istekleri (şehvet) normal sınırda tutmak akla galip gelmeyecek şekilde onları terbiye etmek, hatta onları aklın himayesi altına almak, aklı onlara hakim kılmak mümkündür. İşte ahlakın değiştirilmesinden gaye budur. Ahlakta ifrat ve tefrit değil de normalin matlup olduğuna delalet eden delil şudur: cömertlik, şer'an ve dinen övülen bir ahlaktır. Kaldı ki cömertlik, israf ile cimrilik arasında bir ahlaktır. Allah Teala cömertin medhü sena ederek şöyle buyurmuştur: ''Ve harcadıkları zaman israf etmezler, cimrilik de yapmazlar; harcamaları bu ikisi arasında dengeli olur. (Furkan/67) 

Elini boynuna bağlma, büsbütün de onu açıp israf etme ki sonra kınanmış olursun ve eli boş, açıkta kalırsın. (İsra/29)

Böylece yemek isteğinde gaye donukluk ve oburluk değil, normal hareket etmektir. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Ey Ademoğlulları! Her namazınızda süslü elbiseler giyin. Yiyin, için ama israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez." (A'raf/31)

İşlerin en hayırlısı orta (mutedil) olanlarıdır. Bunun bir sırrı ve tahkiki vardır; kişinin saadeti, kalbinin dünya aleminin arzlarından selamet bulmasına bağlıdır. Ancak selim kalp ile Allah'a gelen müstesnadır. (Şuara/89)

Cimrilik dünya arızlarındandır. İsraf da onun gibi dünya arızlarındandır. Kalbin şartı, bunların ikisinden selim kalmasıdır. Yani mala iltifat edip onun dağıtılmasına veya tutulmasına haris olmamasıdır. Çünkü infak etmekte haris olan bir kimsenin kalbi infaka, malı tutmakta bir kimsenin kalbi de malı tutmaya meyleder Bu bakımdan kalbin kemali, bu iki vasıftan uzaklaşmasıdır. Eğer bu mümkün olmazsa, her iki vasfın da bulunması gerekir. O da orta derecedir. Zira ılık su, ne sıcak ne de soğuktur, bunların arasında bir derecedir. Sanki sıcaklık vasfından da soğukluk vasfından da uzaktır. Böylece cömertlik de israf ile cimrilik arasındadır. Şecaat, korkaklık ile tehevvür arasındadır. İffet; oburluk ile donukluk arasındadır. Diğer ahlaklar da böyledir. Bu bakımdan işlerin ifrat ve tefrit tarafları kötüdür. İşte güzel olanda budur ve bu da mümkündür.  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TESBİHAT

HATME DUASI

HOŞGELDİN YÂ ŞEHR-İ RAMAZAN