AŞKI VE İŞTİYAKI BULACAĞIZ

 


Bismillahirrahmanirrahmanirrahim.  Elhamdülillahi Rabbil Alemin. Vessalatu vessalamu ala seyyidina Muhammedin nebiyyül ümmi ve ala alihi ve sahbihi ve sellim. Rabbişrahli sadri ve yesirli emri. Vahlül ukdeten min lisani ve yefkahu kavli.

Unutulduğu için bazı şeyleri tekrarlamakta, hatırlatmakta fayda var. Bir insanın tasavvufa girmesi gerekir mi? Bir zaruriyet var mıdır? Biz niçin buraya gelip gidiyoruz, amacımız ne tasavvuf ne kadar önemli bizim için? Tasavvuf olmasa da olur mu?

Ulemaya göre insan tasavvufla bağını kopardığı anda iman tehlikeye giriyor. İman demek inanç demek. İnanç demek; Allah inancı, ahiret inancı, meleklerin inancı, cennet cehennem inancı demek. Bazen Peygamber Efendimizin (s.a.v) ifadesine binaen (1), iman insanın başından uçup gider, haberi yoktur. Sabah inançsız haberi yok, akşam inançlı olur, imanlı olur, sabah geri gider. Onun için Peygamber Efendimiz (s.a.v) “üceddidel imane lâ ilahe illallah” “La ilahe illallah demekle imanlarınızı tazeleyin.” (2) diyor. Onun için Allah Teâlâ diyor: “Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû evfû bil’ukûd….” (Maide 1) Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû, Ey inandığını söyleyenler, bu iddiayı yapanlar, müminler! Ey müminler, derken aslında kâfirlere hitaben olması gerekir. Ey inançsızlar! İnançlı olun demesi gerekirken Allah Teâlâ öyle demiyor. Ey inançlı insan, inancının gereğini yerine getir. İnançlıysan gerçek mânâda, imanının gereği neyse onu yerine getirirsin. İnanç iddiasında bulunuyorsun fakat inancının gereğini tam yerine getirmiyorsun. Onun için Allah Teâlâ ikaz ediyor bizi. İmanın mahalli neresidir? Akıl mı, mantık mı, kafa mı? İmanın mahalli kalptir. İman kalpte nasıl çöküyor? İnsan haram işlediğinde çöküyor, aslında haramın arkasındaki tehlike budur, imanın gitme riski vardır. Yani imanın yok edilmesine sebep olduğu için Allah yasaklamıştır haram olan şeyleri. Çünkü Resulullah’ın (s.a.v) dediğine binaen (3), insan haram işlediğinde hemen arkasında tevbe etmelidir. İşlediği haram kalbe değen, isabet eden siyah birer nokta gibidir. Siyah noktalar hemen imha edilmezse, onlara yaşam hakkı verilirse, boğulmazsa, öldürülmezse bu nokta, bu mikrop, başka siyah noktalara davetiye çıkartır. Ve bütünüyle kalbi karatır, kuşatır. Kalbin kararıp kuşatıldığı bir yerde iman durmaz. İmanın ateşi sönüverir. Söndüğü vakit kişi belki namaz kılar, oruç tutar fakat inançlı olmanın farkında olmaz.

 İnsan ne kadar çok akıllıyım, zekiyim, bana hastalık değmez dese dahi temiz yerlerde dolaşmadığında hastalığın bulaşmasına engel olamıyorsa, bazen iştahsızlık hasıl oluyorsa, damak tadı gidebiliyorsa, önündeki şeyleri yiyemiyorsa, tiksinebiliyorsa, ibadetten de tiksinebiliyor bazen insan. Allah’ ın o sevdiği sofra nimetlerinden; hizmetten, ibadetten tiksinme olabilir. Bir yorgunluk, bir atalet hasıl olabilir. Allah Teâlâ insana göz vermiştir aslında göz görmek içindir, göz demek ışık demektir. Bazen insan gözünün nurunu kaybettiği gibi kalbin nurunu da kaybedebilir, koruyamaz. Temelde bunların gitmesine sebep manevi dediğimiz hastalıklardır. Şeytan cin türündendir. Şeytan âbid, ondan daha âbidi yok zira yirmi bin yıl -Hz. Âdem (a.s) yaratılmadan evvel yerde ve gökte ibadet etmiş- Allah’a âbid olan bir varlık. İnsan türü gibi kendi bağrında nefs taşıyor. O da insan gibi sınava tâbi tutulmuş. Nefsi ona bir haset hastalığını doğurttu, haset bütün ruhunu sarmaladı. Gözünü kararttı ve Allah’ ın emrine karşı sağır oldu. İnsan bazen sağır olabilir. Sağır insana hiçbir şey anlatamazsınız. Kulak sağır, akıl sağır, kalp sağır, ruh sağır. Hastalığın temeli, nefstir. Nefs hastalık doğurtuyor insanın kalbinde. Hz. Âdem (a.s) de nefs taşıyordu. Şehvetten hâsıl olan bir hata meydana geldi. Allah Teâlâ onun hatasını affetti fakat kibirden hâsıl olan bir hastalık olan hadsizlik ve saygısızlık, Allah’ın affetmediği günahlardan birisidir. Onun için Resulü Ekrem (s.a.v) diyor ki: “Şehvetten hasıl olan günahın affolma ihtimali yüksektir ama kibirden hasıl olan hataların affolma ihtimali yok.” İblisin ruhunu sarmalayan kibir kulağını sağır etti. Söz tesir etmiyor. Sağır insana bir şey anlatmakla kendisini yorar insan.

 Dünyadayız, hastalıklar mevcut, şeytan var ve nefs taşıyoruz. Allah, şeytanı imtihan etmek suretiyle ona kıyamete kadar yaşam hakkı vermiş. Âdem (a.s.) bizim atamız ve yeryüzünde milyarlarca zürriyeti varsa iblisin de cin taifesinden, insan türünden belki bir milyon kat daha fazla nesli var.  Bir insanı yoldan çıkarmak için şeytan kendi zürriyetinden bazılarına yüz bazılarına bin şeytan musallat ediyor. Sırf bir karı koca arasını bozmak için bazen bir bazen iki şeytan görevlendiriyor. İlim ehlini yoldan çıkarmak için hususi, o alanda ihtisas görmüş şeytanlar mevcuttur, sırf talebe ile uğraşır, tasavvuf alanında profesyonellik kazanmış şeytanlar mevcuttur. İbadetle meşgul olanlar için farklı şeytan mevcuttur. Şeytanın kullandığı cin ve insandan  en tehlikelisi de insandır. Onun için Kuran-ı Kerim’de “ Kul e'ûzü birabbinnâs. Melikinnâs. İlâhinnâs. Min şerrilvesvâsilhannâs. Ellezî yüvesvisü fî sudûrinnâs. Minelcinneti vennâs”(Nas,1-6) Habibine diyor ki “ Ey Habibim de: Ben insanların Rabbine sığınıyorum, insanların meliki, sultanı, kralı olan Allah’a sığınıyorum. İnsanların Rabbi olan Allah’ a sığınıyorum. Böyle bir tehlike var. De ki ben sığınıyorum. Senin ümmetinden her birisi Allah’a sığındığını ifade etsin, sığınsın.” “Kul e'ûzü birabbil felak. Min şerri mâ halak.”(Felak,1-2). Peki neyden Allah’ a sığınıyorum? En büyük tehlike, şeytanın iki sıfatı olan vesvas ve hannas olan bu iki sıfattan Allah’ a sığındığınızı ifade edin. Biri vesvese yapan birisi de pusuya yatan. Nerde vesvese veriyor? “Ellezî yüvesvisü fî sudûrinnâs.”(Nas,5). İnsanların kalplerine vesvese veriyor. Ama bu çok tesir ediyor kişi farkında olmadan, adeta kulağına fısıldıyor, onu hipnoz ediyor. “Min şerrilvesvâsilhannâs. Ellezî yüvesvisü fî sudûrinnâsi.”(Nas 4,5) Peki vesvese veren bu iki sıfat kimin? Bu iki sıfatı taşıyan şeytan kim? “Minelcinneti vennâs” (Nas,6). Cin ve insan türü. Cin insana vesvese yapabilir, cin denilen şeytan türü var. Cinler iki sınıf: Müslüman ve münafık. İnsanlar da hakeza öyle. Şeytan bu iki sınıfı kullanıyor. Allah Teâlâ öyle ifade ediyor. Bu insan türü de gelir senin kulağına bir şeyler fısıldar, yanına oturur bir şeyler söyler, bu müthiş tesir eder sana. Veyahut pusuya yatar, bu sefer hannas fırsat kollar, insi şeytan, cinni şeytan pusuya yatar, kimi avlamak için? Müslümanı avlamak. Neyini avlamak istiyor? İmanını. Nasıl bir yöntem? Yöntemini o biliyor. Bugüne kadar Âdem ve Havva’ nın çocuklarının ne kadarını avladı? Çoğunluğunu avladı, azını avlayamadı. Şeytan bizzat kendi mi yapıyor? Hayır. Kimi kullanıyor? Cin ve insanları. Onun için bu tefsirde müfessirler derler ki: Ne zaman şeytan pusuya yatıp avını yakalayabiliyor? Onun hududuna girdiği an. O an fırsat kolluyor ve avlıyor. Peki hududu nedir? Kişi kalbinden zikri attığı vakit! Bir insanın kalbi zikir ile meşgul olduğu an, şeytan onu avlayamıyor, gaflete düştüğü an avlıyor onu, insan ise avlandığının farkında değil. İman gider farkında değil. Çünkü bu sefer şeytan müzeyyin yönüyle yaklaşıyor, Allah ona bu yeteneği veriyor. Müzeyyin illüzyon, hipnoz demek. Bulunduğu ortam gaflet ve bâtıniye bir karanlık içindeyken onu bir aydınlık sahası içinde gösteriyor. Çirkini güzel, güzeli çirkin gösterme gibi bir husus var.

Peygamber Efendimizden (s.a.v) gelip kıyamete kadar devam edecek tasavvuf ilmi gelmiş. Tasavvufa neden giriliyor? Kendi imanını korumak, şeytanın bu hilelerinden korunmak, kendi sağlığını kaybetmemek adına, hastalıkların bulaşmaması adına, çünkü hastalık olunca iman gidiyor farkında değil ve tasfiye olup arınmak maksadıyla giriyor insan. Tasavvuf öğretilerini yapmakta maksat nefs u şeytanın himayesinden, taarruzatından sıyrılmak. Zira nefsi çift başlı ve yüz tane ayağı olan bir yılana benzetmiş Sâdât-ı Kirâm. İnsan mahiyetindeki bulunan nefsin şekli neye benziyor? Çift başlı bir yılan, bir kafası göbek altında bir kafası ise alında, iki kaş arasında ve yüzlerce ayağı kolları mevcut, her bir kolu insanının manevi bir uzvu üzerinde, adeta iğnesini oraya vurup zehir akıtıyor. Alnın ortasındaki kafaya zehir veriyor; gözü bulandırıyor, hakikati göremiyor, kulak manen sağır oluyor. Allah’ın, Peygamber Efendimizin (s.a.v) mesajları ona tesir etmiyor, kalbini ürpertmiyor. Bir ayağı kalbin üzerinde, Allah’a karşı iştiyakını götürür. İştahsızlık oluyor, Rabbini sevemiyor tam manasıyla. Dolayısıyla o zehir, ondaki insani tabiatı hayvani tabiata dönüştürüyor. Ondaki güzel huylar(Neuzubillah) şeytanın huylarına dönüşüyor. Kalp, Allah’ ı sevmek için yaratılmışken artık dünyayı sevmeye başlar. Parayı sever, makamı sever. Allah için tahsis edilen gönül, Allah’a ait olması için verilen aşkı artık dünyaya harcıyor. Dünya sonuçta onu kör ediyor, deli ediyor, aklını başından götürüyor. Para onun için değerlidir, çamura atılsa dahi değerinden en ufak bir şey kaybetmez gözünde. Para zengin kılar, zengin insan şımarır, onun noksaniyetini görür ama para bunu yaptı diye para ile kendisi arasında mesafe bırakmaz. Parayı kazanmak için izzetini bir tarafa atar, şerefini ayaklar altına alır. Elinde çok olmasına rağmen bir beş kuruşu daha kazanmak adına adeta dilencilik yapar. Aslında ahiret için yapması gereken, hayır meselesinde, hizmet meselesinde olması gereken bu davranış, bu dürtü bu sefer dünya için yapmaya başlar ve cehennemi hak eder.

İnsan tasavvuf sohbetine geldiğinde hedef haz, lezzet almak mı? Hedef bu olmayacak, imanı korumak, sağlığı korumak olacak. Çünkü sağlığın gittiğinde ibadete iştahın kalmaz, on dakikalık namaz dünyanın en ağır şeyi gelir. 124 bin peygamber gelir tesiri olmaz, Allah cenneti vaad eder, cennet mânâ ifade etmez. Dünyanın bütününü versen huzursuz olur, mutsuz olur çünkü kalbi bin bir parça dağılmış artık, her gelen bir kanca atar olmuş kalbine. Para bir kanca atar; sen benim kölemsin bana kulluk edeceksin der. Bir taraftan nefs ona bir kanca atar; hayır sen benim kulum olacaksın, bir taraftan şeytan, bir taraftan dünya. Bir taraftan kin tutar, kin içini yakar, haset içini yakar. Kişi darmadağınık, tüm bunlardan sıyrılıp Allah’a kul olmak, binlerce kancadan sıyrılmak, yol alabilmek için insanın kendi aracında yakıtı olmalı, yakıtı yoksa itmekle bir adım gider iki adım gider ama yol kat edemez. İnsanın yakıtı  aşkı, iştiyakıdır. Aşkı ve iştiyakı bulacağız, yakıt bulacağız, dolduracağız adeta içimizi. Onun için tasavvufta iştiyak var, sağlık var. Sağlıklı bir kalp iştiyaklı olur, muhib olur. İştiyakı varsa insan dünyanın bir ucundan gelir, imkân mı yok rüya âleminde ona misafir olur veyahut sevdiği zât onun hanesine misafir olur, rüyada da mı yok, illa ki rabıtada onu görür, gözlerini kapatır üstadın huzurunda, üstadın meclisinde hazır olur. Yok mudur bunun örneği?  Hz. Veysel Karanî; Hz. Ömer öyle ifade ediyor: “Hz. Üveys bize bizden daha fazla Peygamber Efendimizi (s.a.v) tarif etti, biz o kadar inceliklerini görememiştik.” Hz. Veysel Karanî hiç gördü mü Efendimizi (s.a.v)? Hayır, ama rabıta! İmam Suyuti, ehli tasavvuf hiç gördü mü? Hayır, ama kendisi ben 70 defa gördüm diyor, ne zaman görmüş aradan asırlar geçmesine rağmen?

-Ya imam siz nasıl gördünüz rüyada mı?

-Hayır!

-Gözünüz açık mı?

-Evet!

-Sohbet meclisinde mi?

-Evet!

Engel yok, velayet kapısı açık. Nübüvvet kapısı kapalı ama velayet kapısı açıldı. Velayet kapısından ziyaret ediyor. İmam Rabbani (k.s) öyle ifade ediyor: Bugün nasibi olmayan inkârcı ve şüpheci insan,  sınavını Peygamber Efendimiz (s.a.v) döneminde verseydi, Allah Resulüne (s.a.v) aynı şeyi atfederdi, ondan da şüphe duyardı, nefsi onu aynı şekilde kandırırdı.

 

Ve sallallahu aleyhi vesellem…

  • (Deylemi; Ramuzu’l-Ehadis, 6251)
  • (Müsned, 2/359; Hâkim, el-Müstedrek, 4/256; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 1/52)
  • (Haraiti)

Seyda Alameddin (k.s.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TESBİHAT

HATME DUASI

HOŞGELDİN YÂ ŞEHR-İ RAMAZAN