BÜYÜKLERİN HAYATI/ŞEYH AHMED EL-HAZNEVİ (k.s)

 Seyda Şeyh Ahmed el-Haznevi’nin(k.s.) Şeceresi: 

 Ahmed el-Haznevi Hazretleri'nin (k.s) lakabı 'Şah-ı Hazne'dir. Babası Molla Murad, annesi Amine Hanımdır. Dedesi Hacı Sofi’dir. Altıncı kuşağa kadar tüm dedeleri bilinmekte olup altıncı kuşaktaki dedesi Molla Suvar’dır. Annesinin babası Seyyid Osman Efendi olup, bu zat da Şeyh Abdülkadir-i Geylani’nin (k.s) neslinden gelmektedir. Ailenin baba ve anne tarafından nesep isimleri burada kesilmektedir. Bazı rivayetlere göre aile nesep bakımından, Hz. Hasan'a (r.a) ulaşır. Şeyh Ahmed el-Haznevi’nin (k.s) abisi Hacı Muhammed Emin şecerelerine dair şunları ifade eder: "Şeceremizin dedelerimden birinin elinde iken çıkan bir yangın sonucu birçok şeyle beraber yandığını duydum. Bu sülale Hz. Ali'nin (r.a) oğlu Hz. Hasan'ın sulbünden gelir ancak elimizde şecere bulunmamaktadır.” Bilinen en büyük dedeleri Molla Suvar, Doğu Bayezid'e yerleşmiştir. Daha sonra tarihi belli olmayan bir dönemde Şeyh Ahmed el-Haznevi’nin (k.s) dedesi Hacı Sofi, Mardin'in Nusaybin ilçesi ile Suriye sınırı arasındaki Baniha Köyü'ne gelip ikamet etmeye başlamıştır. 

Şeyh Ahmed el-Haznevi’nin (k.s) Doğumu ve Çocukluğu 

Şeyh Ahmed el-Haznevi( k.s) 1887 yılında Hazne'de dünyaya gelmiştir. Küçük yaşında annesi Amine hanımı kaybeden Şeyh Ahmed el-Haznevi (k.s), kardeşi ile yetim kalmıştır. Ancak üvey annesi olan Fatma Hanım, hem kendisi hem de kardeşi Mustafa' ya kendi oğlu olan Muhammed  Emin'den daha güzel bakmaya başlamıştır. Şeyh Ahmed el-Haznevi(k.s), üvey annesini devamlı rahmetle anmış ve hakkında sitayişle bahsetmiştir. Onun için hayır hasenatta bulunmuş ve babasının yanındaki kabrini devamlı ziyaret etmiştir. 

Şeyh Ahmed el-Haznevi'nin (k.s) İlim Tahsili ve Üstatları

Şeyh Ahmed el-Haznevi’nin (k.s), ilim tahsilinde ilk üstadı babası Molla Murad'dır. Evvela Kur'an okumayı öğrenmiştir. Ardından Mevlüt, Gayet'ül İhtisar, et Muharrer, Feraiz'ül İcaz, gibi kitapları okumuş ve bunların tümünü ezberlemiştir. Bunların haricinde biraz da tefsir okumuştur. Ardından yörenin gelenekleri üzere ilim tahsil etmek için sefere çıkmıştır.. Nusaybin’in Şabani isimli köyünde Şeyh Abdülhadi’nin (k.s) yanında okumuştur. Bir müddet sonra Etsel’de Molla Hüseyin Caferi’nin yanına giderek ilim tahsiline devam etmiştir. Buradan da Berdevil Köyü'ne geçip Molla Said-i Hamid’in yanında okumaya başlamıştır. Şeyh Ahmed el-Haznevi (k.s), bundan sonra yörede ilimleriyle meşhur şu âlimlerden dersler almıştır: Molla Ahmed-i Tizyanì (Nusaybin Müftüsü), Molla Zahid, Muhammed Ubeydullah-i Şevkì, Molla Halil Gırke, Molla Hüseyin Küçük. Şeyh Ahmed el-Haznevi (k.s) üstatlarının yanında okuması gereken bütün kitapları bitirmiştir. Ders aldığı bütün üstadlarına gereken saygıyı göstermiştir. İlim tahsili sabır ve gayret ister. Şeyh Ahmed el-Haznevi de bu yoldaki üstün gayretleriyle üstatlarının sevdiği talebelerden olmuştur. Sıra ilim icazetini almaya gelince Şeyh Ahmed el -Haznevi (k.s), icazet duasını o zamanlar kendisine intisap ettiği yörenin meşhur Nakşibendì şeyhi Abdülkadir-i Hezai’nin (k.s) okumasını gönlünden geçirmektedir. Bu durumu icazet almadan önce ilim üstadına belirtir. Molla Hüseyin Efendi de icazetten önce teberrüken ziyaretine gittikleri şeyhlerine - Hezan köyünde - bu durumu söyler. Abdülkadir-i Hezanî (k.s) buna çok sevinir ve kendisine "Çok iyi ettin, inşallah biz de sana bir cübbe hazırlarız. Allah(c.c) seni muvaffak kılsın." diye dua eder. Ardından Şeyh Ahmed el-Haznevi' ye (k.s) "İcazet törenin ne zaman?" diye sorar ve "Cuma günü namazdan bir saat önce." cevabını alınca Şeyh Abdülkadir (k.s) "İnşallah biz de sana o zaman dua ederiz." der. Nihayet dokuz senelik ilim tahsilinin sonunda Şeyh Ahmed el-Haznevi(k.s), 1907 yılında henüz yirmi yaşında iken Silvan ulemasının huzurunda yapılan icazet merasimi ile üstadı Molla Hüseyin Küçük'ten ilim icazetini alır. Memleketine dönüşünde de Şam muhaddisi olan Şeyh Bedreddin Hüsnü, kendisine hadis ve tefsir icazetini vermiştir. Genç yaşında İslami ilimlerden icazetini alarak devrin önemli alimlerinden biri olan Şeyh Ahmed el-Haznevi(k.s), talebe yetiştirerek İslam’a hizmet etmek maksadıyla köyünde kendi medresesini kurmuştur. 

Tasavvuf İcazeti 

 Ahmed el-Haznevi Hazretleri (k.s) ilim icazetini almasının ardından memleketinde tedrisat ile meşgul olur. Bir yandan da Nurşin meşayihinden Hazret namıyla anılan Muhammed Diyauddin Hazretleri'nin (k.s) yanında amel etmeye başlar. Bazı zamanlar yedi ay kaldığı Nurşin ziyaretleri esnasında bazen mürşidi Hazret (k.s) ve hulefânın yanında ilmi müzakerelere de katılır. Fıkhın en derin konularında Hazret’e (k.s) yöneltilen soruların en yakın şahidi olur. Böylelikle Nurşin'de geçen her yeni gün onu, mürşidinin yanında hem zahiri hem de manevi ilimlerde yüksek merhalelere ulaştırır. Bu sürecin sonunda Muhammed Diyauddin Hazretleri'nden(k.s) tasavvuf icazetini alarak, O’nun halifesi olur. 

İlme Hizmeti 

 Ahmed el -Haznevi Hazretleri (k.s), memleketi Suriye'de ilkokul, lise ve yüksekokul seviyesinde  bir medrese kurmuştur. Medresenin Edebi-Fenni ve Seri olmak üzere iki bölümü vardır. Yetim küçük çocuklardan tutun büyüklere kadar herkes kendi seviyesine göre tedrisat bölümlerinde okur ve eğitim görür. Kurduğu medrese ilkokuldan, üniversiteye kadar tam bir külliyeyi andırmaktadır. Eğitimini tamamlayan herkes (gayrı resmi) üniversite mezunu olmaktadır. Tamamıyla ücretsiz olan bu eğitim ve öğretim sürecinde öğrencilerin masrafları da Ahmed el-Haznevi Hazretleri (k.s) tarafından karşılanmaktadır.  Ayrıca Ahmed el-Haznevi Hazretleri (k.s), Tel Maruf adı verilen yerde de bir yetimhane kurdurmuş; buradaki çocukların her türlü bakım, eğitim ve öğretim işleri ile büyük oğulları Şeyh Masum ve Şeyh Alaadin Efendiler, bizzat ilgilenmişlerdir. Çocuklara ailelerinin birer ferdi gibi davranarak gerektiğinde kendi elleriyle giydirmişlerdir. Medrese ve yetimhanenin yanı sıra yaşlı ve kimsesizler için Güçsüzler Yurdu da yaptırmıştır. Ahmed el-Haznevi Hazretleri (k.s), pek çok bölgede medreseler açmış ancak Suriye'de 1927 yılında Başbakan Nureddin zamanında çıkan çiftçilikle ilgili Kanun üzerine, elindeki birçok araziye el konularak Hazne ve Tel Maruf'taki medreseler haricindeki medreseler kapatılmıştır. Açık kalan medreselerdeki talebeleri ise Ahmed el-Haznevi Hazretleri elinde kalan az bir miktar arazi ile elverdiğince geçindirmeye ve okutmaya çalışmıştır. 

İlmî Feraseti 

 O'nun nazarında en önemli şey, ilim öğrenmekti. Talebeleri, hocaları Ahmed el-Haznevi Hazretleri'nin (k.s) ilme verdiği önemi şu sözlerle anlatırlar: "Şeyh Ahmed (k.s) devamlı bizi ilim öğrenmeye teşvik eder, durmadan bize bunu telkin ederdi. Bizleri ilim öğrenmeye teşvik etmek için sık sık mürşidi Muhammed Diyauddin Hazretleri'nin (k.s): ’Dünyayı isteyen ilim öğrensin. Ahireti isteyen ilim öğrensin. Bunların her ikisini de isteyen yine ilim öğrensin!' sözünü hatırlatırdı. Sohbetinde yeri geldikçe ilmin ve âlimlerin faziletini anlatır, âlimleri ders okutmaya ve talebelerle yakından ilgilenmeye teşvik eder, ilim öğretmelerine engel olan işlerle uğraşmamalarını söylerdi. Böyle işlere bulaşan âlimleri azarlar, gerek dünya işlerine gerekse başka şeylere dalarak talebe okutmaktan uzak kalan âlimlerle karşılaşınca, canı sıkılırdı. Bu davranışının sebebi, âlimlere karşı beslediği şefkat idi.”  Yine Ahmed el-Haznevi Hazretleri (k.s), İmam-ı Rabbani Hazretleri'nin (k.s) sözünü hatırlatarak ilim ve ameli bir kuşun iki kanadına benzetir ve her ikisinin birlikte olmasına önem verirdi. Talebelerinden biri bu husustaki hatıratını şu şekilde anlatır: "Suriye'de talebe idik, Şah-ı Hazne'nin vanında okuyorduk, ilim tahsil ettiğimizden tasavvufun gerekleri olan amelleri edemiyorduk. Bunun için bazı sufiler bize kızıyor, zaman zaman nahoş durumlar ortaya çıkıyordu. Nihayet dayanamadık, durumu Ahmed el-Haznevi Hazretleri'ne söylemeye karar verdik. Büyük talebelerden birini kendimize sözcü seçtik ve gönderdik. Ahmed el-Haznevi Hazretleri durumdan haberdar olunca, bir namaz vakti bütün sufileri ve bizleri camiye çağırdı ve: '"Beni iyi dinleyin! Duydum ki bazı kişiler talebelere amel etmedikleri için alay edip kızıyormuş. İyi bilin ki, onların amel etmemelerini, yalnızca derslerine devam etmelerini ben emrettim. Onlar ilim tahsilinden sonra amele yöneleceklerdir. Unutmayın ki; bu dini ayakta tutanlar bu fakihlerdir. Eğer onlar olmasa, sizler bu dini kimden öğrenecektiniz? Bu dini öğrenemeyeceğiniz gibi, devamlı şeytanın maskarası olurdunuz. Bir daha böyle şeyler duymayayım, siz bilirsiniz.'' diyerek onlar ikaz etti. İşte ilmin gerekliliğinin gerçek şekliyle anlayışın nihai noktası budur. Ahmed el-Haznevi Hazretleri (k.s), bir gün ilmin ve âlimin değeri üzerine konuşur, sonunda şu örnegi verir: "Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurur: 'Dikkat edin! İnsan bedeninde bir et parçası vardır, o düzelirse bütün vücut düzelir, o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin, o et parçası kalptir!' işte bunun gibi insanlar tümüyle bir vücut gibidir, alimler de o vücuttaki kalp gibidir. Eğer alimler Allah (c.c) yolunda olursa insanlar da iyi olur. Eğer alimler kötü olursa insanlar da kötü olur." Ahmed el-Haznevi Hazretleri sağlam bir mantığa ve büyük bir ferasete sahipti. Oğlu Şeyh Alaeddin babasının bu durumunu anlatan bir sohbetinin sonunda şöyle der: " Babam, bir kızgınlık anında bize: "Benim aklım, kılı bile yarar!" demişti." Ahmed el-Haznevi Hazretlerinin(k.s), alimlere karşı çok büyük bir sevgisi vardı. Hocalar içinde en son üstad olan Molla Hüseyin Küçük’e (k.s) ayrı bir saygısı vardı. Bütün hocalarıyla olduğu gibi onunla da irtibatını kesmedi. Molla Hüseyin'e yazdığı bir mektubunda şöyle diyordu: 

*.. Bu mektub, mübarek dergahın köpeği olan Ahmed'den, ilmi ile iftihar ve itimad edilen meşhur büyük hocamadır. ...Bütün Müslümanların menfaatlari için Allah (c.c) ömürlerinizi uzatıp, sizi, sevdiği ve razı olduğu şeylerle muvaffak kılsın. Ahmed, yüce kişilerce öpülen ayakkabınızın tozunu öpmekle teberrük eder. Değerli vakitlerde inci gibi temiz kalbinizden çıkan duanızı diler, gece gündüz himmetinizi bekler, yıldızlara benzeyen çocuklarınızın gözünden öper. Allah (c.c) onları din ve ahlak için faydalı şeylere muvaffak eyleyip güzel insan olarak yetiştirsin. Kendilerinden dua etmelerini rica eder, Allah (c.c) şimdilik ve gelecek zamanlarda hepimizi afet ve musibetlerden uzaklaştırsın…» 

Ahmed el-Haznevi Hazretlerinin hocası Mola Hüseyin Küçük onu şöyle anlatıyor. "Molla Ahmed yanımızdan ayrılalı hayli zaman olmuştu. Kendilerinden bir haber alamadık. Ben, bir yıl Hac farizasına eda etmek için yola çıktım. Hicazda bir iki arkadaş bana dedi ki: "Buraya bir zat gelmiş, kendisinden sitayişle bahsediyorlar. İsterseniz gidip bir görelim." Gittik, bir de ne göreyim: Molla Ahmed oturmuş, etrafını kalabalık sarmış, ona soran sorana. O da tereddüt etmeksizin cevap vermektedir. Beni görünce ayağa kalkıp bana doğru geldi ve: "Seyda, Allah (cc) aşkına söyle, bu istidrac mıdır?" diye sordu. Ben de kendisine : "Hayır evladım. Bu bir lütfu ilahidir. Ama sen yine de istidrac bilerek hareket et." dedim ve ayrıldım. 

Şeyh Ahmed el-Haznevi’nin Vefatı 

Seyda Şeyh Ahmed el-Haznevi Hazretleri (k.s), Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde dünyaya gelmiştir. Fransızların Suriye'yi işgali yıllarında durumun sıkıntısını tüm yönleri ile çekmiştir. İşgal güçlerine karşı, insanları devamlı uyandırıcı çalışmalar yapmış; buna karşılık Fransızlar kendisini üç defa sürgün etmişler, nihayet serbest bırakmak mecburiyetinde kalmışlardır. Başına gelen tüm musibetlere izzet-i İslamiye ile dayanıp ayakta durmuştur. Allah(c.c) kutsî hadiste buyurduğu gibi onu düşmanlarına karşı muhafaza etmiştir. Şeyh Ahmed el-Haznevi (k.s) yalnız Suriye'de değil, civar yörelerdeki ulemanın da saygı ve sevgisini kazanarak hizmetini devam ettirmiştir. İnsanlar büyük kitleler hâlinde kendisinden feyz almak için akın etmişlerdir. Hayatı boyunca Kur'an'a ve sünnet-i seniyyeye muhalif en ufak bir hareket göstermemiş olan Şeyh Ahmed el-Haznevi (k.s), halifeleri, talebeleri ve sayısız sevenlerini bırakarak 1950 yılında Tel Maruf'ta vefat etmiştir. Kabri orada olan bu kutlu zatin şefaatine nail olmayı Allahu Teâlâ bizlere de nasip etsin. Amin. 

"Şeriat bir muma benzer, ışık tutar, yol gösterir. Mumu ele almakla yol aşılmış olmaz. Ama o ele alınmadan da yola düşülemez. Şeraitin ışığında yola düşüp gitmeye başladın mı... İşte bu gidişin tarîkattir."

-Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s)

Her biriniz için bir şeriat ve minhâc tâyin ettik." ayeti kerimesinde geçen, lügat mânâsi «münever bir yol» olan «minhâc» kelimesi «Allah'a yakınlaşma niyetiyle süluk olunacak kulluk yolu» demektir. Kullara düşen vazife ise tasavvuf büyüklerinin "Cenâb-i Hakka giden yollar, mahlukatın nefesleri adedince çoktur." sözünde bahsettikleri yollardan birini seçmektir. Bu bilinçle hareket eden Ahmed el-Haznevi Hazretleri (k.s) sahip olduğu zahiri ilimlerin yanı sıra batıni ilimlere vakıf olmak, bu ilimle gönül âlemini selim bir hale getirip, mârifetullâh ve muhabbetullah makamlarına talip olup, bu sayede ilâhî vuslata medâr olabilecek hale gelebilmek için ilk olarak, Nurşin Şeyhlerinden Abdurrahman-i Tagî Hazretlerinin halifesi, o yörede çok tanınmış Şeyh Abdulkadir Hezani Hazretlerine intisâp eder. İntisap ettiğinde henüz öğrenci olan Ahmed el-Haznevi Hazretleri hayatındaki bu dönüm noktasını şöyle anlatır: "Hocam Molla Hüseyin Küçük ile beraber ziyaret amacıyla Diyarbakir'in Lice ilçesinin Hezan köyüne Şeyh Abdülkadir'i görmeye gittik. O zâtta iyi bir istikamet ve sırlar gördüm, bu durumdan çok etkilenip hemen tarikatına girdim. "O gün Şeyh Abdülkadir Hezanî Hazretleri Ahmed el-Haznevi Hazretleri'ne (k.s) tarikat talimatını bizzat kendisi verir, ayrıca evrad ve ezkarın az olmasının keyfiyetini de anlattıktan sonra, tarikata ilk girenlere öğretilmeyen letaifler hakkında da bilgiler verir. O gün Şeyh Abdülkadir Hezani'nin (k.s) Ahmed el-Haznevi' ye (k.s) olan bu tutumu onun ileride meşayihlerin büyüklerinden birisi olacağının müjdesi olarak sayılır.Müridlerine bazen açık bazen ise gizli işaretler veren bu volun büyüklerinden Şeyh Abdülkadir Hezani'nin (k.s) kendisine dair başka bir işaretini Ahmed el-Haznevi Hazretleri şöyle anlatır: "Bir müddet geçtikten sonra Şeyh Abdülkadir Hezani Hazretleri beni karşısına oturtarak ellerimi kendi ellerinin arasına aldı ve bana doğru yönelerek şöyle dedi: ''Muhakkak ki Şeyhim, Abdurrahman-i Tagi'dir. Onunda Şeyhi; Seyid Sibgatullah-i Arvasi’dir. Onun da Şeyhi; Seyid Taha...'' diye anlatarak bütün Nakşi silsilesini saydı ve daha sonra çekilmemi emrederek hiçbir şey söylemedi, uzun süre sustu. Sonradan anladım ki böyle yapmasında bana bir işaret vardı, anladığım kadarı ile bana: "Sen bu yüce insanlar silsilesinden olacaksın." diyordu. Böylelikle Ahmed el-Haznevi (k.s) mutmain olmuş halde tasavvufta amel etmeye başlar ancak kısa bir müddet sonra şeyhi Abdülkadir-i Hezanî (k.s) vefat edince derin bir üzüntüye kapılır. Hâlini Muhammed Diyauddin Hazretleri'nin halifesi Molla Muhammed Emin'e anlatarak, ne yapması gerektiğini sorar. "İyi bil ki, birinci şeyh henüz kefende ve defnedilmemiş olsa bile, başka şeyhin yanında tövbe etmek gerekir."» cevabını almasının ardından yine Molla Muhammed Emin'in tavsiyesi üzerine "Hazret" lakabı ile tanınan Muhammed Diyauddin Hazretleri'nin yanına gitmek için derhal Nurşin’e doğru yola çıkar. Hâl böyle olunca yollara koyulan Ahmed el-Haznevi Hazretleri Nurşin’e vardığında aslında yıllardır burada beklenmekte olduğunu öğrenecektir. Abdurrahman-ı Tagi Hazretleri bir gün oğlu Muhammed Diyauddin Hazretleri'ne yanında okurken: ‘Diyauddin, Suriye tarafından Molla Ahmed adında bir genç senin yanına gelecek, geldiği zaman ona iyi bak’ der. Muhammed Diyauddin Hazretleri ise o zaman henüz mürşid degil, talebedir. Aradan geçen zamanda Abdurrahman-ı TagiHazretleri vefat eder, Muhammed Diyauddin Hazretleri ise irşad vazifesine başlayarak namı çevrede duyulmuş bir mürşid olur. Bu süre içinde hem şeyhi hem de babası Abdurrahman-ı Tagi Hazretleri'nin sözünü hatırından çıkarmaz ve zaman zaman yakınlarına Suriye'den bir gencin geleceğinden bahseder. Ahmed el-Haznevi Hazretleri Hazret'in tarikatına girip, kendisine talebe olmak maksadıyla ayağında uzun yol yürümekten eskiyip yırtılan çarıklarının kanattığı ayakları ile Hazne'den Nurşin’e günlerce yürüyerek gelir. Ancak Nurşin’e varıp Hazreti sorduğunda, kendisinin irşad için başka bir köye gittiğini öğrenir. Bahsedilen köye doğru yola çıkar ve orada Hazret (k.s) ile karşılaşır. Molla Ahmed'in Suriye'den geldigini öğrenince Hazret'in (k.s) yüzünde mesrur bir ifade belirir. O sırada Hazret'in (k.s) yanında bulunan Molla Haris, Hazret'in bu gence neden bu kadar ehemmiyet verdigini merak eder, "Efendim, bunun hikmeti nedir? Neden ona bu kadar sevgi ve hürmet gösteriyorsunuz?" diye sorar.Hazret de cevaben 'Bir gün Seyda-i Tagi (k.s) bana ders verirken Suriye tarafından Molla Ahmed adında bir gencin yanıma geleceğini söylemiş, geldiğinde de ona iyi bakmamı tembih etmişti. Zannediyorum ki Seyda-i Tagi'nin işaret ettigi şahıs budur. İkincisi; zannediyorum ki Molla Ahmed'den çok büyük bir insan çıkacaktır ki Seyda-i Tagi onu tavsiye etti. Üçüncüsü de; misafirdir. Suriye'den buraya Allah rızası için gelmiştir. Bu üç sebep dolayısıyla onu çok sevdim." der. Hazret (k.s) Ahmed el-Haznevi Hazretleri ile görüştükten sonra, kendisinin başka bir köye gitmesi gerektiğini söyleyip, "Sen bu gece burada kal ve istihareye yat, yarın da gelip filanca köyde bana yetiş." deyip oradan ayrılır. Ahmed el-Haznevi Hazretlerinin anlattığına göre; o an gönlü Hazret'ten hiç ayrılmak istemez ancak böyle emredildiği için mecburen o gece orada kalıp istihareye yatar. Ertesi gün de Hazret'in işaret ettigi köye giderek ona ulaşır. Hazret'le buluştuktan sonra istiharenin sonucunu anlatarak hemen tarikat tövbesi alır ve tekrar tasavvufta amel etmeye başlar.Bir müddet Hazret ile beraber kaldıktan sonra tekrar Hazne'ye allesinin yanına döner. Memleketine döndükten sonra bir yandan kendisine verilen tasavvuf görevleri yerine getirirken, diğer yandan da eskiden olduğu gibi medresesinde ders vermeye devam eder.Bütün bu güzellikler onun varlığına şahittir. Bunlar kendini tamamıyla Hakk'a vermiş bir velînin ayak izleridir...Mevlâna Ahmed el-Haznevi Hazretleri, ilkbahar ve sonbahar mevsimleri olmak üzere senede iki defa mutlaka Nurşin’e Hazret'i ziyarete giderdi. Kâh yaya, kâh binek ile yapılan bu meşakkatli yolculuklarda ne iklim şartları ne yoksulluk ne de sınırı geçerken yaşanan zorluklar şeyhini ziyaretten onu alıkoyardı. Her seferinde mutlaka tespit edilen zamanda Nurşin’e varır, tam zamanında Hazret'in sohbetine yetişirdi. Öyle ki Hazret ve yakınları, Ahmed el-Haznevi’nin zamanında gelip gidişlerindeki titizliğinden onun ne zaman geleceğini ezbere bilirlerdi. Nurşin’e geldiğinde ise âdaba riayet eder, hocası geri dönmesine izin verinceye kadar orada kalırdı. Bu sebeple bir defasında Nurşin’de tam 7 ay kalmıştı.Yine bir gün Hazne'den Nurşin’e doğru yola çıkmış, Hazret'i ziyarete gidiyordu. Kar yağmaya başlamış hava çok soğumuştu. Yörede kışlar çok soğuk ve uzun geçerdi. Kış mevsiminin oralarda nasıl olduğunu çok iyi bildiğinden, Nurşin’e birkaç kilometre kala:"Şu anda üstadımın evinde yakacak odunu bile yoktur." düşüncesi ile yolda bulduğu odun parçalarını toplamaya başladı. Topladığı odunları büyük bir yük yapıp sırtına aldı. Yükün ağırlığından kan ter içinde kaldı; ancak bu durum kendisine rahatsızlık yerine tam tersi ödevini yapıp iyi not almış öğrencinin sevinci gibi bir sevinçten başka bir şey vermiyordu.O sırada Ahmed el-Haznevi Hazretlerinin bu hâli Hazret'e ayan oldu ve hemen dışarı çıktı. Hazret'in nereye gittiğini bilmedikleri halde yanındakiler de dışarı çıktılar ve Hazret önde diğer müridler arkada birlikte yola çıkıp yürümeye başladılar, ta ki karşıdan Molla Ahmed görününceye kadar. Hazret Molla Ahmed'in sırtında büyük bir odun yükü ile geldiğini görünce adımlarını hızlandırdı. O sırada Molla Ahmed de Hazret'in geldiğini gördüğü gibi yükünü bırakıp Hazret'e doğru koşmaya başladı. Birbirlerine hasretle sarılıp, ağladılar.Hazret odunları göstererek sordu: "Molla Ahmed bunlar da nedir?" Ahmed el-Haznevi, Hazret'in neden onu herkesten üstün tuttuğunu kanıtlarcasına şu cevabı verdi: "Efendim yolda gelirken düşündüm ki, mevsim kıştır, evinizde odun kalmamış olmasından korktum. İşte bunun için bunları topladım ve getirdim: Hazret yanındakilere dondü ve: 'İşte muhabbet, işte sadakat."dedi.

Tasavvuf canı canana verip azade olmaktır

Tasavvuf can-ı canan olmağa derler

Hazret, Molla Ahmed'in kalp eğitimini tamamlaması icin onun zahiri ve batıni tüm halleri ile yakından ilgilenirdi. Bir gün "Molla Ahmed sen yemeklerini nerede yiyorsun?" diye sordu: "Talebelerle yiyorum efendim." cevabını almasının ardından bu kez de "Peki nerede yatıyorsun?" dedi. Molla Ahmed; aşağı divanda yatıyorum, deyince Hazret memnun olup "Çok iyi yapıyorsun, aşağı divan çok güzeldir. Seyda-i Tagi, orada sohbet edip manevi feyizler dağıttığı için, oranın bereketi fazladır. Yukarı divan ağaların yeridir. Aşağı divan ise Seyda'nın divanıdır, oranın kıymetini bil." dedi. Ahmed el-Haznevi Hazretleri üstadının bütün sohbetlerini adeta ezberlerdi. Üstelik o sohbetlerin yapıldığı yeri, kendilerini ağırlayan ev sahibinin kim olduğunu ve şeyhi ile beraber iken başlarından geçen tüm olayları olduğu gibi hatırlardı. Öyle ki bunları anlatırken, kendisini dinleyenler, önünde sanki yazılı bir metin varmış da okuyormuş sanırlardı. Şeyhinin huylarını huy edinmeye, onun hareket ve davranışlarını örnek edinmeye çok önem verirdi. Sık sık "Beni üstadımın birçok huylarını edinmeye muvaffak eden, bunu bana nasip eden Allah’a hamdolsun." derdi. O kadar ki bağlılarından birini, bir iş buyurmak için çağırınca ders çalışan bir talebe gibi çekingen davranır ve bunu da şeyhine uymak için yapardı. Muhabbet karşılıklı olduğunda dil susar, hâl konuşur. Hele ki bu karşılıklı muhabbet, mürid ile mürşid arasında ise o zaman mürid, mürşidinin izinden ayrılmaz. Ahmed el-Haznevi Hazretlerinin Hazret'e duyduğu muhabbet ve gösterdiği edep, Hazret'in gönlünde kendisine karşı muhabbetin oluşmasını sağladı. Bunun dışardan da fark edilebildiğine dair Ahmed el-Haznevi Hazretleri şu hadiseyi anlatır: "Bir defasında başka bir köyde Hazret, âdeti oldudu üzere oranın ileri gelenlerinin evinde misafir oldu. O gün Hazret'le beraber kardeşi; Muhammed Said, Hazret'in halifesi olan Şeyh Alaaddin-i Ohini, ben ve Çermik müftüsünün yanısıra büyük bir kalabalık bulunuyordu. Hazret sohbetini yatsı namazından sonra yaptığından Çermik müftüsü kalkıp onu dinlemeye gitti. Bizim kaldığımız evde ben, Şeyh Aladdin ve şeyhimizin kardeşi Muhammed Said kaldık. Ben Hazret'in sohbetini dinlemeyi çok istediğim halde, Şeyh Alaaddin ve Hazret'in kardeşinden utandığımdan onları yalnız bırakamadım ve onlarla beraber kaldım.Bir müddet sonra dışarı çıktım, o sırada da Çermik müftüsü sohbetten geri dönüyordu; ancak karanlık olduğundan onu tanıyamamıştım. O da beni tanıyamadığından; "Sen kimsin?" diye sorunca, sesinden tanıdım ve kendimi ona tanıttım. O zaman bana şöyle dedi; "Seni müjdeliyorum. Kaç gecedir dikkat ettim Hazret; bir gözü tüm misafirlerin üzerindeyken, diğer gözü ile devamlı seni arıyordu." Ona sordum: "Bu kanaate nasıl vardın anlatır mısın?" Müftü efendi: "Hazır bunu sana anlatamam." dedi: "O zaman anladım ki, işin gerçeğini, sırf bana bir gurur ve nefs gelmesin diye anlatmıyordu."Oğlu Alâuddin Hazretleri babasının Hazret'e olan muhabbetini şu sozlerle anlatır: "Babam Ahmed el-Haznevi Hazretleri, Hazret'e aşırı derecede düşkündü. Öyle ki ondan bahsederken daima yanaklarından yaşlar akardı. Üstelik şeyhinin hâllerini saklı tutmak konusunda da fevkalâde titizdi.Ben de bu yüzden şöyle bir adet edinmiştim: Hazret'in (k.s) bir sohbetini dinleyip de ayni bilgiye tasavvuf kitaplarından birinde rastlayınca babama, "Bu konuyu falan kitapta gördüm." demez; onu Hazret'in (k.s) kendi sözü imiş gibi ifade ederek "Hazret (k.s) şöyle dedi." diye naklederdim. Çünkü Hazret'in (k.s) adını anınca babamın büyük bir haz ve zevk duyduğunu görürdüm. Bir ara Hazret'in (k.s) oğlu Şeyh Muhammed Masum hacdan dönmüş, bizleri misafirliğe kabul etmişti. Babamla birlikte sohbetini bir süre dinledikten sonra babam ev sahibi rahatsız olur endişesi ile kalkıp gitti. Babam gittikten sonra biz bir süre daha sohbete devam ettik. Daha sonra Muhammed Masum Hazretleri eve gitmemi soyleyince emrine uyarak kalkıp eve gittim.Eve varınca babamın lambayı söndürüp yatağa girdiğini gördüm. Fakat geldigimi duyunca "Kim o?" diye sordu. Benden "Alâuddin" cevabını alması üzerine "Niye bu kadar geç kaldın?" dive sordu. Kendisine Üstadımızım oğlunun sohbetini dinlediğimi söyleyince bana "O hâlde yanıma gel ve ışığı yak. Üstad'-A'zam Hazretlerinden söz edilince benim uyumama imkân olmayacağını bilmiyor musun?" dedi.Babamın emrine uyarak yanına gidip lambayı yaktım. Bunun üzerine yattığı yerden doğrularak yatağın üzerine oturdu ve ben de üstadımızın oğlunun sohbetinden aklımda kalanları kendisine anlattım. Bir âdeti de Hazret'i görenin veya onun yanından yeni gelenin sohbetine gitmekti. Böyleleri ile sıkıntı verme endişesi baskın gelene kadar uzun uzun sohbet eder ve eve gelince bize "Falancanın sohbetine gidiniz ve gerek Hazret (k.s) gerekse onun ailesi hakkında söylediklerini aklınızda tutup gelince bana anlatınız." derdi.

Hilafet Alışı

Allahu Teala, kulları, hidayete ulaştırmak için, insana birtakım üstün vasıflar lütfetmiştir. Bununla birlikte, aralarından müstesna yaratılışlı, vahye mazhar olmuş bazı kullarını peygamber olarak vazifelendirmek suretiyle onlara ihsanda bulunmuştur. Peygamberlerin olmadığı zamanlarda ise, verese-i enbiya olan salih kullarıyla bu lütfunu devam ettirmiştir. Resul’i Ekrem' in (sav) ‘’Varisimdir’’ sözüne mazhar olan salihlerden Ahmed el-Haznevi Hazretleri (k.s), Hazrete intisap etmesinden 5 yıl sonra hilafet alışını şu sözlerle ifade eder: "Hilafet almama yakın günlerde, Hazret'in hilafet iznini bana ya da ilk şeyhim, Şeyh Abdülkadiri Hezani'nin oğlu Şeyh Selim'e vereceği haberi yayıldı. Bir gün Hazret beni yanına çağırdı ve bana hilafet için istihare yapmamı emretti. Ben de kendilerine: "Efendim ben buraya hilafet için gelmedim ve bunu bir gün bile aklımdan geçirmedim. Ben buraya yüce kapınıza kul olup, hizmet etmek için geldim." dedim ancak Hazret ısrarla, istihare yapmamı emredince ben de birkaç kez istihareye yattım. İlk istiharemde bir hadis okuduğumu gördüm. Hadis şöyle idi: "Eğer Allah'tan başkasını dost edinecek olsam, Ebû Bekir'i dost edinirdim."İkinci seferinde de şöyle gördüm: Hazret ortada bir yanında ben, diğer yanında Şeyh Selim bulunuyor. Hazret'in üzerinde bir şemsiye var ve onunla hepimiz gölgeleniyoruz. Bir taraftan üzerimize gölge düşerken, diğer taraftan Hazret'in nuru ikimizi de kaplamış. Hem gölge hem de nur, Şeyh Selim'in üzerine daha çok bulunuyorken, Hazret bana daha çok yaslanmış bi sekilde oturuyordu. Üçüncü seferinde de şöyle gördüm: Ben ve Hazret beraberiz. Hazret in yanında daha önce hiç görmediğim ev halkından bir hanım var. Rüyada iken biliyorum bu hanım; Şeyh Taha’nın annesi ve Hazret'in kardeşinin hanımıdır. Bu hanım Hazret'e dedi ki: "Duyduk ki, sen hilafeti Şeyh Muhammed Selim'e vereceksin." Hazret de "Evet" dedi. O hanım cevaben: "Kesinlikle hilafeti Molla Ahmed hak ediyor." İşte bu sonuncu rüyayı da Hazret'e anlatınca, kendileri bana: "Otur" dedi. Oturdum. Bana halifelik iznini verdi. Adabı öğretti ve Şeyh Muhammed Selim'in hilafetini bir ay sonraya erteledi, sonra ona da verdi."Ahmed el-Hazne Hazretleri'nin (k.s) henüz 25 yaşında iken hilafet iznini alması çevrede sevinç ve gıpta ile karşılandı. Ancak bazı ulema ve salikler Şeyh Ahmed'in yaşının çok genç oluşundan dolayı şaşırıp ayrıca içten içe de gücendiler. Bu söylentiler Hazret'in kulağına ulaşınca, Hazret ulema ve saliklerin devamlı oturduğu divana gitti. Orada bulunanlara yönelerek şöyle dedi: "Siz, Molla Ahmed'in halifeliği hakkında şöyle şöyle diyorsunuz. Bilin ki; ben, Molla Ahmed'e halifeliği verdim ve onun sorumluluğunu ben yükleniyorum." Bunun üzerine ulema ve salikler ikna olup sustular. Ahmed el-Haznevi Hazretleri (k.s) 1912 yılında hilafetini almasının ardından Hazret'in emri ile memleketine dönüp, vefatına kadar, burada ünü dünyanın dört bir tarafına yayılan medresesinde, her biri zamanının yıldızları olan sayısız talebe yetiştirdi, kalplere ışık olup, ölü kalplere yeniden can verdi. Hazret'in vefatına kadar her yıl Nurşin’e iki defa gitti. Bu gidiş gelişler tarikata girişinden üstadının vefatına kadar tam 13 yıl devam etti. Ne zaman şeyhini anlatacak olsa hep mübarek gözlerinden hasret gözyaşları döküldü. 1910'ların başıdır. Seyda Şeyh Ahmed el-Haznevi (k.s) ilim tahsilini tamamladıktan sonra tasavvufi terbiyeyi almak için Hazne'den Nurşin’e gidip gelir. Burada büyük bir alim ve evliya olan Hazret lakaplı Muhammed Diyauddin Hazretlerine intisap eder. Yaklaşık on beşyıl boyunca bir yandan mürşidine hizmet ederek nefsinin terbiyesine gayret gösterir, bir yandan da mürşidinin sohbetleriyle kemâl basamaklarına yükselir. Muhammed Diyauddin Hazretleri, kendisine halifelik vererek irşad için görevlendirdiğinde şunları söyler: "Evladım!Sen irşada başla, biz insanları senin yanına toplar, Allah'in izniyle kalabalıkları her yönden akın akın önüne getiririz." Hazne'ye döndüğünde hemen irşada başlar. Hazretin ifade buyurduğu gibi her yönden gelen kalabalıklar kendisinin sohbetleriyle şereflenirler. Seyda Şeyh Ahmed el-Haznevi’nin sünnet-i seniyye çerçevesindeki ahlakı, dünyaya meyletmemesi ve mütevazılığı kalabalıkların kendisine kolayca muhabbet duymasını sağlar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TESBİHAT

HATME DUASI

HOŞGELDİN YÂ ŞEHR-İ RAMAZAN