BÜYÜKLERİN HAYATI/SEYDA ŞEYH MUHAMMED MAŞUK (k.s)
Rahman ve Rahim olanın nurunun tecelli etmesi onun (s.a.v) alemlere rahmet için yaratılışı cihanın yaratılma nedeni... Hasılı aşk. Yakınlık, sevgi, muhabbet... kalbi yaratılış maksadına göre harekete geçiren en kuvvetli his... Hasılı aşk. Uğruna candan, iki cihandan geçilen Maşuk. Muhabbetin çöllerinde mecnun olan aşık... ''Evladım sen irşada başla biz insanları senin yanına toplar Allah'ın izniyle kalabalıkları her yönden akın akın önüne getiririz.'' böyle dedi bir gün mürşidi Muhammed Diyâuddin Hazretleri [k.s], Şeyh Ahmed'e[k.s]. Beraber geçen 15 senenin onca hoş demin ardından ayrılık zamanı gelmişti. O yüce dergaha bağlandıktan sonra senelerce bazen yaya bazen de binek üstünde bugün Suriye sınırlarında olan Hazne'den Nurşin'e ilim ve manevi tedrisatını tamamlamak için gidip gelmişti. Şimdi bu kadar severken üstelik sevdiğinin isteğiyle gitmek kolay değildi. Yıllar sonra bile mürşidinden her bahsedilişinde "Bu benim adetimdir Şeyhim Hazret'in [k.s] sohbetini işittiğim zaman gözyaşlarıma engel olamıyorum." diyerek mübarek yanaklarından yaşlar süzülecekti. Gerçek muhabbetin ateşi yıllar geçse de ilk günkü gibi kalbin yanmasıydı. Sevilene duyulan bu aşk onun sevdiklerine de duyulurdu. Hazret'in [k.s] yeğeni Muhammed Maşuk Hazretleri olacaktı. Hazretlerine duyulduğu gibi. Nitekim irşad izni aldıktan sonra Hazne'ye yerleşerek Nurşin'in bir uzantısı olarak Haznevi dergahını kuran Ahmed el Haznevi'nin bağlılarından biri de Muhammed Maşuk.
Ahmed el Haznevi Hazretleri, müritlerine
çok düşkündü; onlara çok önem verir, her biri ile ayrı ayrı ilgilenirdi.
Sayıları binleri aşan müritlerinin nerede ve nasıl yatacaklarını bizzat kontrol
ederdi. Müritlerine yemek ikram edilirken onların başında durur, ikram
edenlerin bir kusuru olursa "Misafirlerimize öyle güzel ikramlarda bulunun ki gelenler kalp huzuru ile yemek yesinler." derdi. Hatta medresede okuyan
talebelerin odununu toplama işini bile kendisini yapardı. Onun yanında
alimlerin ve talebelerinin özel bir yeri vardı fakat mürşidinin yeğeni olan
Muhammed Maşuk Hazretleri çok daha özel
bir yere sahipti.
Muhabbet
deryasının mektupları Ahmed el Haznevi'den Muhammed Maşuk Hazretlerine
Bir zamanlar mürşidi için çileli yolları aşarak günlerin ve gecelerin sonunda Nurşin'e varırdı. Şimdi aynı yollardan kendisi için geçilmekteydi. Buna karşın kendisinde en ufak bir benlik hissi oluşmamış, bir mektubunda ''Bu mektup Seyda'ya (Abdurrahman-ı Taği Hazretleri) mensup yüce kapı eşiğinin hizmetçisinden gözünün nuru, kalbinin sevgisilisi Maşuk'adır.'' şeklinde hitap etmiştir. Aslında ona hitap ederken mektuplarına inci gibi söz dizerdi. Mektup, sureten kağıt üzerindeki mürekkebi taşısa da manen deryalara sığmayacak muhabbeti barındırmaktadır. Bu muhabbet deryasına ise maşuk ve aşıktan başka dalan yoktur. "Bu mektup, büyük kapının, hidayet ağacının meyvesi, kalbinin sevgilisi, en büyük üstadın torununadır. Bu taraf için hasret ve üzüntünüzden haber veren mektubunuz kendisine (bana) ulaştı. Ferahına sebep oldu. Allah'a hamd ve şükür etti. Çünkü tasavvuf ve tarikat hülasasının esası muhabbet üzeridir. Hatta muhabbetsiz mümkün değildir."
Bir
mürşidin müridi için böylesine muhabbet dolu sözler sarf etmesi tasavvufun
güzelliklerindendir. Bu kadar sevilen bir mürid, mürşidini kim bilir ne kadar
çok sevmekteydi! Peki, ilk ateş ne zaman düşmüştü yüreğe, bu kuvvetli muhabbet
nasıl bu seviyeye ulaşmıştı?
"Sende değişik bir hal gördük."
İlim
tahsilini tamamlayan Muhammed Maşuk Hazretleri amel etmek için ilk olarak Molla Muhammed Emin'e[k.s] intisap etti. Bu yüzden herkes ondan hilafet almasını beklerken Molla Muhammed Emin'e bağlanmasına
şaşırdı. Fakat kısa bir süre sonra Molla Muhammed emin [k.s] vefat etti. Şeyh
Muhammed Maşuk Hazretleri bir müddet
kimseye intisap etmedi. Ancak Suriye'deki hocasını da hiç unutamadı ve tekrar
onun yanına gitmek istedi. Nihayet bir gün babası Şeyda Şeyh Masum'dan [k.s]
Suriye'ye gitmek için izin istemeye utandığından hacca gitmek için izin istedi.
Şeyh Masum elindeki çomakla yere çizgiler çizerken üzgün olduğu her halinden
belliydi. Ona bir cevap veremedi. Eve geldiklerinde Şeyda Şeyh Masum, oğluna; "Babam bana cevap vermedi diye
düşünüyorsun bütün ailenin geçimini temin ettiğim için senin yol masrafını düşünüyor
nasıl karşılayacağımı düşünüyorum." dedi. Oysaki Muhammed Maşuk Hazretleri kendi masrafı için gerekli miktarı çoktan hazırlamıştı.
Babasına "ben yol için gerekli ihtiyaçlarıma
hazırladım." deyince
Şeyh Masum sevinerek "hayırlısı
ile git gel bana sormana gerek yok" cevabını verdi. Şeyda Şeyh Maşuk , Şeyh Abdulhalim [k.s] ve Molla
Nimetullah[k.s] ile birlikte hacca gitmek üzere yola çıktıklarında Suriye'den
geçerken Hazne'ye uğrayıp Şeyh Ahmed'i [K.S] ziyaret ettiler Şeyh Ahmed [k.s]
onları görünce çok memnun olup sevincinden ağladı. Mürşidinin çocukları, evine,
kendisini ziyarete gelmişti. Onları en güzel şekilde ağırlamak isteğiyle hemen
ikram hazırlıklarına başladı. Hazret'in[k.s] çocukları çayı çok sever diyerek
çay hazırlamak için içeri gitti. Geri döndüğünde üstündeki kıyafetini
değiştirmişti, bu değişikliği fark eden Muhammed Maşuk Hazretlerinin canı sıkıldı ve "Biz buraya zenginlik görmek için
gelmedik." diye aklından geçirdi. Çay içip
biraz sohbet ettikten sonra Şeyh Ahmed onu alıp dışarıda uzak bir yere götürdü
kendisini kumların üzerine oturttu ve karşısına geçip "Maşuk bu yerler kumdur, bundan ötesi de hep çöldür
siz geldiğiniz için o kadar çok sevindim ki çay çabuk olsun diye gaz ocağının
pompasını çok doldurdum. O da üzerime fışkırdı bunun için elbisemi değiştirmek
zorunda kaldım" dedi. Bu
sözleri duyan Şeyda Şeyh Maşuk 'un
kalbindeki sıkıntı hemen kayboluverdi. O gece orada misafir oldular. Gün
aydınlanırken Şeyda Şeyh Maşuk [k.s] da
gönlünü aydınlatacak olan Şeyda Şeyh Ahmed'e [k.s] intisap etmek için onun
kendisini çağırmasının içinden getirmekteydi. Allah'ın izniyle gönüllülere
tasarruf eden Şeyh Ahmed [k.s] çok geçmeden Şeyda Şeyh Maşuk'u diğerlerinin arasından yanına çağırdı. "Bu gece rüyamda Sadat-ı Kiramı bizim
eve gelirken gördüm. Çok sevindiklerini söylediler. Senin buraya gelmenden çok
memnun oldular" dedi. Sonra
onu tekrar kumların oraya götürüp tarikat verdi. Geriye döndüklerinde
arkadaşları Muhammed Maşuk Hazretlerine "sende değişik bir hal gördük" dediler Şeyda Şeyh Maşuk [k.s] da onlara "Bu iyi hal midir kötü müdür?" diye sordu. Arkadaşları "Seni çok iyi gördük" deyince "çok güzel bir iş yaptım Şeyh Ahmed'in
[K.S] tarikatına girdim" dedi.
Arkadaşları bu hayırlı haberden çok memnun olup birbirlerine sarılarak "Çok güzel bir iş yaptın." diye onu tebrik ettiler. Hacda
Resulullah'ın [s.a.v] pürnur Ravzasını ziyaret etmeden önce onun vekilinin manevi desteğini almak Muhammed
Maşuk Hazretlerinin gönlünü huzurla
doldurdu. Bir de artık mürşidi olan Şeyda Şeyh Ahmed'in "Selametle haccınıza gidin, dönüş yine
bu kapıdan olsun." diye duasını alarak bizzat onun tarafından uğurlanmak da Muhammed
Maşuk Hazretlerinin içindeki muhabbet
deryasını dalgalandırdı. Edep, huşu ve muhabbetle eda edilen, hiçbir anın tarif
edilemeyeceği güzel bir haccın ardından Şeyda Şeyh Maşuk'un gönlü dönüş yolunda Resulullah'tan
[s.a.v] ayrılmanın hüznü ile mürşidine kavuşmanın özlemini barındırmaktaydı.
Hacdan dönüşünde hem mürşidinin isteği üzerine hem de içindeki özlem dolu
muhabbetten dolayı Suriye'ye gelerek Şeyh Ahmed'in yanına uğradı. Dönüşte yine
kendisine uğradığı için Şeyh Ahmed [k.s] çok mutlu oldu ve haccının kabul
olması için hayır dualar etti. Fakat Şeyda Şeyh Maşuk 'un gönlünde yine bir sıkıntı vardı. İntisap
ettiğinden ailesinin haberi olmadığı için "Şeyh Ahmed Nurşin'e geldiğinde babamın yanında nasıl
davranacağım ayağa kalkacağım edebini nasıl muhafaza edeceğim" diye içinden geçirmekteydi. Şeyh
Ahmed onun sıkıntılı halinin farkına vardı. kendisini çağırarak "Nurşin'e geldiğimizde bizim
müridimiz olduğunu kimse bilmeyecek. Ben divana geldiğimde Şeyh Masum'un [k.s]
yanında ayağa kalkmayacaksın. Tarikata girdiğini kimseye söylemeyeceksin" dedi. Bir kez daha sevgili mürşidi
kalbindeki sıkıntıdan haberdar olup onu kolayca feraha ulaştırmıştı. Artık her
iki taraf için de iki dünyada devam edecek olan muhabbet bağı sımsıkı
kurulmuştu.
Nurşin ile Hazne arasında bir gidiş geliş daha böylece başlamış oldu. Uzun ve sıkıntılı yolculuklar sırf Allah Teâlâ'nın rızasını tahsil için yapılmaktaydı. Molla Muhyeddin Hazretleri ve Şeyh Maşuk Hazretleri birlikte arabanın, uçağın olmadığı o günlerde ayaklarında bir çarık uzun yolları yürüyerek gidip geldiler. Hazne'ye ulaştıklarında ayakkabılarının altları çıkmış, ayakları yara içinde olurdu. Fakat onlar gönül saraylarına mamur etmeye uğraşmaktaydılar. Ne yazık ki günleri aydınlatan güneşin vaktinin tamamı erdiği gibi 1950 yılında Ahmed el-Haznevi Hazretleri Alemlerin Rabb’ine kavuştu. Bu acı ayrılık Muhammed Maşuk Hazretlerini derinden sarsmıştı. Artık dünya gözüyle o sevgiliyi görmek mümkün olmasa da ondan geriye kalan her şey gönüldeki hasrete bir nebze su serpmekteydi.
Nitekim bir gün Şeyh Maşuk Hazretlerinin oğlu Şeyh Bedreddin, kendisine
bir yere pikniğe gitmeyi teklif etti. O da rıza gösterdi Şeyh Maşuk Hazretleri öndeki arabada, oğlu arkada olmak
üzere bir müddet gittiler. Yola çıkalı bir hayli zaman olmasına rağmen Şeyh
Maşuk Hazretleri henüz arabasını
durmamıştı. Şeyh Bedreddin ise babasının piknik için yer seçeceğini düşünüp
hayret etti. Evlerinden o kadar uzaklaştılar ki nihayet Mardin'e gelip oradan
da sınıra uzandılar. Sonunda Şeyh Maşuk
Hazretleri sınırdaki bir tepe üzerinde arabasını durdurdu. Arabadan inip
mübarek gözlerini uzaklara çevirdi. Buğulu gözlerle baktığı yer, Şeyhinin
ışıkları görünen köyüydü. Bu halde bir müddet rabıta kurduktan sonra oğluna
dönüp “Şeyhimin köyünün kokusunu duydum.
Şimdi nerede yemek isterseniz yiyin” dedi.
Şeyh Ahmed el-Haznevi Hazretleri, nur dolu
gönlünden kaleme damlattığı mektuplarından dokuzunu Şeyh Maşuk Hazretlerine yazmış, her bir mektupta ona
duyduğu muhabbeti en güzel kelimelerle ifade etmişti. Allah için sevilen, Allah
için de severdi. Şeyh Maşuk
Hazretleri mürşidini en az kendisinin onun sevdiği kadar sevmekteydi.
Yüzlerce kilometrelik mesafeyi, uzaktaki bir köyün kokusunu alabilmek için kat
etmek başka neyle açıklanabilirdi ki.
Nispet ve Öz yurda dönüş
Derler ki her su, kaynağına akar;
kaynağı ile buluştuğunda büyür ve geniş topraklara ulaşır. Susuzluğunu ilimle dindiren
alimlerin doğduğu topraklarda ilim amele ve ihlasa dönüşmüştür. Susuz beden
gibi amelsiz ruh da kurudur. Aşkını Allah'tan aldığı nur ile büyüten alimlerin
göğsünden alınan nispet, tasavvufla yoğrulup aşka dönüştürüldüğü toprağa bir
gün hasretle dönecektir. O dönüş ki alimleri tek çatı altında toplayacaktır.
Bütün gücünü şeria-ı garraı’nın yayılması uğrunda harcayan, bidatlerle
mücadelede son derece kararlı olan, muhtaçların sığınağı, zayıf ve güçsüzlerin
yardımcısı, kendisine sarılanların sağlam bir dayanağı bir alim, Şeyh-i ulema
eli ile dönecektir öz yurduna.
Hazret
lakabı ile tanınan Nurşin alimlerinden Molla Muhammed Diyauddin
Hazretleri bir gün divanında sohbet ederken şöyle der: "Nisbet Molla
Ahmed tarafından götürülecektir
fakat Nurşin'in kurdu o nisbeti geri alıp tekrar buraya getirecektir.” Hazreti dinleyen cemaat hayrete
düşer ve bir merak alır cemaati. Nurşin kurdu derken Hazret kimi kastetmiştir?
Aradan bir müddet geçtikten sonra Hazret [k.s] bir başka sohbetini bitirip camiden dışarı çıktığında henüz 6-7 yaşlarında olan Muhammed Maşuk Hazretlerini kapının önünde oturmuş ziyaretçilerin ayakkabılarını ikiye ayırırken görür. Hazret: "Maşuk ne yapıyorsun yavrum?” der, Muhammed Maşuk Hazretleri şu ayakkabıların sahipleri ehli cennettir, şunlar ise ehli cehennemdir. Onları ayırıyorum cevabını verir. Hazret hemen ayakkabıları karıştırır ve bu sırada kaçmaya başlayan Şeyh Muhammed Maşuk Hazretlerinin peşinden koşar. Koşarken de: "Kurt, kurt dur!” diye bağırır. Hazret: “ Kurt dur!” diye nida edince orada bulunan insanlar anlar ki Hazret'in bir müddet önce sohbetinde bahsettiği Nurşin'in kurdu Seyda Muhammed Maşuk Hazretleridir. Bu olayın akabinde Muhammed Maşuk Hazretlerinin keşif halinin infiale sebep olacağını düşünen Hazret [k.s] müritlerini gönderir ve Muhammed Maşuk'un keşif halinin geçici olarak kapanması için ona yedirmek üzere namaz kılmayan “tariki sala'' bir kadının pişirdiği bir parça ekmek aramaya başlar. Civar köylerde öyle birisini bulamayınca daha uzak köylere kadar araştırır ve “tariki sala" yani namazı terk etmiş bir kadının pişirdiği bir parça ekmeği getirir. Henüz çocuk olan Muhammed Maşuk Hazretlerine ekmek yedirilir ve Seyda Muhammed Maşuk Hazretleri üzerinden keşif hali kalkar. Keşif hali üzerinden kalkmış olsa da Seyda Muhammed Maşuk Hazretleri'nin alimler meclisine hoca olacağı gün geçtikçe daha da belirgin hale gelmeye devam eder. Bir gün Hazret dışarı çıkar, 7-8 yaşlarında olan Muhammed Maşuk
Hazretlerinin
elinde bir yumak ile oynadığı görür. Hazret
Muhammed Maşuk'a “ Maşuk gel oynayalım yumağı ben sana atacağım, sen
de bana at” der. Hazret[k.s] ayağıyla yumağa
vurur, yumak Muhammed Maşukun önüne gelir. Seyda tam yumağa vuracakken
vazgeçer.
Hazrete[k.s]
doğru koşar ve topu Hazretin ayağının önüne koyar. Onun bu hareketini görünce
Hazret “
sübhanAllah Maşukun
davası büyüktür Maşuk çok büyük şeyleri
dava ediyor.'' der. Hazret
1921 tarihinde vefat ettiğinde pek çok halifesi vardır Hazretin
halifelerinden biri Seyda Şeyh Ahmed el h-Haznevi'dir. Ahmed el Haznevi Hazretleri hilafetinden sonra
hazneye gitmiş, orada irşad faaliyetlerini sürdürmüştür. Şeyh Maşuk Hazretleri
küçük yaşta tasavvuf eğitimine başlamıştı. Şeyh Molla Muhammed Emin'in yanında
amel ederken hocasına karşı çok hürmetiydi. Edebinden uyurken dahi onun
odasının olduğu tarafa ayağını uzatmıyordu. Bir gün Muhammed Maşuk Hazretleri, Şeyh Molla Muhammed Emin’e “ benim o adamla sizin odanız yan yana
ben uyuyunca ayağımı sizin olduğunuz tarafa uzatmak zorunda kalıyorum bu bana
ağır geliyor
” dedi. Şeyh
Molla Muhammed emin de ona “
yüzünüzü Allah'a verin, mollayı tekmeleyin.'' diye cevap verdi. Muhammed Maşuk Hazretleri, kısa bir süre
amel ettikten sonra Şeyh Molla Muhammed emin vefat etti. Muhammed Maşuk [k.s]
bir müddet yalnız kaldı. Daha sonra Hazne seferlerine başlangıç olan ilk hac
yolculuğuna çıktı ve ziyaret ettiği Şeyh Ahmed el-hazneviye intisab etti. Böylece Ahmed el Haznevi Hazretlerinin yanında amel
etmeye başladı. Hazne’ye gidemediği zamanlarda şeyhini halinden mektupları
vasıtası ile haberdar etti. Şeyh Ahmed
el-Haznevi [k.s] cevaben mektuplar yazarak kimi zaman Muhammed Maşuk
Hazretlerine tavsiyelerde, kimi zaman iltifatlarda bulunuyordu. Muhammed Maşuk
Hazretleri sorularını da mektup yoluyla sorardı. Bazen gördüğü rüyaları da
anlatırdı. Şeyh Ahmed el-Haznevi
Hazretleri Muhammed masum Hazretlerinin gördüğü bir rüyayı şöyle
yorumlamışlardı: “ Bu
fakirin, üstad-ı azamın evladına ve mürşidinin oğluna iltifat etmediğine dair
gördüğün rüyanın tabiri şudur: maneviyatta iflas etmiş ve eli boş olan bu fakir
köle, efendilerine ne gibi bir şey ikram etmekle ve nasıl iltifat edebilir.
Hem, bu rüya şuna delalet edebilir: Bu fakir 20 senelik bir müddet zarfında
onların huzurunda bulunmadığı zamanlarda uyanıklık halinde olduğu gibi rüyada
da onlara karşı edebden hariç bir harekette bulunmuş olabilir.
Rüyada, onların huzurunda, devşeğin üzerinde
oturduğumu görmeniz emirlerine imtisal ettiğime delalet eder. Nitekim “Emri imtisal etmek, edebe uyumaktan
daha iyidir” denilen söz meşhurdur.
Rüyada bu fakirin iki dizi üzerine oturarak şiirler okunması, onlara ve o yüce kapı eşiğine olan sevgisine ve onlardan ayrıldığı için kalbinin yakınmasına delalet eder. Allah'a aşık olanların sultanının (Hazret), camide yanımızda oturması sizin için çalışmamıza yardım ettiğine ve yaptığınıza razı olduğuna delalet eder. Rüyada Hazreti[k.s] kastederek “ Bu hayatta iken acaba biz niçin başka bir mürşidi talep ediyoruz? ” demeniz, kendisinin hem hayatta hem de mematında sizin için manevi tasarrufu olduğuna; siz de sadatların rengine boyanma, onlara tebaiyet etme ve vilayet makamına ilerleme kabiliyeti olduğuna delalet eder. Öyleyse, yaptığın amellere önem vermeyip anılan kabiliyetin kuvvetten fiiliyata geçmesi için çalışman lazımdır. Gördüğün bu son rüyada, Kutb-ı âzam (Şeyh Abdurrahman) ile şerefli veledinin (Hazret) [k.s] ve himmetlerine ve okyanus denizi gibi nisbetlerinin aleme yayılacağına dair bir işaret vardır.”
Şeyh Ahmed el-Haznevi, Muhammed Maşuk Hazretlerinde gördüğü kabiliyeti Şeyh masum Hazretlerine bir mektubunda şöyle ifade etti: “sonra yüce huzuruna arz edilir ki gerçekten oğlun Maşuk’ta bu yüce tarikat için tam bir kabiliyet ve liyakat vardır. Nitekim bunu benden daha iyi bilirsiniz. Bu fakir, Allah Teâlâ'dan onun bu kabiliyetini tam bir lütuf ve genel olan keremiyle ve sadat'ın himmetiyle kuvvetten fiiliyata çıkarmasını kendine minnet ederek rica eder. Öyleyse, buraya gelmesi için kendisinde bir gevşeklik gördüğünüz vakit, onu davarlarınızın, atlarınızın ahırına (bizim köye) gelmesi için teşvik etmeniz rica olunur. Çünkü Hazret [k.s] buyurdular ki: “ Anne ve babalar, çocuklarının dünya işlerinden daha ziyade ahret işlerinin tamiri için çalışmalıdır. Zira yalnız dünya işlerini yapmanın menfaati, ahrette yoktur. Yalnız dünya ile ilgilenmek, zarardan başka bir şey vermez. Meta azdır. Onunla müptela olan kimse zelildir.''
Muhammed Maşuk Hazretleri, kimi zaman şeyhinin
çağırması üzerine kimi zaman izin isteyerek Hazne’ye giderdi. Suriye'ye gidip
gelmek zordu. Bazen yaya olarak bazen yolda at kiralayarak giderdi. Yolculuk
çoğunlukla eziyetli ve korkutucu olurdu.
Haznede bulunduğu günlerde sohbet dinler, nefis terbiyesi için tarlada çalışırdı. Sohbetlerde Şeyh Ahmed el Haznevi, Muhammed Maşuk Hazretleri'nin durumuna göre ona yapacağı ameller konusunda tavsiyelerde bulunurdu. Bir hazne ziyaretinde, Şeyh Ahmed [k.s] zikrinden bahsettiği halde rabıtadan hiç bahsetmemişti. Bunun üzerine Muhammed Maşuk Hazretleri [k.s] bu durumu Şeyh Ahmed el-Haznevi'ye [k.s] bir mektupla sordu. Şeyh Ahmed el Haznevi Hazretleri şu şekilde cevap verdi:
“ Vedalaştığımız gün size rabıtadan bahsetmenin sebebi, size
zikrin telkini ile yetinmek ve aşıkların sultanına (Hazret’e) karşı edep
içerisinde olmaktır ” Akabinde Hazreti andı ve şu beyitlerle yer verdi:
“ Güneş nezdinde ben nur çeşmesiyim. Hangi bir
gece, sevgilinin Zülfü, menekşe yüzlü, parlak sevgilimden haber verecek Sen, bu az kıymetli siyah aşıkı görüyorsun ki ne kadar onun derdini dimağından tutarım.”
Seven sevdiğinin cevrü cefasına katlanır.
Şeyh Ahmed el-haznevi Hazretleri kimi zaman Muhammed
Maşuk Hazretleri ile alakadar olur kimi
zaman da onunla hiç ilgilenmezdi. Ancak zahiren görülen bu uzaklık, diğer
insanların gözünde manen ruhların kaynaşmasına perde olurdu
Şeyh Ahmed el haznevi Muhammed Maşuk Hazretlerine mektuplarında onu hazne’ye
çağırdığında gecikmeksizin yola çıkması gerektiğini defaatle yazmıştır. Şeyh
Ahmed el-haznevi, bir mektubunda şu
ifadelerle Muhammed Maşuk Hazretlerini
hazne’ye çağırmaktadır:
“ Malumunuz olsun ki, Pederinizin mübarek emri mucibince bu
kışta fakirin nezdine gelmeniz için size kurban tisal etmek üzere zübeyr’i
gönderdim. Mübarek emir mucibince, kurban bayramından önce, burada hazır
bulunmanız münasiptir. Hamd o Allah'a olsun ki, uzaklaşıp ayrıldıktan sonra,
dostları birbirine kavuşturmakla nimetlendirir ”
Muhammed Maşuk Hazretleri, hazne’de
bulunmadığı günlerde bir yandan müderrislik vazifesini yürütür bir yandan
talimatlar üzerine ibadetlerini yapar, nefy-ü isbat üzerine zikir çeker,
rabıtalarını yapar ve dünya ile kalp bağını koparmak için hatme yapardı.
Muhammed Maşuk Hazretleri, irşadı ifanın
en zor zamanlarında dahi sakalını kesmemişti. Sünnet-i seniyyeye bağlı
kalmaktan hiç gafil olmadı. Şeyhi, tarikata ait kitapların ve sadatların
kitaplarının mütalaasını tavsiye ettiğinden kitap okumaya ehemmiyet verdi.
Öyle ki diğer alimler onu görünce başka biri
nazarla yaklaşırlardı. cemaate sohbet esnasında gülüşmeler olsa kızardı,
tebessüm etmeyi nasihat ederdi. Maddi imkanları iyi olmadığı halde talebe
okutur ve kendisine gelen tüm hediyeleri hayra infak ederdi. Tasavvuf yönü,
ilmi ve ameli ile ünlüydü. Şeriata çok önem verirdi. Bir başkası şeriata aykırı
bir şey yapsa çok üzülürdü. Talebeleri Seyda’nın [k.s] kerametlerinide
gördüklerinden hallerine çok dikkat ederlerdi, kendi aralarında dahi bazı
sohbetleri yapmaktan çekinirlerdi.
Şeyh Ahmed el-haznevi [k.s] Muhammed Maşuk[k.s], Hazretin [k.s] torunu olduğu için ona karşı dikkatli davranmakta idi. Şeyh Ahmed el Haznevi Hazretlerinin, Hazret ve Şeyh Masum’u her mektubunda methiyeler ile andığı ve onların dualarına sığındığı dikkat çekmektedir. Yıllar geçip muhabbet derinleştikçe Muhammed Maşuk Hazretleri’ne olan ifadeleri de değişmiştir. Mektuplarında
Muhammed
Maşuk [k.s] hakkında kullandığı ifadeler dikkat çekicidir:
“ Bundan sonra bu mektup; garib, zelil, uzak ve dergâhınızın
lütfuna muhtaç olan kimseden gözünün nuru kalbinin meyvesinedir.
İltifatınızdan ve o tarafta bulunanların sıhhat ve selametlerinden haber verici mektubunuz ona (bana) ulaştı. Buna karşı Allah'a hamd ve şükür edip gayet sevindi. Yüzünü ayakkabınızın altındaki tozu ile mesh eder, panzehire benzeyen atalarınızın nalının tozunu gözüne sürmek gibi çeker. Ayrılık zamanı uzadı. Size kavuşmak iştiyakının ateşi alevlendi, engeller onu (beni) kavuşmaktan men etmiştir. Mektupta bu fakire zikrettiğin şeylere gelince eşyalar vakitlerin rehinidir, bu bilinmelidir. İşlerin olmasının gecikmesinde bir Hikmet olması umulur. Her ikimizin de kavuşmak için sabretmemiz lazımdır. Allah'ın emirlerini muhafaza etmek önemlilerin en önemlisidir. Seyda Muhammed Maşuk Hazretleri seyr-i sülukde yüksek makamlara ulaşmıştı. Şeyh Ahmed el Haznevi Hazretlerinden ayrılma vakti istemese de yaklaşmıştı. Amel tamamlanmış, kaynağa dönüş vakti gelmişti. Onu bekleyen yüce hizmetleri yapmak için hilafet iznini kendisine veren Şeyh Ahmed el-Haznevi Hazretleri gözünün nurunu arkasından okuduğu ezan ile yolcu etti. Alimin arkasından okunan ezan onun büyüklüğüne delalet ediyordu. Muhammed Maşuk Hazretlerinin bir halifesi Molla Hüseyin rivayet ediyor: “ Mardin'in Ömerli ilçesinde benim bazen misafir kaldığım Şah-ı Hazne’nin bir müridi vardı. Kendisi bana anlattı: bir gece bir rüya görüyor, rüyada Şeyh Ahmed 'in [k.s] köyündedir ve ortalık karışıktır herkes sağa sola koşuşturuyor. Bir karışıklık var birisi çıkmış “ koşun koşun yardıma gelin talandır, hazneyi talan ettiler, Şah-ı Hazne’nin malını talan ettiler, şah-ı Hazne’nin evini talan ettiler ” diye nida ediyor. Rüyasında nida eden adama yaklaşıyor ve soruyor “ şah-ı Hazne’nin evini kim talan etti? ” adam “ Muhammed Maşuk Hazretleri talan etti ” diyor. Ertesi gün hemen yola çıkıyor ve Hazne’ye gidiyor herkesin Seyda Muhammed Maşuk Hazretlerinin hilafet aldığını konuştuğunu görüyor. Şeyh Ahmed Hazretlerini ziyarete gidip elini öpüyor ve rüyasını anlatıyor. Rüya anlatılınca Şah-ı Hazne’nin gözlerinden yaşlar akmaya başlıyor ve şah Hazretleri şöyle buyuruyor: “ doğrudur, talandır. Talan edilmiştir. Hazret’in yeğenidir ve sözünü yerine getirmiştir. Emanetti bizim yanımızdaydı. Biz Hazret’ten [k.s] getirmiştik, o da aldı götürdü. Hazret’e götürdü. ”
Seyda Şeyh Maşuk
Hazretleri'nin Hizmetleri-Allah rızasını kazanma arzusuyla geçen bir
ömür-
Seyda Şeyh
Maşuk Hazretleri hayatını hizmete adamış
ve bu uğurda tüm zorluklara katlanmış alim ve veli bir zattır. Böyle zatlar
Allah rızasını kazanmak için kılı kırk yaracak kadar hassasiyete sahiptirler.
Allah Teâlâ'nın kendilerine lütfettiği ilmi hiçbir dünyevi menfaat
gözetmeksizin talebelerini aktarmak için ömürlerini feda etmişlerdir. onlar
ilim ve hizmetten bir an dahi geri durmaktan Allah'a sığınmışlardır. Hizmet
arzusuyla dopdolu olan Seyda Şeyh Maşuk
Hazretleri, yaşadığımız son asrın en trajik hadiselerinden birinin
ortasındadır. Çocukluğundan beri kapısından ayrılmadığı ilmin nurlu beşiği
medreselere kilit vurulması istenmektedir. Talebelere eğitim vermek ve
insanlara irşad etmek yasaklanmıştır. Buna karşılık Şeyh Maşuk Hazretleri ilme çok önem verdiğinden talebe
yetiştirmeye gizlice devam eder. Seyda’nın ailesi müderristir ve dersleri
kendileri verirler. Nurşin'nin medreseleri haklı bir saygınlığa sahip oldukları
için buradan eğitim almaya şehir dışından bile gelenler olur. Baskı ve
yasakların gölgesi altında şartlar ne kadar zor olursa olsun ilim için her
türlü zorluğa katlanılır. Ülkenin refah düzeyinin şimdikinden çok daha düşük
olduğu göz önünde bulundurulursa, onlarca talebenin yeme içme sıkıntısı içinde
oldukları kolayca fark edilebilir. Mesela perşembe günü dışında talebelere her
gün kuru ekmek ancak verilir. Üstelik sadece perşembe günleri bulgur pilavı
yiyebilirler. Yatacak yerleri olmadığı için talebelerin bazıları camiye
gönderilir. Bütün bu sıkıntılara karşın talebelere en iyi şekilde eğitim
verilir. buna rağmen bir talebe derslerinde başarılı olamayınca, Seyda
Hazretleri çok üzülür. Talebenin ailesinden uzakta bu kadar sıkıntıyı çekip de
muvaffak olamamasından dolayı esef duyar.
Yüzüne
nasıl bakarım?
Bir gün
medresede talebeler ders çalışırken Şeyh Maşuk
Hazretleri ile bir başka talebe arasında bir ibare hakkında bir
anlaşmazlık yaşanır. ağzından hiç kötü söz çıkmamış olan Şeyh Maşuk Hazretleri talebeye hoş olmayan bir söz
söyler. talebe de ona aynı şekilde cevap verince, o da sensin diyerek karşılık
verir. henüz ikisi de çocuk denecek yaşlardadır bunun üzerine Şeyh Maşuk Hazretleri hemen kalkarak dışarı çıkar ve
Hazret in evine gider. İlk olarak Hazretin eşini görür Hazretin eşi niçin
geldiğini sorar, durumu anlatır Hazret in eşi bunu Hazret i anlatma dediyse de
o sırada Şeyh Maşuku gören Hazret yanına çağırır ve neden geldiğini sorar.
Hanımı “ gelme git ” diyerek eliyle işaret eder . Ancak
Hazret çağırdığı için yanına gelmek mecburiyetinde kalır. Başlangıçta bir şey
olmadığını söyleyerek anlatmaktan kaçınır, ancak Hazret in ikinci kez sorması
üzerine olayı bir kez de ona anlatır. Bunun üzerine Hazret “ önce kim söyledi sen mi o mu? ” diye sorar. “Ben söyledim, çünkü ben haklıydım “ der. Bunun üzerine Hazret “ onun sana iki defa söylemesi
gerekirdi git onun elini öp ve özür dile” der. Şeyh Maşuk “ ben söyledim ama o da söyledi ” deyince Hazret [k.s] “ önce sen söylemişsin ” şeklinde karşılık verir. Şeyh Maşuk Hazretleri özür dileyince talebe Hazrete
gidildiğini anlar ve “ vallahi
ben de kalkıp bu memleketten gidiyorum. Ben Hazret in yüzünü nasıl bakabilirim ” der. Şeyh Maşuk Hazretleri ve talebeler gitmesine zorla mani
olurlar.
Allah
yolunda çalışanların sığınağı olurdu
Seyda Şeyh
Maşuk Hazretleri her perşembe talebelere
oğlu ile ceviz içi gönderirdi. Seyda ailesinin kendileri için bu zahmete
girmesine talebelerin gönülleri razı olmazdı. Bir gün Şeyh Maşuk Hazretlerinin oğlu çeşmeye gider ve
talebelerle görüşmek ister. Oraya gittiğinde içeri girer girmez bir talebe ona
tokat atar ve küçük olduğundan yere düşer ve ağlar. Şeyh Maşuka gider ve durumu
anlatır. “
sana neden tokat attı?” diye sorar. O da bir neden
bulunmadığını, oraya gider gitmez talebenin onu tokatladığını söyler. Bunun
üzerine Şeyh Maşuk [k.s] “ onlar, annelerini babalarını terk
edip okumak için buraya geldiler. Bir gün aç, bir gün tok, bir gün elbisesi
kirli, bir gün yırtık yaşıyorlar. Sen gidip onları rahatsız ediyorsun ” der. Şeyh Maşuk böyle cevap verince oğlu annesine gider. Bu
kez annesi niçin ağladığını sorar. Annesine durumu anlatır. Annesi güler ve
talebelere götürmesi için her gece verdiğinden daha fazla yemiş verir ve şöyle
der “ sen götür bu yemeği özür dile, onlar
seni affetsin
” der. “ Ben bir şey yapmadım. Onların benden
özür dilemesi gerekir” derse
de yemeğe götürür ve talebelere verir. Haklı da olsa talebelere ve diğer
insanlara karşı hep müsamahakar olan taraf olmuşlardır.
“Sizin diliniz ne söylüyor"
Seyda ailesi, mal mülk peşinde koşmamış; varını yoğunu hizmet için harcamıştır. Allah yolunda gösterdikleri bu çabalar elbette sonuçsuz kalmamış, birçok medrese kurmuş ve yüzlerce öğrenci yetiştirmişlerdir. Bugün Nurşin'de bulunan üç medrese de Seyda ailesinin sayesinde kurulmuştur. Şu anki eski medresenin yerinde daha önceden başka bir medrese hizmet vermekteydi. Ancak, Hazret zamanında burası Ruslar tarafından yakıldı. Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri, 1953 yılında bu medreseyi iki oda bir salon olarak aynı yerinde yeniden inşa ettirmiştir. Hazret'in [k.s] vefatından sonra Nurşin'deki medreseye yeğeni Şeyh Masum [k.s] bakar. Baskılar artınca Şeyh Alâeddin ve Şeyh Molla Muhammed Emin odada medreseyi kapatmak için konuşurlarken Şeyh Masum odaya girer. Onun odaya girmesiyle diğerleri susar, Seyh Masum [k.s] onlara ne konuştuklarını sorar. Kendisinden çekindikleri için cevap vermek istemezler. Şeyh Masum'un ısrarı üzerine “Seyda ailesine baskılar arttı. Yiyecek de azaldı. Baskılar hafifleyinceye kadar medreseyi dağıtsak” derler. Seyh Masum [k.s] çok üzülür. Dışarı çıkar. başını ağaca dayar ve ağlamaya başlar. “Ben sizi Müslüman (hâşâ) bilirdim. Sizin diliniz ne söylüyor? Vallahi Masum' un başını şu ağaçta sallandırmadıkça bu medrese kapatılmaz” der. Böylece gerek Nurşin'de gerekse diğer yerlerde tedrisat devam eder. Üstelik o devrin medreseleri eğitim açısından daha sıkıdır. Medreselerde talebelerle doludur. Gece gündüz demeden ders çalışan bu talebeler, kitaplardaki metinlerin çoğunu ezberlerler, Bazen tarlalarda bazense ahırlarda olmak üzere kitabı hıfzetme gayreti içindedirler. Devamlı yapılan bu ezber ve tekrarlar sayesinde kaideleri hem çok iyi bilirler hem de unutmazlar. Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri onlarca talebenin eğitimiyle bizzat ilgilenir. Medresesi devamlı talebelerle dolar, onların sayıları arttıkça kendisi çok hoşnut olur. Seyda'nın evi yaylada olmasına rağmen bir anda atmış talebenin birden geldiği dahi olur. Kendisinden başka yine müderris olan Şeyh Taha [k.s] ve Şeyh Nasır'ın [k.s] da devamlı talebeleri vardır, onlarla ilgilenir, onları okuturlar. Fakat yaz mevsimi gelince talebeler ve fakir öğrenciler kendileri için zekât toplamak üzere köylere dağılırlar.
Toplumun hayra ulaşması için dua ederdi
Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri yaşadığı bölgede takvasıyla meşhur olmuştu. Bunu herkes bilir ve ona hürmet ederdi. Onun sözüne itibar eder, o ne derse yaparlardı. Çünkü o tasavvufa tam olarak bağlıydı. Ne yaparsa Allah rızası için yapar, kendi çıkarını gözetmezdi. Pek cok insan sehir dışından gelerek onun yanında tövbe ederdi. Hatta bazı zamanlar insanları irşad etmesi için onu da yanlarına alıp götürürlerdi. Bir defasında bir minibüsle on beş kişilik bir grup geldi. Şeyh Masum'a [k.s] “Biz Şeyh Maşuk Hazretlerini yanımızda götürmek istiyoruz. Bizim gençlerimizi irşad etmesini, onlara teveccühte bulunmasını kendisinderi rica ediyoruz” dediler. Seyh Masum Hazretleri durumu Seyda Hazretlerine iletti. O da "Bu işi ertele, bana biraz müsaade ver” dedi. Bir-iki ay sonra tekrar geldiler. Şeyh Masum'la konuştular. Şeyh Masum Hazretleri yine Seyda'ya sordu. O da yine müsaade istedi. Bunun üzerine Şeyh Masum [k.s] “Yol uzak ve meşakkatli olduğu için mi gitmiyorsunuz da erteliyorsunuz?” diye sordu. Seyda şöyle cevap verdi: “Ben gitmek istiyordum; fakat kalbimi denetledim ve amacımın sadece Allah rızası olduğunu göremedim. Niyetimin yalnızca Allah rızası olmasını isterim; fakat kalbimin bu noktada samimi olmamasından çekindim. Bu yüzden gitmek istemedim” Kendisinden dünyalık bir şey için dua almaya gelenlere “Allah hakkınızda hayırlısı ne ise onu nasip etsin” diye dua ederdi. Çünkü onların ısrarla istedikleri şeylerin onlar için hayır mı şer mi getireceğini yalnızca Allah'ın bildiğinin farkındaydı. Bu yüzden onların dünyalık yanlışlarının vebaline ortak olmak istemezdi. Seyh Maşuk Hazretleri tasavvuf ahlakıyla yetiştiği için küçük yaşlarda bile günahtan korkar, bir başkası günah işlediğinde çok müteessir olurdu. Bir kişi nasıl insan öldürebilir diye çok üzülür, bunu aklından çıkaramazdı. Seyda Şeyh Maşuk Hazretlerinin ailesine de çok saygı duyulurdu. İnsanlar Seyda'ya çok hürmet eder, onun sözünü dinler, o ne dese yaparlardı. Şeyh Maşuk Hazretleri insanlar arasında çıkan kavga, düşmanlık, anlaşmazlık gibi durumlarda onları barıştırırdı. Sünnet-i seniyyeye bağlı olan bu insanlar “Müminler bir vücudun azaları gibidir. Birisi acıdığında hepsi rahatsız olur” hadis-i şerifinin mânasını hayatlarına tatbik ederlerdi. Bu yüzden Seyda'nın ailesi çevrelerinde yaşanan acılara duyarsız kalmaz; bir vücudun azaları gibi birinin bi sıkıntısı olsa hepsi üzülürdü.
İrşad
vasifesi için onca sıkıntıya sabrederdi
Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri hem âlim hem muttaki bir zat idi. O, yaşantısının her anında Allah rızası için koşturmuş, gittiği her yerde İslâmiyet'e hizmet etmişti. Namaz kılmayan bir kişi görse ora nasihatte bulunur, onun tövbe etmesine vesile olurdu, Şeyh Maşuk Hazretleri, insanlara irşad ederken sadece kendi köyüyle yetinmez; çevre illere ve o illere bağlı köylere de hizmet için giderdi. Diyarbakır, Van, Erzurum, Kilis, Bitlis, Batman hizmet için gittiği illerden birkaçıdır. Ulaşımın güç koşullarda gerçekleştiği o yıllarda, türlü sıkıntılarla dolu uzun mesafeleri hep sabrederek aşardı. Yeri gelir yolculuk için bir vasıta temin edemez, kamyon teknelerinde yolculuk eder; yeri gelir yolculuk esnasında konaklamak için yatacak ve dinlenecek yer bulamazdı. Bazen ise yolların olmamasından dolayı ormanların içinde at sırtında günlerce yolculuk yapardı. Seyahatleri Sırasında Nerede Camisi olmayan bir köy görse o köydekilere cami yapmalarını öğütlerdi. Camileri, mescitleri çok severdi. Onların yapımı ve onarımı için insanlara para toplatırdı. Para vermek ve toplamak belki zorlarına giderdi ama Seyda isteyince toplarlardı, Bir-iki gün orada kalıp köylülerin cami yapımına başlamalanna yardım ederdi. Gittiği köyler Seyda [k.s] sayesinde bir camiye sahip olurdu. Nereye giderse gitsin hizmete devam eder, gittiği yerde ister müridi olsun ister olmasın, Allahu Teâlâ'dan Peygamber Efendimizden [s.a.v] bahsederdi. Bir köye gittiği zaman köydekilere “Hocanızdan memnun musunuz?” diye sorardı. Hocaya da köylülerden memnun olup olmadığı, köylülerin camiye gelip gelmedikleri sorularını yöneltirdi. Bir defasında bir hoca, köylülerden memnun olduğunu ve onların camiye gelmediğini söyledi. Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri “Camiye gelmiyorlarsa nasıl oluyor da onlardan memnun kalıyorsun?” diye sordu. Hoca, “Bana dayak atmıyor, para da veriyorlar” dedi. Bunun üzerine Şeyh Maşuk Hazretleri “Bu iyi olmadı, onlar camiye gelmeyince senin burada işin yoktur. Madem buraya geldin, kafanı bile kırsalar söyle camiye gelsinler. Namazı kıldır, küçüklere ders ver. Büyükler de gelirse onlardan Kur'an-ı Kerim bilmeyenlere Kur'an-ı Kerim öğret, onlara da ders ver” diye öğüt verdi. İşte Şeyh Maşuk Hazretleri, devamlı bu işlerle meşgul olarak ömrünü Allah rızasını kazanma uğrunda geçirmiş salihlerdendi.
Seyda
Şeyh Maşuk Hazretlerinin kerametleri
“Ümmetimin
âlimleri İsrailoğullarının nebileri gibidir” buyurur Hz. Peygamber [s.a.v] bir
hadis-i şerifinde. Az söze pek çok hikmeti sığdıran Resulullah [s.a.v], hiçbir
sözü boş yere söylemezdi. O'nun [s.a.v] muhabbet denizinde aşkla yol alan nice
evliyanın hayatında bu hadisi şerifin hikmetleri bir bir ortaya çıkmıştır. İşte
o müjdelenmiş âlim, evliya zatlardan biri olan Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri,
akla durgunluk veren kerametleriyle Resulullah'ın [s.a.v] hadisindeki
hikmetleri gösterir. Bir gün Şeyh Maşuk Hazretleri tevvecüh için bir köye
gider. O köyde Hazret'in [k.s] bir müridi vardır. Bu kişi, “Hazret şu kayanın
arkasında teveccüh yapmıştı” der. Şeyh Maşuk Hazretleri, Hazret'e” [k.s]
mutabaat olsun diye “Biz de orada yapalım” deyip teveccühü orada yapar.
Teveccühten sonra Şeyh Maşuk Hazretleri, o müride “Bize Hazreti [k.s] anlat”
der. Hazret'in [k.s] müridi “Ne anlatayım?” deyince Şeyh Maşuk Hazretleri “Bir
gün teveccühten sonra Sohbet etti ve bize dönüp 'Eğer biz bu sohbeti kayaya
yapsaydık kaya param parça olurdu. dedi. Böyle söylerken eliyle gösterdiği kaya
paramparça olur. Böylece Şeyh Maşuk Hazretleri anasır-ı erbaadan toprağın
Üzerinde bir kerametini gösterir. Seyh Maşuk Hazretlerinin yaşadığı yıllarda
medreseler kapatılır, İslâmi ilimlerin öğrenilmesinin önüne engeller konulur,
âlimler üzerinde baskılar başlar, Merkezden gönderilen müfettişler âlimleri ve
onların verdikleri eğitimi yerinde incelemeye koyulur. Bu maksatla Nurşin'e
gelen bir müfettiş, Şeyh Maşuk Hazretlerinin hareketlerini takip altına alır.
Her zamanki hâl ve tavrına devam eden Şeyh Maşuk Hazretleri abdest almak ister.
Gelen müfettiş de her zamanki gibi onu izlemektedir. Fakat bir anda gördükleri
karşısında büyük bir şaşkınlık yaşamaya başlar. Zira Şeyh Maşuk Hazretlerinin
abdest aldığı içi suyla dolu olan tas, gözünün önünde bir sağa bir sola doğru
hareket ederek suyunu boşaltmaktadır. Mübarek dudaklarından dökülen dualarla
uzuvlarını yıkayan Şeyh Maşuk Hazretleri abdestini tamamlar. Tastaki suyun çok
daha fazlasını kullanmış; fakat su bir türlü tükenmemiştir.
Müfettiş, gözleri önünde cereyan eden bu hadiseden çok etkilenir ve “Ben kimlerle uğraşıyorum!” der, Merkeze döner dönmez istifa eder. Allahu Teâlâ'nın izniyle Şeyh Maşuk Hazretleri suyu dilediğince hareket ettirme kerametini göstermiş olur. Seyda Şeyh Maşuk Hazretlerinin sohbeti ve nasihati, onun Allahu Teâla'ya olan kuvvetli muhabbetinden dolayı etrafındaki insanlara da sirayet ederdi. Ondaki muhabbet o derece kuvvetliydi ki sohbetini dinleyen insanların gönülleri harekete geçtiği gibi o ortamdaki diğer varlıkların da cezbeye tutulduğu olurdu. Bir gün Divarbakır'da bir sohbet esnasında ısınmak için yaktıkları mangaldaki közler cezbeye gelerek hareketlenir. Ortada duran mangal içindeki ateşlerle birlikte harekete geçmiş ve cezbeye tutularak raksetmeye başlamıştır. Bunu gören sufilerden biri mangalı durdurmaya çalışır fakat başarılı olamaz. Şeyh maşuk Hazretleri dursun mu istiyorsun? diye sorar “evet” cevabını alınca yavaşça “dur dur dur” der ve mangal sakinleşir. Sorar “tekrar harekete geçsin mi? diye sorar, sufi başını “evet” der gibi sallar. Mangal tekrar cezbelenerek harekete geçer. Şeyh Maşuk Hazretlerinin muhabbet dolu sohbetinden ateş o kadar çok etkilenir ki yerinden taşacak gibi olur. Bu durumu fark eden Şeyh Maşuk Hazretleri, tekrar ateşe yavaş yavaş “Dur, dur!” diyerek onu sakinleştirir. Böylece anasır-ı erbaanın bir diğeri olan ateş üzerindeki kerameti de ortaya çıkar. Resulullah'ın“ [s.a.v] tabiatına bürünen ve mürşitlerden olan Şeyh Maşuk Hazretleri, Resulullah [s.a.v] gibi vefakâr bir insandı. Kendisine yapılan bir iyiliği üzerinden yıllar geçse de unutmaz; misliyle iyilik yaparak karşılık verirdi. Eskiden tavuklarını yetiştiren köylüler yol kenarlarında onları satarlardı. Bir gün Şeyh Maşuk Hazretleri yol kenarından geçerken bir tavuk almak ister, tavuğun fiyatını sorar. Ancak köylü “Ben şeyhe parayla bir şey Satmam” diyerek tavuğu parasını almadan Şeyh Maşuk Hazretlerine verir. Bunun üzerine , Şeyh Maşuk Hazretleri “Bir gün ödeşiriz” deyip oradan uzaklaşır. Aradan uzun yıllar geçer. Şeyh Maşuk Hazretleri vefat etmiştir. O köylü ise ağır bir hastalığa tutulup felç geçirir. Böylesine sıkıntılı bir durumun içindeyken bir gün Şeyh Maşuk Hazretleri odaya gelir, ona yaklaşır Hastanın yorganını açıp dualar ederek onu başları aşağı mesh eder. İşi bitip de kapıya yöneldiğnde ıse "Ödeştik” der ve geldiği gibi sessizce çıkıp gider. Allahu Teala'nın izniyle hastanın hiçbir rahatsızlığı kalmaz. Şeyh Maşuk Hazretleri ciğerlerine doldurduğu havaya tesir ederek onun şifa verici olmasını sağlar. Bu hadise de kendisinin havayla ilgili bir kerameti olur. Tasavvufta hava, hevânın yani nefsin isteklerinin karşılığıdır. Bu yüzden hava, nefsin elinde olursa, her tarafı yakıp yıkar. Ruhun elinde olursa “hû'ya dönüşerek her tarafa selamet ve esenlik verir. Şeyh Maşuk Hazretleri insanların kalplerinden geçirdikleri istekleri bitir, onların bu isteklerinin hayra dönüşmesi için gayret gösterirdi. Bir gün alimlerden bir kişi Şeyh Maşuk Hazretleri'nin yanına gelir ve “Bir kerametini görmeden tarikatına girmem” diye düşünür. Şeyh Maşuk Hazretleri de sohbet etmektedir. Sohbet sırasında birden durup “Cahiller, bizim yanımıza geldikleri zaman bizden keramet beklerler. Fakat cahiller keramet beklerken garibime gitmez. İki şeyden dolayı; birincisi cahildirler. Zannediyorlar ki, keramet bizim elimizdedir. İkincisi cahildirler, böyle şeylere de ihtiyaçları vardır. Fakat âlimlerin böyle şeylere ihtiyacı olmaması gerekir. Öyle değil mi Molla, sen ne düşünüyorsun?” diye sorar. Kendisine ismiyle hitap edilen bu âlim, hem bu hitaptan hem de kalbindeki düşünceden haberdar olunmasından gerekli dersi çıkarır. O zamana kadar başı önünde sohbeti dinlemiştir. Fakat Şeyh Maşuk'un [k.s] bu kerametinden sonra başını kaldırır kaldırmaz bir nara atıp hemen Şeyh Maşuk Hazretlerinin elini tutar ve “Seni şeyh olarak kabul ettim" der. Nefsin hevasına kulak tıkayan Şeyh Maşuk Hazretleri, İslâmiyet'in izzetine öncelik verirdi. Bu yüzden, niyeti bozuk olan insanlara veya İslâm'a karşı olanlara tavrı çok farklıydı. Bir gün onu yemeğe davet ederler. Şeyh Maşuk Hazretleri de, davete icabet sünnettir, diye kabul eder, Birkaç kişi ile adamın evine gider. Ev sahibi sofrayı serer. Yemeğe buyur edince Şeyh Maşuk Hazretleri “Ben tokum" der. Şeyh Maşuk tokum dediği an ev sahibinin rengi değişir Diğerleri yemekten yerler. Daha sonra Şeyh Maşuk kalkar O gün orada bulunan kişilerden birisi hadisenin devamını şöyle anlatır. “Hayret etmiştim. Halifelerine Şeyh sabah kahvaltı yapmıştı, dedim. Biliyoruz, dediler. Yolda yürürken Şeyh Maşuk'a neden tok olduğunu söylediğini sorduk, döndü ve 'Molla ben imtihan sofrasında yemek yemem: dedi, Adam gelip şeyhe yalvarıp yakardı ama Şeyh Maşuk Hazretleri kabul etmedi. Adam meğerse Şeyh acaba çok mu yemek yiyor, etli tarafını mı çok seviyor, diye onu denemek için davet etmiş. Günlerce Şeyh Maşuk Hazretlerinin etrafından dolaştı ama Şeyh Maşuk [k.s] onu kabul etmedi." Şeyh Maşuk Hazretleri sayısız kerameti görülmüş bir mürşid-i kâmildi. Maddenin özünü oluşturan dört unsur üzerindeki kerametlerinden başka, beşinci unsur diyebileceğimiz ruh üzerinde de keramet göstemiştir. Kötülüğe meyleden, işlediği günahlarla gönüllerin paslandıran, ibadette huzur duymayan ruhları, marifetullah bilgisiyle harekete geçirir, bu ruhların paslanan gönüllerini parlatırdı. Kendisine intisap eden insanların ruhlarında yaptığı bu inkılap onun sadece maddi unsurlar üzerinde değil, manevi unsurlar üzerinde de tesirli olduğunun en çarpıcı örnekleriydi. İnsan kendi kendini değiştirmeye tam anlamıyla muktedir değilken mürşid-i kamil olan zâtların aynı anda pek çok insanı adım adım Allah'ın sevgili kulu hâline dönüştürmeleri, onların gözden kaçmaması gereken en belirgin kerametleridir. Himmetlerini üzerimizden eksik etmemelerini istediğimiz Şeyh Maşuk Hazretleri, dileriz bizlere de birer ruh inkılabı yaşatarak keramet gösterirler...
SEYDA ŞEYH MAŞUK HAZRETLERİ NASIL BİR
İNSANDI
Seyda Şeyh
Maşuk Hazretleri Hazretleri dünyevi işlerde talebelerine karşı çok
müsamahakârdı. Allahü Teâlâ'nın emirleri söz konusu olduğunda ise çok titizdi.
Namazını cemaatle kılmayanlara, Allahü Teâlâ'nın emirlerine uymayanlara çok
kızardı. Bir sohbetinde “Peygamber Efendimiz'in [s.a.v] ismi anıldığında
gözünden yaş, ağzından içindeki yangının kokusu gelmeyenin muhabbeti zayıftır”
buyurmuştur. Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri, dünya meşguliyetleri ile
ilgilenmezdi. Ticari işlerle uğraşmayı sevmezdi. Harama ve helale çok dikkat
ederdi. Ailenin geliri o senenin mahsulünden ve diğer çalışmalarından sağlanır,
bu gelir bütün bir ailenin olurdu ve bunun içerisinden her aile kendi ihtiyacı
kadarını alırdı. Ailenin bu geliri ile talebelere gelen yardımları Şeyh Maşuk
Hazretleri ayrı tutardı. Oğlunun anlattığı şu hadise çok dikkat çekicidir:
“Nurşin'de açılan yeni bir lokantada yemek yemeyi çok isterdik. Paramız
olmadığından lokantaya gidemezdik. Seyda Şeyh Maşuk Hazretlerinin maddi
işlerine bakan bir salikine bize biraz para ver, dedik. “Ailenin parasını size
veremeyiz. dedi. Seyda Şeyh Maşuk Hazretlerine baktım, bize parayı vermek
istemişti. Ama ailenin parası olduğu için izin vermedi ve "Yarın köylülere
sattığım keçilerin parası gelecek. Yemek parasını o paradan yarın veririm.”
dedi. Aileye çok önem verirdi. Amcaoğulları olan Şeyh Nasır [k.s] ve Şeyh
Takiyeddin'i [ks] çok severdi. Hep birlikte gezerlerdi. Birbirlerini çok sayar,
severlerdi. Bu sevgi, sadece şahıslara duyulan dünyevi bir sevgi değil; Allah
aşkının onlardaki tecellisine duyulan bir muhabbet idi. Bir seferinde Şeyh
Takiyeddin [ks] Şeyh Nasır'ı [k.s] sorduklarında onu o kadar övdü o kadar övdü
ki soran şahıs “Gidip müridi olasım geldi” dedi. Molla Sıddık, Seyda Şeyh
Muhammed Maşuk Hazretleri söyle anlatır: “Seyh Maşuk, çok halim bir insandı. Ben,
altı gün onun hizmetinde bulundum. Onun her hâli ve davranışı Allahı
hatırlatırdı. İnsanlarla münasebetinde hiç riya yoktu ,Müridleri yanında
rabıtayı gözü açık yapardı.” Bir gün, Molla Sıddık talebeyken Seyda Şeyh Maşuk
Hazretleri, Seyrantepe köyüne gelir. Molla Sıddık, onu ziyaret için yanına
gider. Çok kalabalıktır. Büyük bir sofra misafirler için kurulmuş; ”Şeyh
Maşuk'a da ayrı, küçük bir sofra kurulmuştur. Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri,
Molla Sıddık'ı yanına davet edip oturtur ve “Burada yemek yemeyelim. Başka köye
gideceğiz orada yeriz” der. Molla Sıddık, gidecekleri köyde yemek yemek üzere
bulundukları sofradan sadece 3—4 lokma alır. Ancak yediği o lokmalar, 3—4 gün
karın ağrısı çektirdikten sonra geçer ve Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri'nin yanına
ancak 3-4 gün sonra geri döner. Molla Sıddık bu olayı: “Hâlbuki sözünü
dinleseydim O'nunla üç günü beraber geçirecektim” diye anlatır.
Kabir
ehlinin halleri Seyda
Molla Muhyeddinl [k.s] Seyda Fadlullah Hazretlerine şunu ifade ediyor: Molla
Fadlullah Ben sana başımdan geçen bir hadiseyi anlatacağım: “Zevât-ı
âliyelerden istifade etmek maksadıyla sık sık Nurşin'e gider, orada büyüklerin
ziyaretinde bulunurdum. Bu ziyaretlerden birinde Şeyh Maşuk [k.s] ile Seyda
Molla Abdulbaki [k.s] ikisi karar alıp mekâbir ziyaretinde bulunmak istediler.
Ben de bunu fırsat bilip, arkalarından gitmek istedim. Başımı eğdim, gözümü
kapattım, rabıtalı bir hal ile arkalarından yürüdüm. Fırsat fırsattır belki
mekâbirdeki bulunan makam-ı âliyeye davet edilirim diye düşündüm çünkü önümde
bu zevât-ı âliyeler var.
Mekabir
ziyareti sırasında Seyda Molla Abdulbaki ihtiyar olması mülahazası ile bazen
yanındaki insanları dahi unuturdu. Şeyh Maşuk Hazretleri yanında ben arkasında,
Şeyh Maşuk'a [k.s] dedi ki: “Maşuk, bu ehi-i kubûrun hali ne güzeldir. Öyle
değil mi? Şeyh Maşuk Hazretleri dedi ki: “Seyda el aman. Arkamızda yabancı var.
Sen sırı ifşa ediyorsun. Hikmet ve imtihan ebedi olarak ortadan kalkacak.
Allahü Teâlâ bu işe razı değil.” Şeyh Maşuk Hazretleri bunları söyledi ama
Seyda Molla Abdulbaki'nin kulağı pek işitmiyordu. Onu duymadı. Bir iki adım
sonra Seyda Molla Abdulbaki: “Maşuk, sen bu ehl-i kubûrun halini görüyor musun?
Cennetin yamaçlarında yürüyor, Allahü Teâla ona ne güzel nimetler bahşetmiş,
gıpta etmiyor musun?” dedi. Şeyh Maşuk Hazretleri dedi ki: “Seyda arkamızda
yabancı var. Allah için sus! Hikmet, imtihan sırı ortadan kalkacak, perde
kalkacak. Bu insanlara adeta bu torpillerin verilmemesi gerekiyor. Allah
müsaade etmiyor.” Kısa bir süre sonra Seyda Molla
Abdulbaki
üçüncü ziyarette de böyle şeyler söyleyince Şeyh Maşuk Hazretleri Seyda Molla
Abdulbaki'nin elinden tuttu “Kurban arkamızda Seyda Molla Muhyeddin var” dedi.
Şeyh Maşuk Hazretleri öyle söyleyince Seyda Molla Abdulbaki yüzünü çevirdi ve
dedi ki: “Molla Muhyeddin vallahi ben senin burada olduğunu unuttum. Ben senin
burada olduğunu bilseydim ben bu sırı size ifşa etmezdim”
'Sen de şeyhine kendini feda et, muhabbeti
anlarsın' Şeyh Muhammed
Maşuk Hazretleri'nin talebelerinden İsmail Çetin [k.s] hocasına; Muhabbetin ne
demek olduğunu sorunca aralarında şöyle bir konuşma geçer: "Muhabbet,
Peygamber'in mirasçılarını sevmekle Hazreti Ahmed'i sevmektir” dedi. Sonra
daldı. Biraz sonra başını kaldırdı, bu bi çareye baktı; bakışından acaib zevk
buldum, son derece mahcubiyet içinde en büyük lezzet ve sevgi kalbimde meydana
geldi. Biçareye hitaben: - “Sen evvelden kimin müridi idin, şimdi nerdesin?”
diye ani bir soru tevcih etti. Bu bi çare yedi yaşından bulüğ çağına kadar o
zât-ı muhtereme intisablı olduğundan, mahcubiyetten intisabdan bahsetmeyerek:
—” Şimdi Gavs'ın hizmetindeyim” dedim. Beni teselli ederek: -"Molla İsmail
fark yoktur” buyurdular. -”Adın İsmail'dir değil mi? “ diye sordu. Ben: —”
Evet” deyince şöyle buyurdular: Hazreti
İsmail [a.s] Allah'ın [c.c] muhabbetinden dolayı babasına itaat etmekle kendini
feda etti. Muhabbet, Hazreti İsmail'in babası İbrahim [a.s] teslim olmasından
ibarettir. Her kim kendini sünnetleri ihya etmekle Peygamber'e feda ederse,
onda muhabbet eseri tezahür eder. Hazreti İsmail babasının nezaretinde bilfiil
kendini Allah'a [c.c] kurban etmekle muhabbetini isbat etti. Sende şeyhine
kendini feda et, muhabbeti anlarsın” dedi Tekrar daldı... Biraz sonra başını
kaldırdı ve şöyle devam etti: “Öyle ya, aşkın enerjisi hiçbir tarife sığmaz.
Allahü Tealâ o enerjiyi Hazreti Mustafa'nın [s.a.v] zâtında
kemiyetleştirmiştir. Peygamber'in barajında kemiyetleşince ona muhabbet
denilmiştir. zaman, zemin, mekan söz konusu olmaksızın, her şeyh kendi
zamanında o barajdan cereyan alan birer trafodur. Kanunları şeriattır.
Aldıkları feyzi hep rumuz ve işaretle tarif ederler. O trafoya bağlı olmaksızın
direk barajdan cereyan almaya kalkışan, ya muvaffak olmaz ya da kül olup gider”
Eskimeyen ayakkabı Şeyh Maşuk Hazretleri; müridleri ile alakadar olur,
onların sıkıntılarını gidermek için uğraşırdı. Bir defasında Şeyh Maşuk
Hazretleri ile beraber bir müridi, Şeyh Fadlullah'ın [k.s] babası Şeyh Nasır'ı
[k.s] ziyarete gitrmek üzere yola çıkarlar. Müridler yaya olarak, Şeyh Maşuk
Hazretleri ise at üzerinde köye doğru yol alır halde iken müridlerden birinin
ayağındaki yırtılıp ikiye ayrılır. Bunun üzerine yürümekte güçlük çekmeye
başlar ve geride kalır. Şeyh Muhammed Maşuk, diğer kişilere müridinin neden
geride kaldığını sorar. Müridinin ayakkabısının yırtıldığını öğrenince atından
iner ve müridini bekler. Müridi onlara yetiştiğinde onun ata binmesini ister ve
kendisinin yürüyeceğini söyler. Ancak müridi, Şeyhi yürürken ata binmeyeceğine yemin
eder. Bunun üzerine Şeyh Maşuk Hazretleri, gidecekleri köye kadar birisinin
terliğini ona vermesini söyler. Şeyh Maşuk Hazretleri tekrar ata biner. Bu
sırada atlı bir köylü de onlara yetişmiştir. Şeyh Maşuk Hazretleri, köylüye
atını ayakkabısı yırtılan müride vermesini Söyler. Köye varıncaya kadar ata
mürid biner ve köyde bulanan âlim bir zat ayakkabısını diker ve “Artık bu
ayakkabıyı uzun süreler giyersin” der. Mürid, gerçekten o ayakkabıyı uzun
süreler eskitemez.
“Kamil
iman sahibi bir veledmişsin” Seyda Şeyh Maşuk Hazretlerinin medresede ilim tahsil ettiği dönemde
Nurşin'e; âlimleri sevmeyen, onların giyim kuşamından dahi rahatsızlık duyan,
çok zalim bir paşa gelir. Şeyh Maşuk Hazretlerinin kayınbiraderi Sultan Veled
de o dönem medresededir ve O dönemde sarık yasaktır. Şeyh Maşuk Hazretlerinin
babası Şeyh Masum [k.s] ile Sultan Veled paşayı görmeye giderler. Giderken Şeyh
Masum [k.s], Sultan Veled'e sarığını takmamasını söyler. Sultan Veled ise,
sarığını çıkaramayacağını söyler fakat Şeyh Masum çok ısrar edince “Senin
hatırın için geliyorum” der ve sarığının yanından bir mendil sarkıtarak
kulağının üstünü örter. O gün Sultan Veled; Paşaya Allahü-u Teala'nın
büyüklüğünden, adaletinden ve insanlara olan merhametinden bahseder. Paşa,
Sultan Veled'den çok etkilenir. Konuşmanın sonunda Paşa, Sultan Velede başının
yanına mendili ne için taktığını sorar. Sultan Veled durumu açıklayınca Paşa:
“Sen gerçekten kâmil iman sahibi bir veledmişsin” der. Şeyh Masum'un Sultan Veled'in
gelmesi konusundaki ısrarı şimdi anlaşılmıştır. Paşanın kalbindeki buzlar
böylece çözülmüş olur.
Alamet ile gelen Molla Ömer, askerde iken rüyasında Peygamber Efendimiz
[s.a.v] görür. Rüyasında Peygamber Efendimiz [s.a.v] köylerine gelmiştir,
başında sarığı sırtında ise puşisi vardır, arkadan bakıldığında Şeyh Maşuk
Hazretleri gibi görünmektedir. Gördüğü rüyayı bir mektupla babasına anlatır.
Molla Ömeri babası bu mektuba cevaben: “Oğlum, der “Senin rüyayı gördüğün
tarihte Muhammed Maşuk Hazretleri köyümüze geldi. Aynı tarif ettiğin şekilde
başında Sarığı, sırtında puşisi vardı.”
Sabah meltemi Bir gün Molla Ömer'in annesi sabah namazından sonra evradını
çekerken Şeyh Muhammed Maşuk Hazretlerini karşısında görür. Tesbihini
bitirdikten sonra eşine: “Şeyh Muhammed Maşuk Hazretlerini karşımda gördüm,
bana doğru bakıyordu” der. Eşi: “Onu görmen çok güzel bir şeydir” diye karşılık
verir. Ve o gün köylerine Şeyh Muhammed Maşuk Hazretleri teşrif ederler.
“Ene hazret...” Molla Ömer in babası, Şeyh Şemseddin'e bağlı iken rüyasında
köylerine at üzerinde gelmiş birini görür ve bu atlının heybetinden çok
etkilenir. Rüyada onun kim olduğunu merak eder, peşinden gider ve ayaklarına
kapanır: “Siz kimsiniz?” diye sorar.
Gördüğü zat
“Ene Hazret Diyauddin'in oğluyum” der, bu sözleri ile
Şeyh Maşuk
Hazretleri olduğunu ima etmektedir ve gözleri ile Nurşin'i işaret eder. Bu
rüyadan sonra Molla Ömer, Şeyh Maşuk'u bulur. Ona intisap eder ve bir daha hiç
ayrılmaz.
Hatırı güzel olan güzel Şeyh Munammed Maşuk Hazretleri ve
Şeyh Molla Muhyeddin Hazretleri, Suriye'de Ahmed Haznevi'nin [k.s] yanında
beraber amel ediyorlardı. Ahrned el-Haznevi Hazretleri; sınırın diğer tarafında
olduğundan ve oraya, sınırda bulunan bir nehir geçilerek ulaşılabildiğinden
ziyaretler oldukça meşakkatli oluyordu. Bu bölgede kaçakçılık da yapıldığından
buralar sıkı takip altındaydı.
Yine böye
bir ziyaret için Şeyh Muhammed Maşuk Hazretleri ve Şeyh Molla Muhyeddin
Hazretleri beraberce sınırdan Suriye'ye geçmek istediler. Şiddetli bir yağmur
yağıyordu ve askerler ıslanmamak için kulübelerine gırmişlerdi. Şeyh Maşuk
Hazretleri ve yanında bulunan arkadaşları askerlerin bu durumunu fırsat bilip
nehri hızlıca geçmişlerdi. Fakat Molla Muhyeddin [k.s] arkada kalmış ve
askerlere yakalanmıştı. Şeyh Maşuk Hazretleri ve arkadaşları, bütün
olumsuzluklara rağmen Ahmed el-Haznevi Hazretlerinin yanına vardılar. Ahmed
el-Haznevi [k.s] onlara özel alaka gösterdi, elbiselerini kuruttu, yeni
elbiseler verdi ve kendisinin de Hazret'i ziyaret için sınırı geçtiği
zamanlarda çok sıkıntı çektiğini anlattı. Sonra Şeyh Maşuk'a dönerek “Bizimle,
benim seninle ilgilendiğim gibi ilgilenen olmazdı. Maşuk, sen benim Şeyhimin
yeğenisin bu ikram onun hatırınadır”” dedi.
Sünnete
bağlı olmak: Şeyh Maşuk
Hazretleri, her pazartesi ve perşembe oruç tutardı. Fakat onun bu halini Şeyh
Maşuk Hazretleri hacdan dönene kadar hiç kimse bilmiyordu. Bir gün abdest almak
için eve geldiğinde eşi yemek hazırladı ve ona yemek yemesini teklif etti. Şeyh
Maşuk [k.s] yemeyeceğini söyledi ancak eşi ısrar etti. Nihayet eşi onun oruç
olduğunu anlayınca: “Yoksa oruçlu musun?” diye sordu. Şeyh Maşuk Hazretleri de
oruçlu olduğunu söylemek zorunda kaldı ve böylece sünnete riayetteki itinası
ortaya çıkmış olur.
Ebedi yatak: Bir gece kalktığında eşi, Şeyh Maşuk Hazretlerinin yerinde olmadığını fark eder. Etrafına bakarken şeyh Maşuk'un [k.s] seccadesinin Üzerinde yattığını görür. Şeyh Maşuk Hazretlerine: “Neden orada uzanıyorsun? Gel yatağına yat” der. O da: “Şimdiden kabre alışmam lazım, sıcak yatakta yatarak kendimi kabre alıştıramam” şeklinde cevap verir:
Kızının Komşusu: Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri, bir gün Diyarbakır'a kızının yanına gider. Kızının Müslüman olmayan bir komşusu vardır. Kızı babasına: “Bu komşum bana misafir olarak geliyor, evime girip çıkıyor. Ben ne yapayım? Komşuluk hakkına nasıl riayet edeyim?” diye sorar. Seyda Şeyh Maşuk“ “O misafirdir. Onu ağırla fakat yemeğini yiyip suyunu içme” der. Seyda Şeyh Maşuk [k.s], bir gün evdeyken kadın yine misafirliğe gelir. Seyda Şeyh Maşuk yüksek sesle:
“La İlahe İllallah Muhammeden Resulullah, biz Allah'a ve Peygamberlerine inanıyoruz” diye beyitler okur. Kadın bu beyitlerden çok etkilenir: “Benim Seyda Şeyh Maşuk'la görüşmem lazım diyerek Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri ile konuşur ve müslüman olur.
İnce Hesap: Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri'nin hanımı, 1969 yılında rahatsızlanır. Tedavi için İstanbul'a gidilmelidir. Şeyh Maşuk Hazretleri de hanımını ve oğlunu alarak İstanbul'a gider. Hastaneye gidip sıranın onlara gelmesini beklerler, Sıra kendilerine gelince doktor, Şeyh Maşuk Hazretlerinin hanımını muayene eder ve ameliyatın gerekli olduğunu, söyler. O dönemde bu ameliyatı yapan iki doktor vardır. Seyda Maşuk ve ailesi her ikisine de gider. İlk doktor hemen ameliyat edilmesi gerektiğini söyler ve ameliyat için üç bin lira ister. Diğer doktor ise: “Bir hafta hastanede yatmalı, muayne etmesi için başka doktorlarda getireceğim. Ondan sonra ameliyat edeceğim ama beş bin lira alırım” der. Şeyh Maşuk Hazretleri ve ailesi de aralarında bu konuyu istişare ederler ve: “Üç bin lira isteyen doktora götürsek ve o ameliyatta bir şey olsa, iki bin lira için annemi kaybettik deriz. Ancak beş bin lira isteyen doktora gitsek de Cenab-ı Hak ne dilerse o olacaktır” diye muhakeme ederek beş bin lira isteyen doktora götürmeye karar verirler. Nihayet Şeyda Şeyh Maşuk Hazretlerinin hanımı ameliyat olur. Ameliyattan sonra önlerine, hastane masrafları ve ameliyat ücretinin ayrı olduğu söylenerek çok yüksek bir fatura konulur. Bunun üzerine Şeyh Maşuk Hazretlerinin oğlu itiraz eder. Bu sırada orada bulunan bir emniyet müdürü vardır. Bu emniyet müdüründen korkan hastane yönetimi istedikleri miktardan vazgeçerek ameliyat ücreti ile bir miktar hastane masrafını almaya razı olur. Durumu Şeyh Maşuk Hazretlerine anlatırlar. Hak ve hukuka riayet eden Şeyh Maşuk Hazretleri: “Siz zorbalık yapmışsınız. Polisin şikâyet edeceğinden korktukları için paranın hepsini almamışlar. Siz istenilen paranın tamamını götürün verin” diyerek onları uyarır. Götürüp yedi bin lirayı verirler.
SEYDA ŞEYH MAŞUK HAZRETLERİNİN VEFATI
Seyda Şeyh
Maşuk Hazretlerine tam 20 yıl evvel nerede ve ne zaman vefat edeceği
bildirilmiş; hatta o, bunu bir talebesinin kitabına not etmişti. Dedesi
Abdurahman-ı taği Hazretleri de "Benim
torunlarımdan birisi Hz. Hatice'ye misafir kalacak » diyordu. Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri sohbetlerinde Abdurrahman-ı Taği Hazretlerinin bu sözünü mutlaka söylerdi. İşte Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri zahiren hac vazifesi olarak görünen bu yolculuğun batımını biliyor, Allah'ın kendisine verdiği emaneti sahibine teslim etmek için bu yolculuğa çıkıyordu. Hacca gideceğini dile getirdiğinde sevenleri hastalığından dolayı ona mani olmak istediler. Çünkü astım rahatsızlığı gün geçtikçe şiddetini artırmış, kendisini yatağa düşürmüştür. Etrafındaki herkes ona gitmemesi için yalvarır ama nafile... Sonunda Gavs-ı Hizan'ın ailesinden Seyda Şeyh Maşuk Hazretlerinin sevdiği bir zatı belki onun sözünü dinler diye çağırırlar. O zat divana geldiğinde Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri orada değildir. Kendisinin geldiğini haber verdiklerinde buyursun diyerek yanına davet eder. Bir müddet sohbet ettikten sonra “Seyda'm benim sizden bir ricam var...” diyerek sözlerine başlar lakin Seyda derhal sözünü keser “Bana hacca gitme deme de başka ne diyorsan söyle!” der. Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri, oğlu Veysi'ye “Sen de benimle birlikte hacca gelmek istemez misin?” diye sorar. Şeyh Veysi “Ağabeyim büyüğümdür, o hazırlıklarını tamamladı” cevabını verince “Gelmek istersen sen de gel. Yalnız işleri çabuk bitir. Diyarbakır'a gidip tarlaları ek, oyalanmadan da geri dön” der. Bunun üzerine Şeyh Veysi Diyarbakır'a gider. Şeyh Veysi'nin Diyarbakır'da olduğu günlerde kendisine tarla işlerinde yardımcı olan zat, bir rüya görür. Rüyasında; “Şeyh Veysi çabuk hazırlansın, pasaport lar hazır, yola çıkılacak” denilir. O gecenin sabahında Nurşin'den yanlarına bir haberci gelir. Rüyayı gören zat koşarak yaklaşır ve “Şeyh Veysi'yi mi çağırıyor?” diye sorar. Haberi getiren kişi hayretle “Sen bunu nereden biliyorsun?” diye sorunca “Akşam rüyamda gördüm” cevabını alır. Kendisi de Şeyh Maşuk Hazretlerinin kafilesi İle hacca gitmek ister. Pasaport için müracaat eder ve aynı gün pasaportu çıkar. Bir günde pasaportun çıkması mümkün olmadığından herkes hayretler içinde kâlır, Araştırıldığında daha önceden nüfus bilgilerinin nüfus idaresine sorulduğu, tüm bilgilerin kendileri tarafından hazırlandığı, cevapların çabucak geldiği hayretle görülmüştür. Muhabbet ve Sâdât-ı Kirâm'ın duasının zorlukları kolaylaştırdığı bu hadiseyle bir kez daha görülür. Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri, hac yolculuğuna çıkmadan evvel vefat edeceğine dair pek çok işaretler verir. Oğlu Şeyh Veysi ile yazın Demirci köyünde yaylada iken abdest aldıktan sonra Divan'a giden yollara bakıp: “Oğlum, bir daha bu yaylaları göremeyeceğim, buraya son gelişim."der. Astım rahatsızlığının tedavisi için kendisini İstanbul'a götürürler. Dönüşte Mersin'e uğrarlar. Misafir kaldıkları evin sahibi Seyda'nın hasta olmasına üzülür, yanındakilere “Seyda'yı böyle şehir şehir yoruyorsunuz. İnsan halidir, takdirdir, belli olmaz gurbette vefat ederse Zor olur” der. Ev sahibinin bu sözlerini duyan Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri hasta yatağında başını uzatır ve “Merak etme ben buralarda ölmem” der. Yolculuk günü geldiğinde hanımını yanına çağırıp, “Hakkını helal et! Seninle uzun zaman sıkıntıları birlikte paylaştık. Ben gidiyorum, geri gelmeyeceğim” diyerek helalleşir. Fakat hanımı bu helalleşmeyi hasta olduğundan dolayı yaptığını düşünerek “Böyle söylemeyin efendim? der. Veda ederken de yeni eve artık taşınabilirsiniz, der. Beklenen süre tamamlanmış artık yolculuk günü gemiştir. O gun yüzlerce kişi Seyda Şeyh Maşuk hazretlerini uğurlamak ve ondan hayır duasını almak için Nurşin'de toplanır. Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri geride kalan herkesle vedalaşır; ne kadar âlim varsa hepsi ile helalleşir. Lakin hiç kimse bu vedanın bir daha görüşülmemek üzere olduğunun farkında değildir.
Ona eşlik eden halifelerini ve müridlerini de yanına alarak bir daha dönmemek üzere Nurşin'den ayrlır... Şeyh Maşuk Hazretlerin yeğeni üstadımız Seyda Fadlullah Hazretleri kafilenin yola çıkacağı gün vedalaşmak için Seyda Şeyh Maşuk Hazretlerinin yanına gider, yolda karşıdan Seyda Şeyh Maşuk Hazretlerinin kendisine doğru geldiğini görür. Karşı karşıya geldikterinde Seyda Fadlullah Hazretleri dayısı Şeyh Maşuk Hazretlerinin elini öpmek ister tam o sırada Şeyh Maşuk Hazretleri onu bastonunun sapıyla tutup kendine doğru çeker, alnını alnına dayayıp sarılır. Seyda Fadlullah Hazretleri kendi vefatına kadar geçen zamanda ne zaman o anı hatırlasa hep gözyaşları ile yâd eder. Şeyh Hafid'in de aralarında bulunduğu bir grup Seyda Şeyh Maşuk Hazretlerini Diyarbakır'a kadar uğurlamak isterler. Ancak Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri, Bitlis'e geldiklerinde daha fazla gelmelerine gerek olmadığını söyler. Vedalaşırken Şeyh Hafid, Seyda Şeyh Maşuk Hazretlerine “Amca sende nefes darlığı var. Sen daha önce haccını yapmıştın. Bu hâlde nasıl yapacaksın çok zor olacak” der. Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri ise “Hafid, vallahi ben gideceğim. Merkad'a Seyda-i Taği ve Hazret'i ziyarete gittim, bana üç kere 'Uğurlar olsun. dediler ve gidişime çok memnun oldular. Hafid! Vallahi Kur'an hakkı için, ben bu sefer ölmeye gidiyorum” der? Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri ile hacca giden kafile kendisinin halifeleri ve pek çok âlimden oluşmaktaydı. Molla Hüseyin, Molla Muhyeddin Hazretleri, Molla Alaaddin'in oğulları, Cezri'nin şeyhleri de onunla birlikteydiler. Nurşin'den ayrılıp Medine'ye doğru yola çıktılar. Yolculuk sırasında Diyarbakır'a uğradılar. Diyarbakır'daki âlimlerden biri de Seyda'nın kafilesi ile hacca gitmek istemiş ancak yola çıkmadan kısa süre evvel hanımı rahatsızlanınca iptal etmek zorunda kalmıştı. Seyda Şeyh Maşuk hazretlerini yolcu etmek için Diyarbakır'dan ayrılacağı yere geldi. Vedalaşma sırası kendisine geldiğinde Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri ağladığını fark edip neden ağladığını sordu. “Efendim ben de sizinle beraber gelecektim ama nasip olmadı” dedi. Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri onun elini tuttu, güldü “Merak etme, sen ne zaman gelirsen gel, ben hep orada olacağım” dedi. Şam'a uğradıklarında Seyda Şeyh Maşuk”! orada bulunan insanların hatırları kırılmasın diye İnsanların meselelerini çabuk halletmesi için oğluna talimat verdi ve şöyle dedi: “Ziyaretler bitmez! Vazifelerimiz bitti Medine'ye çabuk gitmeliyiz” Medine'de vazifelerini bitirdikten sonra hep birlikte Mekke'ye geçtiler. Medine'den ayrılırken Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri oğluna “Peygamber Efendimizi ziyaret ettik. İnşallah Mescid-i Haram'ı da ziyaret ederiz. Arefeden sonra babanı orada bırakacaksın.” dedi. Kafilenin Mekke'de bulunduğu günlerde bir patlama olmuş ve bu patlama pek çok kişinin yaralanmasına sebebiyet vermişti. Patlamanın etkisiyle oluşan karmaşada Şeyh Veysi her yerde babasını arıyor fakat hiçbir yerde bulamıyordu. O anda biri kendisine seslendi: “Sanırım senin baban şu çadırda. Ona yatak verip, yatırmışlar” dedi. Bahsedilen çadırdan bir Arap Şeyh Veysi'yi çağırdı. Arapça “Buraya gel, baban burada seni çağırıyor” dedi. Şeyh Veysi koşar adımlarla babasının yanına gitti, elini öperek Allah'a hamdetti. Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri oğluna hemen kafiledekilerin durumunu sordu. “Herkes iyi, hepimiz selametteyiz” cevabını alınca oğluna para verip “Al bu parayı Beyt fakirlerine dağıt. Eğer bu yolculuğumuzda bizim arkadaşlarımıza, bizim şeyhlerimize bir şey olmazsa bu parayı fakirlere dağıtacağım diye nezr etmiştim” dedi. Şeyh Veysi babasının talimatı üzerine parayı dağıtıp tekrar onun yanına döndü. Babasını çadırdan çıkartıp taksiye bindirdi. Birlikte eve geldiklerinde yeğeni Seyda Şeyh Maşuk Hazretlerinin sıhhatinin kötüye gideceğinden korkarak; “Ben şimdi bilet alıp, sizi Türkiye'ye götüreceğim. Burada doktor yok” dedi. Bilet almak için Cidde'ye gitti. Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri onun ardından inşallah bilet bulamaz, duasında bulundu. Beklenen üzere Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri için bilet bulunamamıştı. Seyda Şeyh Maşuk hazretleri hem amel arkadaşı hem de halifesi olan Seyda Molla Muhyeddin hazretlerine ilminden dolayı hürmet eder, kendisine ilmi bir mesele sorulduğunda "Fetva makamı odur" der, her şeyi ona sorardı. Mekke'de bir gece sohbet ederken Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerine “Molla Muhyeddin, sen âlimsin Mekke'de mi yoksa Medine'de mi ölmek daha iyidir? diye sordu. Molla Muhyeddin Hazretleri bu beklenmedik soru karşısında bir an duraksayıp “Efendim bilmiyorum ama Mekke'de kılınan bir vakit namaza 100.000 vakit namaz sevabı, Medine'de kılınan bir vakit namaza 1000 vakit namaz sevabı verilir. "Ölüm de böyledir” cevabını verdi. Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri iç çekip "Gerçi Resûlullah [s.a.v] Medine'dir. Medine bizim hepimizin büyüğünün bulunduğu yerdir" dedi ve durdu "Fakat biz anne şefkatini tercih ettik” Seyda Şeyh Maşuk Hazretlerinin bu sözünün ne manaya geldiğine o an kimse vakıf olamamıştı. Hac vazifeleri bittikten sonra Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri, Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerine kafileyi toplayıp Türkiye'ye dönmelerini söyledi Mekke'de kalan Seyda Şeyh Maşuk Hazretlerinin onlardan sonra geleceğini düşünüyor; bir yandan da ne zaman geleceklerini merak ediyordu. Ertesi gün vedalaşmak için Seyda Şeyh Maşuk Hazretlerinin yanına geldiler. Vedalaşma sırası Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerine gelince Seyda Şeyh Maşuk hazretlerinin önünde diz çöktü, mübarek elini öptü. “Efendim bizler gidiyoruz, siz Medine'ye gelmeyecek misiniz?" diye sordu. "Molla Muhyedin ben bekleyeceğim. Mekke'de hacı bulunduğu müddetçe de bekleyeceğim. Ne zaman Ki son hacılar da Mekke'yi terk edecek, ben o zaman buradan çıkacağım" der. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri Seyda Şeyh Maşuk Hazretlerinin tekrar elini öptü, geri geri adımlarla yanından ayrıldı. Kapıdan çıkarken gözlerinden sicim sicim yaşlar dökülüyor, mübarek sakalını ıslatıyordu. Onun bu hâlini görüp “Bir şey mi oldu?” diye soranlara yalnızca “Hayır” diyebildi. Aslında bu bir veda idi ve bu mübarek iki dost sessiz sedasız, gizlice vedalaşmışlardı. Seyda Şeyh Maşuk Hazretlerinin bu sırrını o an Sadece Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri anlamıştı. O gün ikisi arasında olanları diğer âlimler merak edip, Seyda Şeyh Maşuk Hazretlerinin neyi kastettiğini Seyda Molla Muhyeddin Hazretlerine sordular. Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri onlara “Mekke'de hacılar kıyamete kadar bitmez, Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri “Ne zaman ki bütün hacılar Mekke'yi terk eder, ben o zaman buradan çıkacağım. sözüyle burada vefat edeceğinin işaretini verdi” demiştir. Bu vedanın ardından Seyda Molla Muhyeddin Hazretleri, beraberindeki arkadaşları ile Türkiye'ye dönmek üzere yola çıktı. Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri, oğlu Veysi ile birlikte Cennetü'-Muallâ kabristanında medfun bulunan Hz. Hatice annemizin kabr-i şerifini ziyaret ettiler. Oğlu “Baba, birkaç gün sonra buralardan gideceğiz, ayrılmak çok zor olacak” dedi. Şeyh Maşuk Hazretleri ise ona gülümseyerek ve “Evet, gideceksiniz” dedi. Dua ve sureleri okuyup ruh-u şeriflerine hediye ettikten bir müddet sonra Seyda Hazretleri, Hz. Hatice annemizin ayakucunu işaret ederek “İşte!” dedi “Benim kabrim burası olacak” Yanındakiler onu hayretle ve bir o kadar da tazimle dinlerken orada bulunan bir görevli konuştuklarını duyup Seyda Şeyh Maşuk Hazretlerine dönerek “Sen kimsin! Kimsin ki, Hz. Hatice annemizin ayakucunda yatacak hâli kendinde görüyorsun?” dedi. O ise bu sözlere hiç aldırış etmeden bastonuyla tekrar tekrar üzerini de çizerek “Burası, burası, tam burası” dedi. Vefatından bir gün önce oğlunu Suriyeli Molla Muhammed ile birlikte Hz. Hatice validemizi ziyaret etmeleri için gönderdi. Oraya vardıklarında Molla Muhammed Şeyh Veysi'ye Şeyh Maşuk Hazretlerinin kendisine vefat ettiği zaman buraya defnedilmesi vasiyetinde bulunduğunu söyledi. Şeyh Veysi “Bana da böyle söyledi ama babam elhamdülillah iyi” cevabını verdi. Döndüklerinde Şeyh Maşuk Hazretleri onlara “Yerimi gördünüz mü?” diye sordu ardından da “Üzülmeyin, ben 20 senedir bunu bekliyordum, elhamdülillah artık vakit geldi dedi.
Hacıların neredeyse tamamı Mekke'den ayrılıyorlar Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri dönüş için hiçbir hazırlık yapmıyordu. Kafilenin Türkiye'ye dönmesinden bir hafta sonra Seyda Şeyh Maşuk [k.s] bir sabah oğluna banyo yapmak istediğini söyledi ve arkasından yatağının hazırlanmasını istedi. Şeyh Veysi “Baba sen hasta değilsin, neden yatağını hazırlatıyorsun? ” dediğinde “Sen dediklerimi yap" dedi. O gün rahatsızlandı. İkindi namazı vaktinde Şeyh Veysi'nin kalbine bir his düştü, babasını yalnız bırakmak istemediğini söyleyip amcası ile birlikte Mescid-i Haram'a gitmedi. Zaten daha sonra Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri de “İkindi namazını biz beraber kılalım Haremde namaz kıymetlidir ama babaya bakmak daha kıymetlidir. Sen babana hizmet et!” diyerek Şeyh Veysi'yi Harem'e göndermedi. Oğluna “Sen şimdi dur ama yarın serbestsin. Memtekete gidince herkese selamımı ilet. Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim. Elhamdülillah baban bütün farzları, sünnetleri yapmıştır. Öyle söyle. Ben çok memnunum” dedi. Bu sözler üzerine Şeyh Veysi o an tutmakta olduğu babasının ellerini aniden bıraktı, dışarı çıkmak için izin istedi. Dışarı çıktığında ağladı, ağladı, ağladı... Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri yatağından kalkıp kapıyı açtı; “Veysi, oğlum niye ağlıyorsun, ne oldu?” diye sordu. Şeyh Veysi hiçbir şey söyleyemedi. Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri bu kez de “Yoksa sen benim burada ölmemi istemiyor musun?” diye sordu. “İstemiyorum, sizin yanınızda olanların hepsi yetim kalacak” diyen oğluna “Oğlum bu yer herkese nasip olmaz” dedi. Şeyh Veysi “Peki, Mekke mi iyidir, Medine mi?” diye sorunca: “Oğlum ben Mekke'de ölmek istiyorum. Mekke'de Beyt'in üzerine her gün 100 rahmet iniyor. O 100 rahmetin bir parçası dahi bana gelse bu bana yeter, burası iyidir” cevabını verdi? Namazdan sonra Şeyh Maşuk Hazretleri Şeyh Veysi'ye: “Oğlum kapıların hepsini aç, misafirlerimiz gelecek” dedi. Şeyh Veysi kapıları açınca Şeyh Maşuk “Oda kapısını da aç! Orada Şah-ı Hazne ve gelenler var” dedi. Seyda Şeyh Maşuk “Buyurun, buyurun... Gelin, hoş geldiniz...” diyor ancak Şeyh Veysi içeride hiç kimseyi göremiyordu. Bir saat sonra Şeyh Maşuk Hazretleri bu kez de onları uğurladı. Oğluna dönüp “Oğlum elhamdülillah bu gelenlerin hepsi vallahi büyük zatlardır. Oğlum ben Haticet-ül Kübra'nın hizmetçisi olacağım. Sen de annen Haticet-ül Suğra'nın hizmetçisi olacaksın” dedi. Tuttukları konağın sahibi bir kadındı. Ara sıra gelip hatırlarını sorardı. Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri “Keşke Şimdi ev Sahibi gelip banyoda leğen var, getir de baban abdest alsın dese...” dedi. Şeyh Veysi banyonun kapısının açık olduğunu, leğenin de içeride olduğunu, isterse gidip getirebileceğini söyledi. Ancak Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri sahibinin izni olmadan alamayacaklarını Söyledi. Tam bu sırada o hanımın sesi duyuldu. Şeyh Veysi'yi çağırıp “Muhammed Veysi baban abdest almak isterse, leğen banyoda getir de abdest alsın” dedi, Şeyh Veysi leğeni getirdi, Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri abdestini aldı, yatağına uzandı. Mescid-i Haram'dan dönen aralarında Seyda Molla Hüseyin, Şeyh Necmeddin, Şeyh Alaaddin, Ahmed el-Haznevi'nin halifesi Seyda Molla Sıddık'ın da bulunduğu 15 kişilik hulefâlar grubu Seyda Şeyh Maşuk Hazretlerini ziyarete gittiklerinde Şeyh Maşuk onlarla biraz sohbet etti, kendisini iyi gördüklerini söylediklerinde “Ölmeden önce düzelme iyidir” cevabını verdi. Kardeşi Şeyh Necmettin “Bugün iyisin, yüzünden belli” dediğinde ise “Gün henüz bitmedi ama biliyorum ki ben bugün kardeşimden ayrılıyorum” dedi. Halifeleri Şeyh Maşuk Hazretlerinin durumunun kötüye gittiğini fark ettiler ve devir okumaya (kelime-i tehlil) başladılar. O sırada yanlarında olmayan Şeyh Asım'a da hemen gelmesi için haber gönderdiler. Şeyh Veysi onların bu haline hayret ediyor “Neden kelime-i tehlil okuyorsunuz, babam hasta değil” diyordu. Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri “Ben biraz rahatsızım” deyip kıbleye doğru sağ yanı üzerine yattı. Kendisi de kelime-i tehlil okumaya başladı. Rahatsızlığı artınca doktor çağırdılar, henüz doktor gelmemişken Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri: “Veysi, bu sana en büyük vasiyetimdir. Hz. Hatice'nin [r.a] etrafı sahabelerle doludur. Beni Hz. Hatice'nin [r.a] ayakucuna defnedin” dedi. Takvimler 28 Aralık 1975'i gösterirken, ikindi vakti — nin girmesinden henüz bir saat geçmişti ki Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri kendisi için verilmiş sayılı nefeslerin sonuna geldi. Derin bir nefes aldı "La ilâhe illallah” dedi, durdu "Bu kadar ayrılık yeter" deyip, gözlerini kapattı ve mübarek ruhunu Allah Teâlâ'ya teslim etti. Mola Abdussamed'den rivayetle Şeyh Veysi o geceyi Şu sözlerle anlatır: "Babanın mübarek naaşı O gece yıkanıp kefenlendikten sonra Beyt'in kapısının yanına getirildi, Sabah namazına kadar Harem-i Şerif'te, başında Kuran-ı Kerim okuyarak dua ettik. Sabah namazından sonra binlerce kişi tarafından cenaze namazı kılındı. Vallahi o kadar kalabalıktı ki ben insanların arkasında saf tuttum. Dükkân sahipleri dahi dükkanlarını kapatıp cenaze namazına katıldılar Taziyesine Mekke'de Nurşindekinden çok daha fazla kişi katılmıştı. Muazzam bir kalabalık vardı.” Cenaze namazıran ardından vasiyeti üzerine Seyda Şeyh Maşuk Hazretlerinin mübarek naaşı Hz. Hatice validemizin ayakucuna defedilmek için Cennet-ul Muallâ'ya götürüldü. Ancak Cennet-ul Muallâ'daki görevliler buraya sahabelerden başka kimsenin gömülemeyeceğini söyleyerek mani oldular. Şeyh Veysi ve halifelerin Seyda Şeyh Maşuk Hazretlerinin Şam'dan beri defaatle bu vasiyette bulunduğunu söylemeleri üzerine, Hz. Hatice validemizin ayakucunda boş bir yer olduğunu ancak yerini belli etmemek ve başına taş koymamak koşuluyla defnedilebileceğini söylediler ve "Biz buradan ayrıldıktan sonra defnedin yoksa işimizden oluruz" dediler. Seyda Şeyh Maşuk Hazretlerinin vefatının üzerinden iki hafta geçmesine rağmen Şeyh Veysi'i Mekke'den ayrılmak istemiyordu. Ancak Seyda'nın vefat etmeden evvel "Vefatımdan sonra buralarda çok kalmayın. Amcan Necmettin hasta, onu Nurşin'e götürün” vasiyeti üzerine Nurşin'e döndüler. Ardında 16 halife ve gözü yaşlı binlerce seven bırakarak dar-ul-bekâya göç eden Seyda Şeyh Maşuk Hazretlerinin vefat haberi Nurşin'e ulaştığında Suriye'den ve Türkiye'nin dört bir tarafından haberi alan herkes metrelerce kara rağmen taziye için Nurşin'e geldi. Ailesi başta olmak üzere herkes büyük keder içindeydi. Taziye ziyaretleri günlerce hatta aylarca sürdü. Vefatından sonra kendisini rüyasında gören bir müridinin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ben burada Mekke'ye gelen hacıların isimlerini bir liste hâlinde kaydediyorum” Seyda Şeyh Maşuk Hazretlerinin sevenleri her Merkad ziyaretinde iki farklı duyguyu aynı anda yaşarlar: Nurşin'de yokluğunun hasreti, Mekke'de kavuşmanın sevinci... Mahşer gününde haşrımızın birlikte olması duasıyla, Sevdiği kullarını tanımayı ve onlara evlat olmayı lütfeden Allah'a sayısız hamd-ü sena olsun. Âmin.
Yorumlar
Yorum Gönder