BÜYÜKLERİN HAYATI/ŞEYH FETHULLAH VERKANİSİ (k.s)
Doğum Yeri
Şeyh Fethullah (k.s.), H. 1263/ M. 1846 tarihinde Siirt iline bağlı Baykan kazasının Verkanis isimli köyünde doğmuştur.
Nisbesi
Şeyh Fethullah Verkanisî'dir. Fıkıh ilmindeki yüksek seviyelerinden dolayı kendileri; Şeyhu'ş Şeriati diye şöhret bulmuştur.
Çocukluğu
Şeyh Fethullah Verkanisî Hazretleri, ikisi erkek ve dördü kız olmak üzere altı kardeştirler. Fethullah Verkanisî Haretlerinin babası O daha çok küçükken vefat ettiği için bakımını ağabeyi üzerine alır. Kendisi ticaretle meşgul olup çok zengin denilebilecek kadar varlıklıdır. Ağabeyi önceleri kardeşini de ticarete yöneltmek ister ancak Fethullah Verkanisî Haretlerinin ticarete meyilli olmadığını görünce evde bulunan baba ve dedelerinden kalma büyük kütüphanedeki kitapların garip, boşta kalmaması için Fethullah Verkanisî Hazretlerini okutmaya karar verir ve medreseye gönderir.
Medrese Hayatı
Medrese hayatı Fethullah Verkanisî Hazretlerinin fıtratına tam uygunluk arz ettiğinden, gayet başarılı olup tüm talebe arkadaşlarının sevgisine mazhar olur. Durumu anlayan ağabeyi, kardeşi tatillerde zaman zaman eve geldiğinde hanımına der ki: "Fethullah'a iyi bak. Her türlü ihtiyacını güzelce karşıla. Sonra da fazla ilgilenme, yoksa okumaya olan sevgisi gevşeyebilir." Daha sonra da ağabeyi, onun (ks) iyi bir eğitim alabilmesi için elinden geleni yapar. Bir gün medresede hoca olan Molla Abdülkerim, talebelerine bir soru sorar. Bu soruya Fethullah Verkanisî Hazretleri: "Bu konuda İbn-i Hacer şöyle diyor." diyerek teferruatlı bir cevap verir. Hoca Efendi Fethullah Verkanisî'ye (k.s.) ne okuduğunu sorar, "Cami okuyorum." cevabını alınca Hoca Efendi hayret ederek: "Cami okuyan bir talebenin İbn-i Hacer'den nasıl bilgisi olur?" deyince talebeler: "Hocam onun her kitaptan haberi vardır." diye cevap verirler.
İlim Tahsili
Fethulllah Verkanisî Hazretlerinin ilk medrese hayatının başladığı yer ve ilk üstadları hakkında fazla bilgiye sahip değiliz. Fakat bilindiği kadarı ile ilminin çoğunu Melekendli Molla Abdurrahman'dan tahsil etmiştir. Diğer bir hocası Allame Şeyh Halid-i Öreki'dir.
Felsefe (Hikmet) ve Geometri ilimlerini ise Molla Resul Sipiki'den okumuştur. Fethullah Verkanisî Hazretleri ilminin son kısmını Muşlu Hacı Tayyip Efendi'den okuyup ilim icazetini de bu zattan almıştır. Muşlu Hacı Tayyib Efendi tasavvufta Şeyh Muhammed-i Küfrevi'nin halifesidir. İlmini de Hacı Hasani Ehvedi Ensari'den tahsil etmiştir. Bu zat da Molla Halil Es Siirdi'den icazet almıştır.
Fethullah Verkanisî Hazretleri yaşadığı dönem içerisinde ilmî alanda ismi ülke sınırlarını aşmıştır. Her ilimde, özellikle de Fıkıh ilminde o kadar şöhret bulur ki adı Şeyhu'ş-Şeriati'ye çıkar. Zaman zaman Mısır el-Ezher Üniversitesinden kendilerinin içinden çıkamadıkları soruları Şeyh Fethullah Verkanisî Hazretlerine gönderirler ve o da soruları cevaplayıp geri gönderirdi. Ve onun cevapları itiraza mahal vermeyecek kadar şeriata uygun olurdu. Mısır uleması her tereddüte düştüklerinde ona (ks) danışmaya o kadar alışmışlardı ki bir defasında yine Fethullah Verkanisî Hazretlerine sorulmak üzere bir takım sorular göndermişler, ancak cevaben şöyle bir mektup almışlardı: "Cevabını istediğiniz kişi vefat etmiştir. Size cevap verecek aynı ilme sahip ikinci bir kişi yoktur."
Fethullah Verkanisî Hazretleri ilmi ile meşhur olup onun ilminin büyüklüğü ile ilgili pek çok hadise anlatılmaktadır. Aşağıda bunlardan birkaçı sıralanmıştır:
"Bu Büyük Âlimden Fetva Çıkarma Usülünü Öğren"
Fethullah Verkanisî Hazretlerinin bir talebesi anlatıyor: "Fethullah Verkanisî Hazretleri, mürşidi Seyda-i Taği'yelks.) olan hasretini bir nebze olsun giderebilmek için Nurşin'deki kabrini ziyarete gitmeye niyetlendi. Nurşin yakınlarındaki dereye vardığında abdest tazelemek için atından indi, refakatindekiler de beraber indiler. Aniden katıra binmiş birinin kendilerine doğru geldiğini gördüler, gelen kişi önce Fethullah Verkanisî Hazretlerine rastladı, Fethullah Verkanisî Hazretleri ona:
-Nerden geliyorsun, diye sordu.
-Gevaş'tan geliyorum ve Şeyh Fethullah'ın (ks) yanına gitmek istiyorum.
-Yanında memleketin ulemasından bir mektup mu var?
-Evet, yanımda Şeyh Fehim Arvasi'den ks. bir mektup var.
-Mektubu ver bakalım.
-Senin gibi yüz kişiye onu gösterdim, bana fayda verecek bir yol gösteremediler. Onun için Şeyh Fethullah'tan (ks) başkasını artık istemiyorum.
-Onu bana göstermenin sana bir zararı olmaz, ben de yüz birinci kişi olayım.
Bu söz üzerine adam, mektubu Fethullah Verkanisî Hazretlerine gösterdi, mektup boşanma konusuyla ilgiliydi. Fethullah Verkanisî Hazretleri dikkatlice inceledikten sonra adama:
-Mektubun için fetva var, diyerek müjde verdi.
Sonra mektubu tekrar katlayarak adama geri verdi ve:
-Sen şimdi benimle birlikte gelenlerin yanına git, ben oraya gelinceye kadar bekle, dedi. Adam Fethullah Verkanisî Hazretlerinin beraberindekilerin yanına geldi ve onlara sordu:
-Kimdir bu zat?
-0 Şeyh Fethullah Verkanisî'dir (ks).
Adam, bunu duyunca Fethullah Verkanisî Hazretlerini dört gözle beklemeye başlar ve Fethullah Verkanisi (ks) gelince hemen elini öpüp ve büyük bir mahcubiyetle:
-Boş bulunup sizinle nahoş konuşma terbiyesizliğinde bulundum, beni affedin, diye özrünü beyan etti.
Fethullah Verkanisî Hazretleri:
-Mühim değil, şimdi Nurşin'e gidelim sen de bizimle gel. Orada epey kitap var, araştırıp inşallah sana bir fetva yazarız, diyerek adamı Nurşin'e götürdü.
Nurşin'e vardığımızda, Fethullah Verkanisî Hazretleri kitapları inceledi ve bana yirmi büyük sahifeden oluşan ve içinde sorunun cevabını açıklayan uzun bir mektup yazdırdı, ardından fetvayı adama vererek:
-Fetvayı Şeyh Fehim Hazretlerine göstermeden hanımına yaklaşma, ona gösterince, eğer o da kabul ederse, bu fetva sana yeter. Kabul etmezse, Şeyh Fehim' den (ks) başka bir mektup getir.
-Vallahi Şeyh Fehim'den (ks) fetvayı isteyince, kendileri bana: "Sana verecek fetvamız yoktur." demişti.
-Biz o zatın boşanma konularından hoşlanmadığı için bu konuda pek fetva vermediğini hissetmiştik.
-Kendilerinden sonra başka âlimlerden fetva istemem için izin istedim, benim küçük çocuklarım var, onların perişan olmasından korkuyorum, dedim. Şeyh Fehim de (ks): 'Evet sana izin veriyorum; ancak telaffuz ettiğin tüm boşanma lafızlarının da bulunduğu bir mektup yazacağım. Bu mektubu al, şayet bir âlim sana fetva verecek olursa fetvasını getir, bana göster. Eğer kabul edersek sorun yok. Kabul etmezsek gelen fetvaya göre sana muamele ederiz.' dedi.
Fethullah Verkanisî Hazretleri fetvayı yazıp adama verince adam cebinden para kesesini çıkarıp Fethullah Verkanisî Hazretlerinin önüne koydu ve:
-Fetva hakkını al, dedi. Fethullah Verkanisî Hazretleri:
-Biz ilmimizi şimdiye kadar parayla satmadık, şimdiden sonra da satmayacağız. Aksine o her Müslüman'ın hakkıdır, dedi. Adam çok israr etti, Fethullah Verkanisî Hazretleri:
-Kesinlikle ısrar etme, ancak Seyda-i Taği'nin unu değirmende, git onu katırına yükleyip Üstad-ı Azam'ın evine getir, dedi. Adam söylenilenleri yapıp köyüne döndü.
Fetvayı Şeyh Fehim'e (ks) gösterdi. Şeyh Fehim inceledikten sonra hemen oğlu Muhammed Emin'i çağırmış ve fetvayı ona göstererek: 'Şu fetvaya iyi bak, şu şu eserden çıkarılmıştır. Allah(cc) o zattan razı olsun. Bu büyük âlimden fetva çıkarma usulünü öğren.' dedi. Ardından adama dönüp: 'Hanımına git o senden boşanmamıştır.' dedi."
Eksiksiz, Anlatıldığı Gibi!
Fethullah Verkanisî Hazretlerinin oğlu Şeyh Alâeddin'den naklen, Şeyh Muhammed Diyauddin Hazretleri anlatıyor:
"Bir gün Üstad-ı Âzam'ın (Seyda-i Taği)(k.s.) çocuklarının oturduğu divanda oturuyorduk, orada halife ve ulemadan birçok zevat vardı. Herkes kendine uygun bir yerde oturmuştu. Şeyh Fethullah Verkanisî de (ks) orada idi. Bazı âlimler kendi aralarında fısıldayarak Şeyh Fethullah'ın (ks) ilmî üstünlüğünden, hele İbn'i Hacer'in yazdığı fıkıh kitabına aşinalığından konuşuyorlardı. Şeyh Fethullah Verkanisi Hazretleri fısıldanmalardan ibn'i Hacer adını duymuştu, hemen:
-İbn-i Hacer'den mi konuşuyorsunuz, dedi. Onlar da:
-Evet, böyle böyle konuşuyoruz, diyerek açıklamada bulundular. Şeyh Fethullah (ks)
-Evet, o eserden epey araştırmam var, dedi ve kitaplıktaki eserlerden birini işaret ederek bana:
-Bu kitap İbn-i Hacer değil mi, diye sorunca ben de:
-Evet, dedim. Şeyh Fethullah (ks):
-Ondan bir cilt al, dedi. Ben de aldım ve açtım.
Karşıma "Yaralama" konusu çıktı. Şeyh Fethullah (ks):
-O bölümün birinci maddesi şu, ikinci maddesi şu, üçüncü maddesi şu, dördüncü maddesi şudur ve bunlara ek olarak da konu şöyledir ve şu şekilde devam ediyor, dedi. Ben de kontrol ettim, tam tamına eksiksiz anlattığı gibi idi."
Bize Dua Etsin
Fethullah Verkanisî Hazretlerinin ismi "Fatıma" olan kızının oğlu Molla Zeynel Abidin ( ki bu zatın babası da Van Müftüsü Molla Ömer idi.) anlatıyor:
"Üstad Bediüzzaman Said Nursi; Van'a geldiğinde Nurşin'de, caminin yanındaki bir hücrede kalıyordu. Burada içinde birçok meyve ağacı bulunan büyük bir bahçe vardı, babam orayı kiralamıştı. Burada Üstad ile buluşurduk, devamlı bizimle sohbet edip şakalaşırdı. Biz de ondan istifade ederdik. Üstad bir gün bana:
-Büyük Şeyhin (Fethullah Verkanisî Hazretleri) kızı olan annene söyle bize dua etsin, dedi. Ben de:
-Biz ve annemiz, senin bize dua etmeni istiyoruz, dedim. Üstad:
-Benim kurnaz gafletimden uyanmamın ilk sebebi, babası idi. Nihayetinde kendisi de onun kızıdır, duası bana mutlaka fayda verir, diyerek küçüklüğünde Şeyh Fethullah Verkanisi Hazretlerinden ders alıp ondan istifade ettiğini hatırlattı.
Biz Bunları Sizi Küçültmek İçin Anlatmadık
Bir seferinde Fethullah Verkanisî Hazretleri ve Ona tabi olanlardan bir grup, Hacca gittiklerinde Fethullah Verkanisî Hazretlerine: "Burada bir âlim varmış, çok methediliyor. Ziyaretine gidelim mi? diye sorarlar. Fethullah Verkanisî Hazretleri de "Gidelim." der ve ziyarete giderler. Anılan âlimin yanına geldiklerinde kendisinin bir eser yazmakla meşgul olduğunu görürler. Selam verirler, o zat da selamı aldıktan sonra sorar: "Kimsiniz ve nerelisiniz?" Şeyh Fethullah (ks) cevap verir: "İlimle iştigal eden kürtleriz." Adam: "Kürtlerden âlim çıkmaz." deyince herkes içten içe hem üzülür hem kızar.
Fethullah Verkanisî Hazretleri: "Yazdıklarınızdan birkaç sayfa görebilir miyim?" der ve alıp incelemeye başlar. Ardından sayfalara yazılmış olan hadisler hakkında "Bu hadis zayıftır, bu 'hasen'dir, bu 'mevdu'dur, bu 'merfu'dur, bu şudur, bu budur." diyerek açıklama getirir. Âlim zat: "İspat et!" der. Fethullah Verkanisî Hazretleri; her hadisi kitap, bölüm ve sayfasına kadar izah eder. Adam bunları duyunca çok utanır ve tam bir mahcubiyet ile özür dileyip helallik istemeye başlar. Şeyh Fethullah Verkanisî Hazretleri: "Biz bunları sizi küçültmek için anlatmadık; yalnız bir İslam Âlimi'nin ağzından çıkanlarını kulaklarının çok iyi duymasının gerektiğini belirtmek için bildirdik, hepsi bu kadar." deyip ayrılırlar.
Fethullah Verkanisî Hazretlerinin Hanımları ve Çocukları
Fethullah Verkanisi (ks) iki evlilik yapmıştır. Birincisi, kendi akrabalarından birinin kızı olan Züleyha Hanım'dır. Bu hanımla evliliğini, ilmi tahsilini bitirdikten sonra yapmıştır ancak uzun süre çocukları olmamıştır. Züleyha Hanım'dan olan çocukları ikinci evliliğini yaptıktan sonra dünyaya gelmiştir. Bu çocukların isimleri şöyledir:
Şeyh Alaaddin
Şeyh Cüneyd
Fatıma (Van Müftüsü Ömer Efendi'nin hanımıdır.)
Belkise (Şeyh Fethullah'ın yeğeni, Abdürrahim'in eşidir.)
Ümmü Gülsüm (Şeyh Mahmud-i Karaköyi'nin eşidir.)
Hamide (Meşhur alim Molla Abdülkerim'in eşidir.)
Fethullah Verkanisî Hazretlerinin ikinci hanımı ise; Seyda-i Taği'nin (ks) kızı olan Tayyibe Hanım'dır. Evliliği şöyle olmuştur: Fethullah Verkanisî Hazretleri, Seyda Taği'nin yanında tasavvufi amel ederken henüz çocuğu olmadığından epey üzülmektedir ve bazı arkadaşlarına da zaman zaman durumunu anlatarak, münasip biri olursa yeniden evlenmek istediğini belirtir. Bu durumu üstadı haber alır ve Fethullah Verkanisî'yi (ks) çağırarak, durumunu haber aldığını ve kendi kızını ona vermek istediğini bildirir. Fethullah Verkanisî Hazretleri bu teklifi kabul eder. Nikâh kıyılıp düğün alayı gelini almaya geldiği zaman Seyda-i Taği (k.s.) gelini durdurarak etrafındakilere dönüp der ki:
-Benim kızımı evine götürmeden Şeyh Fethullah'ın ona layık olabilecek bir şeyler vermesi lazım, bunun için ne önerirsiniz?"
Oradaki herkes bir şeyler söyler, sonunda Seyda-i Taği (k.s.) der ki:
-Şeyh Fethullah! Sana kızımı şu şartla veriyorum yaşadığın müddetçe kızıma ders vermeyi ihmal etmeyeceksin, kabul mü? Fethullah Verkanisî Hazretleri de şartı kabul eder.
Fethullah Verkanisî Hazretlerinin Tayyibe Hanım'dan olan çocuklarının isimleri şöyledir: Şeyh Ma'ruf, Şeyh Kutbeddin, Şeyh Bahaeddin. Fethullah Verkanisî Hazretlerinin toplam dokuz çocuğu olmuştur. Bu çocukların hayatları hakkında kısa bilgi verecek olursak:
1. Şeyh Alâeddin: Şeyh Muhammed Diyaüddin Hazretlerinin halifesidir.
2. Şeyh Cüneyt: Alâeddin ile aynı annedendir. Hicri 1311 /Rumi 1309 tarihinde doğmuştur. Vefatı: Şeyh Alâeddin'in vefatından 6 yıl sonra Hicri 1375/ Rumi 1371 Ocak ayının 28'indedir. Son derece ince bir zekâya sahip, ileriyi gören biri olup herkes onun ilmi mükemmelliğinden emindir. Abisi, Şeyh Alâeddin, onun üstadı idi. Özellikle Tefsir ilminde ileridir. Kadı Beydavi tefsirinin Kehf suresi üzerinde son derece mükemmel bilgiler içeren ve büyük bir kitab olabilecek notları vardır. Bunun haricinde değişik ilimlerde, örneğin Feraid ilminde ve İbni Farıd’ın Şerhu't-Taiyye'si üzerinde risaleleri vardır. Molla Musa el Baniki'nin kızı ile evlenmiş ve nesli halen devam etmektedir.
3. Şeyh Ma'ruf: Fethullah Verkanisî Hazretlerinin ikinci eşinin çocuğudur. Son derece akıllı, zeki ve âlim bir insandı. Büyük zatların hayatı hakkında çok fazla bilgiye sahipti. Şeyh Alâeddin onun hakkında: "Büyük zatların hayatları hakkında kimse onun kadar bir bilgiye sahip değildir." diyordu. Şeyh Ma'ruf yaklaşık 90 yıl gibi uzun bir hayat yaşamıştır. Nesilleri de halen devam etmektedir. Hicri 1393/ Rumi 1391 yılında Koğak köyünde vefat eder. Cenazesi Bitlis'e getirilip babasının mezarının yanına defnedilir.
4. Kutbeddin: Kendisi bir âlim olup ilimden çok hoşlandığı için devamlı ulema ile beraberdi. Onlarla olsun olmasın ilim tahsilinden geri durmazdı. Nesli devam etmektedir.
Abisi Şeyh Alâeddin 'in vefatından kısa bir müddet sonra kendisi de vefat eder ve Koğak köyündeki tepeye defnedilir.
5. Şeyh Bahaeddin: Kendileri evlenmeden genç yaşta vefat eder. Son derece atılgan ve cesur bir zat idi. İlim ve fazilette de ileri bir seviyede idi. Vefat ettiğinde dedesi Seyda-i Taği'nin (k.s.) yanına defnedildi.
Fethullah Verkanisî Hazretlerinin Eserleri
Fethullah Verkanisî Hazretleri, çeşitli konularda birçok eser yazmıştır ancak bugüne kadar gelmiş ve elimizde bulunan eserler şunlardır:
1. Küfr'u Kebair (Arapça ve Kürtçe yazılmıştır.)
2. Boşuna (Görünür Hava)
3. Adab (Tasavvuf ilmi)
4. Menakiku'l-Hac
5. Mektubat
6. Şeyh Abdurrahman-i Taği'nin (ks) vefatı ile ilgili Risale
7. Akaid Risalesi (Küçük çocuklar için)
Fethullah Verkansî Hazretlerinin Halifeleri
Fethullah Verkanisî Hazretleri, ardından altı tane halife bırakmıştır:
1. Şeyh Muhammed Diyaûddin (k.s.)
2. Seyyid Hasan Arvasi (ks.)
3. Seyyid Abdülgüffar Arvasi (ks.)
4. Molla Ahmed Karaköyi (k.s.)
5. Molla Ömer Horosi (ks.)
6. Molla Hasan (k.s.)
Yaşıyor olmaya bir sebep olarak aşk
Şeyh Fethullah Verkanisî bir gün etrafındakilere Rabiatü'l Adevviyye'nin hayatından bahsediyordu: "Rabia, Hacca niyetlendi, seccadesini yere sererek iki rekât namaz kıldı, sonra seccadesini kaldırdı, iki adım attı ve yine seccadesini yere sererek iki rekât namaz daha kıldı. Mekke'ye varıncaya kadar bu hâl böyle devam etti. Arife günü dışarı çıkarak Rahman Dağı'nın eteklerine kadar geldi ve ellerini açarak Rabbine şöyle dua etti:
"Rabbim! Biliyorsun ki ben gücü olmayan zayıf bir kadınım, bu zorluklarla kapına geldim. Benim senden bir isteğim var, şayet isteğimi bana ikram edersen umulan şey ne kadar güzeldir. Eğer etmezsen çektiğim zorlukları kendime sevap olarak kabul ederim." dedi. Şeyh Fethullah Verkanisî burada durup ellerini kaldırdı: "Biz Allah'tan (c.c.) diledik, istedik ve kamil-i mükemmil Abdurahman-ı Tağî'yi aradık ve bulduk. Canımızı,ailemizi ve malımızı ona feda ettik. Ya Rab! Benim de bir isteğim var: Ey Rabbim! Onu bana verme ikramında bulunursan gaye ve istek ne güzeldir. Vermezsen yorgunluk ve fedakârlıktan bize düşeni sevap olarak yaz." diyerek dua eder.
Nakşibendî olmanın mânâsı “İlahi ente maksudi ve ridâke matlubi" sırrını esas alan maksad ve gayeye ulaşmaktır. Bu maksad ve gaye içindeki Şeyh Fethullah Verkanisî (ks.), diri bir kalbe sahip olup hakikatleri görmüş; şeyhinden bir ulu nazar alabilmek için varını ve yoğunu onun yolunda harcamıştır. Kendisi, kalbindeki ilim ile dolmayan boşluğun çaresini bulmak için başlayan seyr-u sülük yolculuğunu şöyle anlatır: "İlim tahsilimi bitirdikten sonra şunu anladım ki zahirî ilimlerle hakikate varmak mümkün değildir. Aksine, tasavvuf köprüsünden geçmek ve kemal ehlinden bir mürşid-i kâmilin peşinden gitmek gerekir. Bunun için memleketteki tüm meşhur şeyhleri ziyaret ettim, ancak kalbimi bağlayıp teslim olabileceğim kimseyi göremedim. Seyyid Sıbgatullah-i Arvasî Hazretlerini henüz görmemiştim. Kendi kendime: "O da ziyaret ettiklerim gibidir." diyerek yine Yüce Allah'ın (c.c.) bu yüce makamı ve büyüklerin arkasından tutunmayı bana kısmet etmediğini düşündüm. Hayalime tedrisat ile uğraşmak geldi, insanlar yetenekli olduğumu bilecek ve birçok öğrenci bana gelecekti. Ben de ibadetlerin en efdali olan ilimle uğraşmış olacaktım. Dönemin hükümeti tarafından resmî müderris olmak için Abiri nahiyesine gönderildim. Bu işi Rabbim bana kolaylaştırdı ve Gavs-ı Azam'a karşı tam bir muhabbet bende oluşuncaya kadar bir süre müderrisliğe devam ettim." Şeyh Fethullah Verkanisî bu minval üzere hayatına devam ederken bir gün Şeyh Sıbgatullah-i Arvasî Hazretleri Bitlis'e gelir, Şeyh Fethullah'ın (k.s.] annesi de onu ziyarete gider. Bu mübarek ziyaret sonrasında onun zahirî doğumuna sebep olan annesi Şeyh Fethullah Verkanisî'nin manevi doğumuna da sebep olacaktır.
Şeyh Fethullah Verkanisî anlatıyor:
"Önceleri ben, Gavs-ı Azam'dan [k.s.] ve yüce özelliklerinden gafildim, sonra Onun Bitlis'e gelip gittiğini işittim. O zamanlar da evimiz Bitlis'teydi. Biz de oraya gittik ve annemi apayrı bir durumda gördüm. Anneme Gavs-ı Azam'ı (ks) ziyaret edip etmediğini sordum. Annem cevaben: "Evet, ben ve birkaç hanım Gavs-ı Azam'ın (k.s.) bulunduğu eve gittik ve tövbe edip tarikatine girdik." dedi. Ben de anneme bu manevi bağ neticesinde hâlinde bir değişiklik olup olmadığını sordum. Annem şöyle cevap verdi: "Bildiğim tek şey şu ki Gavs-ı Azam'ı[ks.] ziyaretten evvel namaz kılar, Kur'an-ı Kerim okur ve Allah'ı(cc.) zikrederdim, ancak çabuk yorulur ve bir an önce bitmelerini isterdim. Tarikatine girdikten sonra bende büyük bir muhabbet hâli oldu. O günden beri namazın ve Kur'an-ı Kerim'in bitmesini istemez, zikre de hiç doymaz hâle geldim." dedi. Ona "Anne sen aradığını bulmuşsun, sakın kaybetme." dedim. Bu sözleri dinlerken Şeyh Fethullah Verkanisî'nin kalbi adeta yanmaya başlar, bu hâl devam ederken bütün vücudunun tam bir titreme ile titrediğini hisseder. Bu olaydan sonra Gavs-ı Azam'a gitme isteği had safhaya ulaşır. Gavs-ı Azam'ın (ks.] müridlerinden iyi bir âlim, resmî bir müderris olan Hacı Süleyman Efendi'yi sürekli ziyaret ederek Gavs-ı Azam'dan bahsetmesini ister. Anlatılanları dinledikçe manen coştukça coşar ve nihayet muhabbetten ayrılığa dayanamaz hâle gelir. Hacı Süleyman Efendi'yi ziyarete gittiği bir gün ona kendisi ile beraber giderek Gavs-ı Azam'dan [k.s.] tövbe almak istediğini, Gavs-ı Azam'ın manevi eğitimine tabi olmak istediğini söyler. Hacı Süleyman Efendi şöyle cevap verir: "Duydum ki, Gavs-ı Azam [k.s.] hastadır. Ben ise resmî müderris olduğumdan vazifemi bırakamıyorum, istersen sen benim yerime medresede dersleri ver; önce ben gidip döneyim, olabilecek her hayrı manen paylaşalım; ardından ikimiz beraber gider ve orada bir ay kalırız." der. Şeyh Fethullah Verkanisî de kendini nihayet aşka kavuşturacak bu teklifi kabul eder. Ancak daha Süleyman Efendi dönmeden Gavs-ı Azam (ks) vefat eder. Şeyh Fethullah Verkanisî anlatıyor: "Bu ayrılık beni çok üzdü, öyle ki ne yapacağımı bilemez hâle geldim. O aralar Hizan yoluna çıkardım. Hizan'dan gelenlerin hâl sahibi olduğunu anlardım. Hatta hayvanlarının bile lisanı hâl sahibi olduğunu duyardım. Daha sonra görev yerim olan Abiri'ye geri döndüm. Kışın hemen her gece rüyamda Gavs Hazretlerini görüyor ve yanında tövbe ediyordum. Gavs Hazretlerini öyle bir hâlde görüyordum ki, Fena fi'r-Resul olduğunu anlıyordum. Bundan dolayı vasıtasız olarak kendi kendime Gavs-ı Azam'a intisap ettim. Ancak Gavs-ı Azam Allah'ın (c.c) emirlerinin hem zahirî, hem batinî âlimi idi. İkisini beraber yürütüyordu. Biz ise işin zahirîsinden başka bir şey bilmiyoruz."
Şeyh Fethullah Verkanisî o kıştan sonraki baharda hemen Gayda'ya gider. O dönemde Gavs'ın oğlu Bahaeddin de vefat etmiş ve yerine küçük kardeşi Şeyh Celaleddin geçmiştir. İlk tövbesini onun yanında yapar ve görev yeri olan Abiri'ye geri döner, ancak aldığı tövbe gereği olan tarikatın gereklerini yerine getiremez. Bir müddet sonra ikinci defa Gayda'ya gidince Gavs-1 Azam'ın kabrini ziyaret etmek ister, o anda kabrin başında Gavs Hazretlerinin halifelerinden Allame Şeyh Halidi Öleki'yi de orada dua eder hâlde görür. Şeyh Halidi Öleki kendisinin hâl ve hatrını sorduktan sonra Şeyh Fethullah şöyle der:"Ben sizinle istişare etmek istiyorum." Şeyh Halid: "Ne istişaresi?" der. Şeyh Fethullah (ks.) “Ben Nakşî adabiyla amel etmek istiyorum, bunun için Gavs-I Azam'a yöneldim. Rabbim bu kısmeti bana nasip etmedi. Şimdi ise kesinlikle inanıyorum ki şayet Rabbim bana hidayeti nasip etmiş ise bu Gavs-ı Azam'a olan muhabbetimle ve onun halifelerinden birinin eli ile devam edecektir. Şimdi ben seninle, Abdurahman-ı Tağî'nin arasında tereddütteyim; tereddütten de bir şey çıkmaz, sen bana hayırlı olan şeyi göster." der. Şeyh Halid: "Öyle ise bu durumda bana rabıta yapmak, sana da istihare etmek düşer, haydi abdest alalım." der. Abdestler alınıp mescide gidilir. O anda Şeyh Abdurahman-ı Tağî de mescitte oturmuş, murakebe halindedir. Sünnet olan istihare namazları kılınır ve ardından Şeyh Halid kıbleye doğru yönelip rabıtaya başlar. Bundan sonrasını Şeyh Fethullah şöyle anlatır: "Ben de hemen onun arkasında rabıtaya başladım. Bir müddet sonra kendimi Şeyh Halid'in elinde sanki kızarmış bir ördek gibi gördüm. O anda Şeyh Abdurrahman-ı Tağî (ks), bir şahin gibi beni onun elinden kapıverdi. Bundan çok ürktüm ve başım Şeyh Halid'in sırtına düştü, hemen o anda bana yüzünü çevirdi: "Şeyh Abdurrahman seni benden kaptı, ona git; sen onun avısın." dedi."
Şeyh Fethullah bundan sonra hemen kalkıp Şeyh Abdurrahman-ı Tağî'ye gider ve teslim olur, amel etmeye başlar. Bu öyle bir başlayıştır ki asıl şehu'ş şeriati 'lik bundan sonradır. Şeyh Fethullah (k.s.) Abdurrahman-ı Tağî Hazretlerinin yanında 17 veya 18 yıl kalır. Bu dönem zarfında hilafet aldığı hâlde üstadı yaşadığı müddetçe irşat görevi yapmaz, sadece üstadının medresesinde müderrislik yapar. Şeyh Fethullah (ks.), tasavvuftaki amel döneminde zaman zaman mürşidinin kendisini tam ve mükemmel bir kontrol ile yetiştirdiğini görür. Şeyh Fethullah anlatıyor:
"Ben bir müddet Hikmet (Felsefe) kitaplarından bir kitap ile uğraştım. İlk okuyuşta hepsini anlamaya muvaffak olamadım, ikinci seferinde Rabbimin lütfu ile tüm kitabı hakkıyla anladım. Bir gün yine kitap inceliyordum ki Üstad-ı Azam Abdurrahman-ı Tağî içeri girdi: "Elindeki kitap nedir?" diye sordu. Ben: "Hikmet ilminden falan kitaptır." dedim. Üstadın buna kalbi ile razı olmadığını hissettim ve bundan sonra şiddetli bir şekilde hastalandım. Sonra Rabbim bana şifa verdi, kitabıma tekrar döndüm, fakat onu tamamıyla unuttuğumu gördüm. O andan itibaren o tür kitapları bir daha okumadım."
Yine Şeyh Fethullah Verkanisî anlatıyor: "Bir gece İmam-ı Nevevi'nin hayatını okuyordum, gördüm ki vefatına kadar hayatının her anı kitap yazmaya mukabildir; öyle ki doğumundan vefatına kadar her gün bir kitap ile kitapçık telif etme noktasına ulaşıyordu. İmam (ks.), kırk yaşından sonra inzivaya çekildi, kitap yazmadı. Bilindiği gibi çocukluktan ergenlik çağına kadar da kitap yazmak yine mümkün değildir, bununla beraber zamanın Kutbu idi. Ben hayret ve şaşkınlık veren bu durumu düşünerek uyuyakaldım, rüyamda İmam Nevevi'yi gördüm. İmam bana: "Bu yazılanlardan dolayı hayrete mi düştün? Evet, Allah'a (c.c) yemin ederim ki bu normalde insanın gücünün dışındadır, ancak tüm yaptığımız şey kendisinden sevap ve cezayı gözetlememiz idi. Bununla beraber Allah'ın [cc] emirlerine bağlı idik. Bu nedenle Rabbimiz bize işleri kolaylaştırıp basitleştiriyordu." dedi. O gecenin sabahında Bizatun köyünün ahalisi, Abdurahman-ı Tağî Hazretlerini kendi köylerine davet etmek için gelirler. Üstadı (ks.), Şeyh Fethullah'ın kendisine refakat etmesi için ona haber gönderir. Şeyh Fethullah, gelen elçiye: "Ben biraz rahatsızım, eğer Üstad kabul ederse hastalığım geçene kadar bir gece evde istirahat edeyim." der. Üstad ise bu defa başka birini göndererek: "Şeyh Fethullah gelsin, Bizatun köyü yakındır." der. Şeyh Fethullah da hemen dışarı çıkar. Bundan sonrasını Şeyh Fethullah şu sözlerle anlatır:
"Köylüler mevsim kış olduğundan tahtadan yapılmış kızak ile gelmişlerdi. Üstad kızağa bindi ve bana: "Gel yanıma otur", dedi. Ben: "Efendim ben yürüyebilirim, yürüyerek geleyim." dedimse de Üstad (ks): "Gel ve kızağa otur, bu adaptandır." dedi, gittim oturdum. Kızağı çektiler. Yolda akşam gördüğüm rüyayı anlattım. Üstad (ks.): "Allah'a (cc) yemin ederim ki, amel esnasında sevap ve cezaya bakmaksızın emirlere uymaktan başka ibadet ve taat istenmiyor." dedi. Yolun sonunda yine Üstad bana: "İnsan unutkanlıkla tanındığı için her şey akılda kalmıyor, binlerce şey insanda yok oluyor. Allah(cc) en doğrusunu daha iyi bilir." dedi. Böylece köye yaklaşırlar. Köy halkı onları karşılamaya gelmişlerdir. Her biri bir köylüye misafir olmak üzere ayrılırlar. Ancak Şeyh Fethullah (ks.), üstadının yoldaki sohbetinden çok üzülmüştür, gözlerinden yaşlar akmış, rengi değişmiş; keder ve üzüntüsünden dolayı konuşamamıştır. Bazı arkadaşları ona: "Neden üzülüyorsun?" diye sorduklarında kendisi de Üstad'ın kendisiyle olan konuşmalarını anlatır. Bir kişi: "Sen yanlış anlamışsın, Üstad senin anladığın gibi demek istememiştir. Ben şimdi gidip ondan soracağım." der ve gidip Üstad'a (k.s.): "Siz, Şeyh Fethullah'a böyle böyle mi dediniz?" diye sorduğunda Üstad (ks.): "Evet, dedim." der. O zat yine: "Yok olmanın anlamı nedir?" diye sorar. Üstad (ks.), "Yok olmanın anlamı şudur: Şeyh Fethullah (ks.), Allah'ın (cc) emirlerine ve tasavvufa çok bağlı olduğundan şayet bir kişi bu iki büyük yolda onun emrinden çıkarsa helak olur. Yani bazıları âlim olabilir ama onlardan fayda göremez. Bununla beraber bazıları için imanın yok olmasından korkulur, kötü sondan Allah'a (c.c.) sığınırız." der. Cevabı alan kişi hemen Şeyh Fethullah'ın yanına gidip durumu olduğu gibi anlatınca, Şeyh Fethullah o anda kalben müsterih olup rahatlar ve ondan sonra da artık Üstad'ın sözleri olduğu gibi tesirini gösterir. Artık insanlar Şeyh Fethullah'ın sözünden dışarı çıkmaya korkar olurlar. Molla Muhammed Baki'nin anlattığına göre: "Bir gün adamın biri gıyabımda: "Muhammed Baki münafıktır." demiş ve benimle hiç ilgisi olmayan şeyleri bana isnat etmiş. Ben bunları işitince hiçbir şey söylemedim, aramızda hükmetmesi için onu Allah'ın adaletine teslim ettim. Kısa bir müddet sonra rüyamda kendimi ve o adamı Şeyh Fethullah'ın huzurunda gördüm. Şeyh Fethullah ona: "Sen Molla Muhammed Baki hakkında münafık demişsin." diyerek ondan açıklama istedi, sonra da ağır sözler sarf ederek çok sert bir tokat attı; adam yere düştü. Bu rüyanın ardından çok kısa bir süre sonra ölmüş diye haber aldık." Yine Üstad-ı Azam Abdurahman-ı Tağî Hazretleri bir gün Nurşin'de teveccüh yapmaya kalkar. Teveccühe girecekler mescitte otururlar. Şeyh Fethullah da abdest tazelemek için kulleteyne gider. Orada acayip beyaz sakallı ve yaşlı birini şaşkın bir şekilde namaz kılarken görür. Şeyh Fethullah onu teveccühe girmek için gelen köy halkından biri zanneder ve ona: “Niçin burada duruyorsun?" diye sorunca, o da: "Ben teveccüh yapmak istiyorum ama takatim yok, şaşırdım kaldım." diye cevap verir. Şeyh Fethullah (ks.). "Gel seni sırtıma alıp mescide götüreyim." diyerek onu sırtına alınca, onun insan olmadığını hisseder ve hemen sırtından atar, dönüp bakınca kimseyi görmez. O anda Şeytan olduğunu anlar, hemen şerrinden Allah'a (c.c.) sığınır. Teveccühten sonra Üstad ile baş başa kalınca, Üstad'a (ks.). "Bir müddet önce aklıma acayip kötü düşünceler gelmişti. Ondan sonra durum değişip kalbimde yaygara ve nara seslerini işittim, bu bir müddet aynı şekilde devam etti. Sonra bu hâl gitti ve bugün de hâin şeytanı gördüm." der. Üstad ona: "Şeytan sana önceleri düşüncelerle geldi, fakat bir zafer elde edemeyince sonra kalbine bağırıp gaflete düşmeni istedi, yine başarılı olamadı; ardından başka bir yüz ile o pis şahsını gösterdi, tekrar başarılı olamadan zelilî ve ümitsiz bir şekilde geri döndü. Allah'ın izni ile artık senden ümidini kesmiştir." der.
ŞEYH FETHULLAH (ks)'IN ÜSTADINA BAĞLILIĞI
Şeyh Fethullah (ks), üstadına teslim olduktan sonra tüm gücü ile maddi, manevi elinden gelen hizmeti yapmaya başladı. Önce üstadının isteği üzerine resmî görevinden istifa edip Nurşin'e gelip yerleşti. Burada bir yandan tedrisat işleri ile uğraşmaya başlarken bir yandan da tasavvufî amelini eksiksiz yerine getirmeye çalıştı. Maddi durumu iyi olan Şeyh Fethullah (k.s) tüm mülkünü üstadının hizmetine sundu. Her yıl mülkünden yaklaşık 17 katır yükü epeyce miktarda olan meyve ve tüm mahsulâtını Verkanis köyünden getirip Nurşin'de üstadının evinin kâhyasına teslim ediyordu. Kâhya da mahsulleri ayırım yapmaksızın bir tek ev gibi tüm ev halkına sarf ediyordu. Bu hizmet yalnız Şeyh Fethulllah ile kalmıyor, eşleri de aynı şekilde üzerlerine düşeni yapıyordu. Örneğin; Şeyh Fethullah'ın büyük eşi Züleyha Hanım (Şeyh Alâeddin'in annesi) yemek yapmak ve tekkeye ekmek pişirmeyi kendine görev edinmişti. Şeyh Fethullah'ın evi Nurşin'de kaldığı müddetçe bu görevi eksiksiz sürdürdü. Şeyh Fethullah'ın hizmeti, Şeyh Abdurahman-ı Tağî'nin vefatına kadar kesintisiz sürdü. Üstadının vefatından sonra da üstadının oğlu Muhammed Diyauddin Hazretleri hilafet aldığı dört yıl sonrasına kadar devam etti. Çünkü Şeyh Abdurahman-ı Tağî (ks) oğlunu ve tüm ev halkını ona teslim etmişti. Artık onların da babası Şeyh Fethullah olmuştu. Şeyh Fethullah (ks.), üstadının vefatından sonrada onun çocuklarına ilim ve amel işlerinden başka yerine getirecekleri hiçbir iş bırakmıyordu. Öyle ki üstadının yaptırdığı köprünün yapım ücretinin bir bölümü üzerine borç kalmıştı, Şeyh Fethullah o borçlarını da eline para geçtikçe parayı üstadının oğlu Muhammed Diyaûddin Hazretlerine veriyor, o ödüyordu ki herkes babasının borçlarının varisi olan oğlu ödedi diye bilsin. Borçların tümünü böylelikle kendisi ödeyip bitirmişti. Fethullah Verkanisî Hazretleri, Muhammed Diyaûddin Hazretlerine hilafet verdikten sonra Nurşin'de birlikte halkın irşadı için gayret ediyorlardı. Muhammed Diyaûddin Hazretleri ise hocasının yanında edebini muhafaza etmeye son derece dikkat ediyor, haddi aşmaktan korkarak irşad vazifesini tam mânâsıyla yerine getiremiyordu. Bu durumu fark eden Abdurrahman-ı Tağî Hazretlerinin halifelerinden Ahmet Taşkesenli Nurşin'e gelip, Fethullah Verkanisî Hazretlerine, şayet kendisi Nurşin'den ayrılırsa Hazret'in irşad vazifesini daha rahat yerine getirebileceğini söyledi. Bunun üzerine Fethullah Verkanisî Hazretleri evini Nurşin'den Ohin'e taşımaya karar verdi. Abdurahman-ı Tağî Hazretleri son nefesinde Fethullah Verkanisî Hazretlerine iki önemli değer emanet etmişti. Biri Nurşin'de kurmuş olduğu ve kıyamete dek sürmesini dilediği tarikat ve şeriat hizmetinin sancakdarlığı, diğeri ise ileride bu bayrağı devralacak oğlu. İşte şimdi Fethullah Verkanisî Hazretleri bu iki emaneti sahibine teslim ediyordu. Üstadının vefatından sonra Nurşin'de bir yandan irşad vazifesini sürdürürken, diğer yandan da Hazret'i bu vazife için yetiştirmişti. Vakti geldiğinde de babasının makamını Hazret'e devrederek Nurşin'den ayrıldı.
İNSANLAR BAZEN KERAMETE MUHTAÇTIR.
Fethullah Verkanisi Hazretleri davet üzerine halkı irşat için bir köye gider. Gittiğinde köy halkı sanki dağ başında yaşamış, dünyadan bihaber kimseler gibi tam dini bir cehalet içindedir. Fethultah Verkanisi Hazretleri onları tövbe etmeye çağırır Köy halkı ise bu çağrıya bir şart koşarak cevap verir. “Bizim bir beyimiz var. Şu anda çok hastadır. Eğer siz dua eder ve o da iyileşirse hepimiz tövbe eder ve tarikata gireriz. Fethullah Verkanisi Hazretleri, bu İstek karşısında bir müddet düşündükten sonra kısık bir sesle: “İnsanlar bazen keramete muhtaçtır.” diyerek hastanın getirilmesini ister. Hasta getirildiğinde konuşamayan, hareketsiz, şuurunu yitirmiş bır vaziyettedir. Bır haftadır bu vaziyette yatmaktadır. Fethullah Verkanisi Hazretleri, önce şifa ayetlerini okur, mübarek ellerini beyin üzerinde gezdirir, ardından ona seslenir: “Bey!” Hasta, etraftaki köylülerin hayret dolu bakışları arasında cevap verir. “Efendim.” Fethullah Verkanisi Hazretleri, hastayı evine götürmelerini söyler. Ertesi sabah hasta olan o bey, ayağa kalkmış yürüyerek Fethullah Verkanisi Hazretlerinin huzuruna gelir. Ve tüm aşireti ile beraber tarikata girerek İslam'ın emri üzerine yaşamaya başlarlar, Fethullah Verkanisi Hazretleri köyde değilken büyük kızı vefat eder. Köye geldiğinde kızının kabrini ziyaret eder ve bir müddet murakabe ettikten sonra şöyle der: “Ey kızım, hakkım sana helal olsun Seni kutlarım, senden bu denli bir fazilet beklemiyordum ”
“AKSİ TAKDİRDE ZARARI ÖNCE SEN GÖRÜRÜSÜN.”
Fethullah Verkanısi Hazretlerinin yaşadığı yörede iki aşıret arasında kan davası vardır ve bir ara bu intikam ateşi iyice alevlenir. Fethullah Verkanisi Hazretleri, iki taraf arasında dostluk kurup barışı sağlamak için taraflardan biri olan Rıza Ağa'nın evine gider ve konu hakkında konuşur. Rıza Ağa “Kardeşimi öldürdüler, onlardan intikam almadan nasıl barışır ve ınsanların arasına nasıl başı dik çıkarım?” der. Fethullah Verkanisi Hazretleri ona: “Önce sen onlardan birini öldürttün, sonra da onlar senin kardeşini öldürdüler, dolayısıyla eşit oldunuz” der ve bu ifadesini birkaç kez tekrarlar. Rıza Ağa: “Yemin ederim intikam almadan durmam mümkün değil. Şayet eşim, evin ortasında bana dönüp bunu anlatsa ben buna nasıl tahammül edebilirim? der. Fethullah Verkanisi Hazretleri, sözlerinin tesir etmediğini anlayınca konuşmaya son verir. Rıza Ağa da çıkıp yatmaya gider. Fethullah Verkanisi Hazretleri onun ardından yanındakilere: "Yarın sabah erkenden gitmek için hazırlanın.” diye talimat verir, Ertesi sabah gitmek için hazırlık yapıldığını gören Rıza Ağa yanlarına gelip: “Kahvaltı yapmadan mı gideceksiniz?” diye sorduğunda Fethullah Verkanisi Hazretleri: “Kesinlikle oyalanmayıp gideceğiz." diye cevaplar. Hata yaptığını anlayıp duruma çok üzülen ve Verkanisi Hazretlerinin kararlılığını gören Rıza Ağa hemen köyünün fakir, yaşlı ve yetimlerini toplayıp onlara: Yemin ederim ki, sizden başka yöneleceğim kurtuluş kapısı kalmadı.. diyerek onları Verkanisi Hazretlerini kararından vazgeçirmek için köyün altındakı yola gönderir. Rıza Ağa da onları uzaktan takip etmektedir. Fethullah Verkanisi Hazretleri ve müridleri gelince köylüler ayağa kalkarak yanlarına gider, Fethullah Verkanisi Hazretleri “Siz kimsiniz ve ne istiyorsunuz?” diye sorunca onlar da “Bizler Rıza Ağa'dan başka koruyucuları olmayan yaşlı, fakir ve yetimleriz. Yemin ederiz ki eğer ağamız olmasa kimse bize bakmaz ve kimse bize bir lokma ekmek vermez. Bizler yüce cenablarınızın ağamıza kızmaması için ricaya geldik, onun ihmal edilmesi hepimizin ihmaline sebep olur.” derler. Bu sözleri duyan Fethullah Verkanisi Hazretleri tebessüm ederek; "Ağa size gerçekten bakıyor mu?” diye sorar ve onlar da: “Yemin olsun ki evet.” diyerek ağalarının affını isterler, Olayı uzaktan izleyen Rıza Ağa, şeyhin yüzündeki tebessümü görünce, hemen oraya gelir ve şeyhin atının üzengisine yapışarak: "Artık kan davasının intikamı kıyamet gününe kaldı, şeyhin önünde yemin ederim ki karşı taraf benim köyümde, bana saldırmadıkça ben, kan davası gütmeyeceğim." der. Bu cevaptan sonra Fethullah Verkanisi Hazretleri ve müridleri ağanın köyüne geri dönerler. Ardından Fethullah Verkanisi Hazretleri diğer tarafı da barışa ikna etmek için Agit Ağa'nın köyüne gider. Agit Ağa ise barışı kabul etmeyerek mücadelede ısrar eder, Fethullah Verkanisi Hazretleri ona: “Barışı kendi tarafından bozma, aksi takdirde zararı önce sen görürüsün.” dediği hâlde ağayı ikna edemez ve oradan ayrılır. Fethullah Verkanisi Hazretleri, Agit Ağa'nın evinden ayrıldıktan çok kısa bir süre sonra, daha köyünden bile çıkmadan ağanın evinden bir silah sesi gelir. Çok geçmeden, ağanın kim tarafından ve nerden atıldığı belli olmayan bir kurşunla öldüğü haberi duyulur.
BİTLİS'E YERLEŞMESİ
Koyunlu köyünde dört sene kalan Fethullah Verkanisi Hazretleri, baba ve dedelerinin kabrini ziyaret etmek için asıl köyleri olan Verkanis'e gelir. Ziyaretten sonra köyün büyüklerinden olan Şeyh Yasin ona “Sen bizdensin. Bizler rahmette sana yabancılardan daha çok muhtacız. Yabancılar senden faydalanacağına biz senden faydalanalım, evini buraya getir.” diye epey ısrar eder, Fethullah Verkanisi Hazretleri de dedelerinin türbelerini göstererek: "Acaba bu türbede yatanlar ne der, razı olurlar mı?” diye sorar. Ve yanında bulunan halifelerinden Molla Ahmet Karaköyi'ye; “Kabre git murakabe et bakalım, ne düşünüyorlar.” diyerek onu murakabeye gönderir. Emir üzerine Molla Ahmed türbeye gider ve murakabeye başlar. Uzun bir müddet sonra geri döner ve "Oradakilerden Şeyh Muhammedi razı oldu; ancak yanında yatan iki genç razı olmadı. Şeyh Muhammed onlara: Neden razı değilsiniz? diye sordu, onlar da: 'Eğer Şeyh Fethullah buraya gelir yerleşirse, artık bizi kimse ziyaret etmez ve unutuluruz." dediler. diyerek durumu anlatır. Bu ifadelerden sonra Fethullah Verkanisi Hazretleri: “O zaman kabir ziyaretlerinden sonra Ohin'e döneriz.” der. Dönüş yolu üzerinde olan Bitlis'e uğradıklarında Fethullah Verkanisi Hazretlerinin müridanının tümü huzuruna çıkıp Bitlis'te kalması için ısrar ederler. Bitlis'te irşad vazifesinin daha iyi yapılacağı, vilayet erkanı, halkın büyükleri, komutanlar ve büyük bir insan topluluğuna daha kolay ulaşılıp hizmetlerinin daha kolay olacağı düşünülerek Bitlis'e yerleşilir. Bitlis'te Mermutlular diye bilinen mahalledeki camiye çok yakın bir medrese yapılır, artık irşad ve tedrisat işleri burada devam eder. Ta ki Fethullah Verkanisi Hazretlerinin vefatına kadar. Fethullah Verkanisi Hazretleri evinin arkasında bulunan bir yeri kabri için belirler ve vefatında oraya defnedilmesini ister.
ŞERİATA BAĞLILIĞI
Fethullah Verkanisi Hazretleri, Bitlis'e yerleştikten sonra, insanlar arasındaki saygınlığı daha da arttı. Şöhreti daha çok yayıldı, bu minval üzere irşad ve tedrisat işleri devam ediyordu. Fethullah Verkanisi Hazretleri, şeriatın zahirine çok dikkat ediyor, onda taviz kabul etmiyordu. Kendisine sorulan her soruda, söylenen her olayda şeriate göre karar veriyor, şeri hak ve adalete uymaya çok dikkat ediyordu. Bu durum basit ve kıymetsiz denebilecek işlerde bile değişmiyordu. Bazı müridleri de Fethullah Verkanisi Hazretlerine o kadar sıkı sıkıya bağlanmışlardı ki, onun emrinin haricinde hiçbir şey yapmıyorlardı. Bir gün müridlerinden biri evlendi, ancak zifafa girmemişti. Bu durum Fethullah Verkanisi Hazretleri tarafından duyuldu, O da müridini çağırarak “Konuşulanlar doğru mu?” diye sordu. Ve “Neden zifafa girmedin?” diyerek durumu öğrenmek istedi. O mürid “Sizden bu konuda bir emir almadığımdan.” diye cevap verdi. Fethullah Verkanisi Hazretleri, bu cevaba çok kızarak “Cahil! Sana şeriatın emri yeterlidir, başka bir emre ihtiyacın yoktur.” dedi ve şeriatın ipine sarılmak gerektiğini bir kez daha kesin bir dille açıkladı. Bir gün Fethullah Verkanisi Hazretleri, bir yere gimek için atların eyerlenmesini istedi. Talebeler hazırlandı Fethullah Verkanisi Hazretleri de evine gitti. Aradan hayli vakit geçti, müridleri her şeyinin hazır olduğunu haber verdi. Fethullah Verkanisi Hazretleri onlara biraz daha beklemelerini söyledi. Bu durum epey sürdü ve Fethullah Verkanisi Hazretleri nihayet dışarı çıktı ve yola çıktılar. Yolda kendisine evdeki geçirdiği vaktin bu kadar uzun sürmesinin hikmetini sorulunca “Ben, hanımlarımın birinin evinde fazladan iki saat kalmıştım ve bunu da unutmuştum, eve girince hatırladım ve bu hakkın yanımda kalmaması için diğer hanımın da yanında bekledim ki herkese eşit muamele etmiş olayım.” dıye cevap verdi. Böylece yanındakilere örnek olmuş, belki bir ders vermiş ve hanımlarının hakkını gözetme konusunda da Efendimizi (s.a.v) rehber edindiğini ve şeri hükümlere göre onlara muamele ettiğini göstermişti. Fethullah Verkanisi Hazretlerinin şeri meselelerde son derece dikkatli olduğunu herkes bilirdi. Kimsenin fıkhi konularda bilmeden bir şeyler söylemesini veya fetva vermesini kabullenmezdi. Bir köyde, Molla Ali isminde bir imamın bir konuda yanlış fetva verdiğini duyan Fethullah Verkanisi Hazretleri onu çağırıp fetvayı nereden bulduğunu sorar. İmam efendi “Falan kitaptan” diye cevaplar. Fethullah Verkanisi Hazretleri, kitabı ister, imam kitabı getirip fetvayı çıkardığı yeri gösterir. Fethullah Verkanisi Hazretleri, kitaptaki ifadeleri inceler ve bu ifadelerle fetva çıkarılamayacağını görür. İmama: “Fetvayı, bu ifadelerden nasıl çıkarırsın?” diyerek şiddetli bir tokat atar, tokadın şiddetinden imamın başındaki sarık yere düşer. Sonra orada bulunan köyün ağası Fethullah Bey'e dönerek: “Eğer bir daha bunun gibi bir fetva verirse, sen de benim elimden kurtulamazsın.” der. Fethullah Bey de, bir daha böyle şeyin olmayacağına dair söz verir. Başka bir gün de, hanımlar, Fethullah Verkanisi Hazretlerinin hanımına, şeyhi görüp ziyaret etmek ve duasını almak istediklerini söyleyip izin isterler. Hanım da Fethullah Verkanisi Hazretlerine söyleyerek izin ister ancak Fethullah Verkanisi Hazretleri “Bu şeri şerife muhaliftir.” diyerek izin vermez. Fethullah Verkanisi Hazretleri, şeriatın emirlerini, sünnetleri bir yaşam şekli olarak belirlemiş ve onları uygularken insanlardan ve onların ayıplamalarından hiçbir zaman çekinmemişti. O (k.s) başkasının evinde de olsa yemek tabağını tamamıyla bitirip sünnetlerdi. Bir gün hanımı, bu işten dolayı onunla tartışarak “Neden böyle yapıyorsun? İnsanlar bundan dolayı seni ayıplıyorlar.» deyince, Fethullah Verkanisi Hazretleri “Ben insanların adetlerine göre şeriatın emrini terk etmem. “ diye cevaplar.
“KİM BIR DOSTUMA DÜŞMANLIK EDERSE BEN ONA KARŞI HARB İLÂN EDERİM.”
Fethullah Verkanisi Hazretlerinin etrafı devamlı kalabalık olur ve sohbetle, ibadetle vakit geçirilirdi. Bu durum, Ramazan aylarında daha da artar, her yerden insanlar Onun yanına gelir, Onunla birlikte sahur vaktine kadar değişik ibadetlerle meşgul olurlardı. Yine bir Ramazan gününde sabah namazını cemaatle kıldıktan Sonra Fethullah Verkanisi Hazretleri mescidin Yanındaki hücreye çekildi. Ağabeyi Musa gelip herkesi ayrı bir ibadet halinde görünce dayanamayıp yanlarına gitti ve “Acaba bu denli ibadet yapanların cennetten başka bir yere gitmeleri mümkün müdür?” diye sordu. Fethullah Verkanisi Hazretleri "Bilakis cennet Cenâb-ı Hakk'ın tasarrufatı altındadır, cennet ibadetlerle elde edilmez." diye cevap verdi. Ağabeyi Musa “O zaman neden bu kadar ibadet yapıyorsunuz?” diye hayret etti Fetullah Verkanısi Hazretleri ise “Bunlar biz kullara emredildiği için yapılıyor, hepsi bu.” diyerek. bunun bir ödev bilinmesi gerektiğini hatırlattı. Fethullah Verkanisi Hazretlerinin Hacı Resul isminde kendilerine çok yakın bir müridi anlatyor: “Ben, Ramazan ayında şeyhimin yatağını serip kaldırmak, abdest suyunu hazırlamak gibi işlerle kendimi vazifeli kılmıştım. Bir gün Şeyhimin yanına geldiğimde odasından bir ses işittim ve hemen içeri girdim. Odada çenesi yamuklaşmış birinin Şeyhime yalvardığını gördüm. Şeyhim "Ben seni tanımıyorum," diyor adam ise: —Efendim, ben yan komşunuzum. Evlerden yemek dilenen fakir bir adam bugün sizin evinizden ekmek almış. Hanımım da fakirin ekmeğinizi aldığını görünce teberrük için ekmekten bir parça almış. Ben akşam eve geldiğimde ekmeği gördüm ve nereden geldiğini sordum, hanımım sizden teberrüken aldığını söyledi. Ben de terbiyesizlik edip: “O kimdir ki ekmeği teberrük olsun.” dedim ve kızdım.Sabah kalktığımda ağzımı böyle gördüm. Lütfen özrümü kabul edip beni affedin, diye yalvarıyordu. Sonra şeyhim: -Benim bir şeyden haberim yok, bunu Allah (c.c) yapmıştır, diyerek adama dua etti. Adam kısa bir müddette düzeldi.” Allahu Teâlâ, veli kullarına “dostum” demiştir, Onlar Allahu Teâlâ'nın himayesi altındadır. Hadisi kutside bildiriyor ki: “Her kim bir dostuma düşmanlık ederse, ben ona karşı harp ilân ederim. Kulum, kendisine emrettiğim farzlardan, bence daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık sağlayamaz. Kulum bana (farzlara ilâveten işlediği) nafile ibadetlerle durmadan yaklaşır, nihâyet ben onu severim. Kulumu sevince de (âdeta) ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden ne isterse, onu mutlaka veririm, bana sığınırsa, onu korurum. İşte bu Allahu Teâlâ'nın vadidir ve şüphesiz ki 0 vaadinden dönmez.
MUHABBET DOLU HİZMETLER VE CİHAT YILLARI
Tasavvuf; muhabbet ihlas ve teslimiyet kökleri uzerine kurulu olan manevi bir ilimdir. Muhabbet çekirdeğinin gönül toprağına yerleşmesiyle ihlâs ve teslimiyet kök salmaya başlar. Çekirdek olmazsa kök de olmaz. Bu yüzden muhabbeti elde etmeye çalışmalıdır. Muhabbet ise Allah yolunda hizmet etmekle ele geçer. Sâdât-ı Kiram'ın hayatlarına baktığımızda onların günümüz insanına nazaran çok zor şartlar altında hizmet ettiklerini, bu büyük hizmetlerinin neticesinde de şeyhlerine karşı yoğun muhabbet beslediklerini görürüz. Onlardaki muhabbetin emarelerinden biri mürşitlerine olan teslimiyetleridir. Bu sayede onlar, kalplerini dünyadan çözüp ahirete bağlamışlardır. Her işlerinde Allahu Tealâ'nın rızasını gözetmiş, dünyalık hiçbir menfaat beklemeyerek ihlâsın derecelerine ulaşmışlardır. Şeyh Fethullah Verkanisi Hazretleri de, üstadı Şeyh Abdurrahman-ı Taği'ye (k.s) karşı üstün bir muhabbet beslemiştir.
MUHABBET HARCININ KOYULDUĞU KÖPRÜ
Bir ara Murat Nehri'nin üzerinde Şeyh Abdurrahman-ı Taği Hazretleri ihtiyaca binaen bir köprü yapmak istedi. Başta Şeyh Fethullah Hazretleri olmak üzere tüm talebeler bütün gayretleri ile çalışıp köprüyü tamamladılar. Köprüyü yapma esnasında birçok zahmetlerle karşılaşıldığı halde hiçbir şikâyet gösterilmeksizin iş bitirilmişti. Şeyh Fethullah Hazretleri anlatıyor: “İşler o kadar zordu ki bazen takatsiz kalıyorduk, bilhassa kalın ve uzun ağaçları kesip mandalarla ormandan köprünün yanına kadar getirmek epey zamanımızı alıyordu. Bu zahmetli iş bitince hepimiz, insanlara iyi bir hizmet yaptık, diye sevinmiştik; ancak kış mevsimi geçip bahar gelince kar ve yağmur suları kopruyu yıkmıştı. Köprünün yıkılma haberi üstadı çok üzmüştü. Ben hemen üstadıma 'Üzülmeyiniz, inşallah yeniden daha güzelini ve daha sağlamını yaparız.' deyince üstadımın morali düzeldi ve o yıl yeni bir köprü daha yaptık.” Muhabbet, mürşidle olan birliktelik yıkılan koca köprüyü yeniden ve seve seve yapmaya teşvik ediyordu. Onlar bir taraftan halkın ihtiyacını karşılamak için köprü yaparken diğer taraftan da insanların hidayetine vesile oluyorlardı. Gittikleri yerlerdeki insanlar, onların hallerinden etkilenip Şeyh Abdurrahman-ı Taği'ye (k.s) intisap ediyorlardı. Öyle ki, köprü yapma çalışmasında ağaçlar bir köyden diğerine, oradan da Muş ovasına ve oradan da Çaçanin köyüne kadar bin bir zahmet ve güçlükle taşınıyordu. En son köy olan Çaçanin köyünün Mirza Han denilen bir imamı vardı. Bu imam, köprü işleriyle uğraşan Şeyh Fethullah Hazretlerinin çok sevildiğini duymuştu. Bu sevilen zatı merak edip yanına gitti. Tuhfetül Muhtac' isimli eserden sorular sormaya başladı. Sorulan her soruya Şeyh Fethullah Hazretlerinin mükemmel cevap vermesi üzerine, imam efendi bu zatın gerçekten övülmeye layık olduğunu anladı ve ardından Şeyh Fethullah Hazretlerine şöyle dedi: “Bizler Rus kâfirlerin zulmünden kaçıp buralara muhacir olarak geldik. Geldiğimiz ilk dönemler yörenin birçok tarikat şeyhi, kendilerine bağlanmamız için bize geldi; ancak tıpkı sizin gibi onları da sınadık ve hiçbirini kendisine bağlanmaya layık görmedik.
Seni ise gördük ki yalnız irşada değil, birçok başka işlere de layıksın, şu anda senin tarikatına girmek istiyoruz.” Şeyh Fethullah Hazretleri “Bu işe bizim gücümüz yok; ancak mademki tarikata girmek istiyorsunuz, o zaman şeyhim olan Üstadı Azam'a (k.s) gidin, kendisi şimdi köprünün üstündedir” dedi. İmam efendi bunu duyunca içinden “Kendisi böyle mükemmel olan bir âlimin şeyhi nasıldır kim bilir?” deyip bütün akrabaları ile birlikte hemen gidip Abdurrahman-ı Taği'ye (k.s) intisap ettiler. Gerçek muhabbet öyle kuvvetlidir ki, yıllar geçse, hatta kişinin mürşidi dünyasını değiştirmiş olsa bile, onda bir eksilme olmaz. Üstadı Abdurrahmanr-ı Taği (k.s) vefat etmiş, hakiki vuslata ermişti. Bu vefatın ardından Şeyh Fethullah Hazretleri gerek Abdurrahman-ı Taği'nin (k.s) yakınları gerekse bırakmış olduğu eserlerle yakından ilgileniyordu. Mürşidi ile birlikte yaptıkları köprünün bakım ve onarımlarını takip etmeyi asla ihmal etmezdi. Yıllar sonra köprünün bakıma ihtiyacı olduğu haberini almıştı. O da derhal işe koyuldu. Köprünün yakınında sürekli kalabileceği bir barınak yaptırdı, işleri bitene kadar da gece gündüz orada kaldı. Beklediği o geceler ve gündüzler boyunca mürşidiyle ilgili kim bilir ne hatıraları gözlerinde uçuştu, kim bilir ne özlemler kalbini tutuşturdu...
CİHAD YILLARI; BİR TARAFTAN NEFSE BİR TARAFTAN EHL-İ KÜFFARA KARŞI
Şeyh Fethullah Hazretleri ve öğrencileri savaşın hüküm sürdüğü, hizmetin çok zor olduğu dönemde yaşamışlar, hem vatan düşmanlarıyla hem de manevi düşmanlarla savaşmışlardı. Alimlerin cephede şehit, gazi olduğu 93 Harbi diye meşhur 1876 yılındaki Osmanlı-Rus Savaşı dahi hizmetten geri durmalarına neden olmamıştı. Bunun yanında toplum içindeki ayrılıkların engellenmesi, halkın kendi içinde bütünleşmesi adına çok çalışmışlardı. Zira Doğu Anadolu'yu sarsan bu savaş sebebiyle pek çok Müslüman göç etmek zorunda kalmış, bilmedikleri memleketlerde tanımadıkları insanlara uyum sağlamaya çalışmışlardı. Onların bu zor zamanlarını Şeyh Fethullah Hazretleri gibi zatlar aydınlatmışlardı. Bu kargaşa ve gaflet yıllarında tasavvufun o büyük âlimleri, Allahu Teâlâ'dan gafil olmamışlar, edeplere dahi her zaman hassasiyet göstermişlerdi. Rus savaşına dönemin alimleri birlikte katılmış, aynı cephede omuz omuza savaşmışlardı. Savaşa Şeyh Abdurrahman-ı Taği'nin (k.s) yaşayan tüm halifeleri de katılmıştı. Şeyh Fethullah Hazretleri, bu savaşta Seyyid Sıbgatullah-i Arvasi'nin (k.s) oğlu Şeyh Celaleddin ve halifelerinden Şeyh Halid el-oreki (k.s) ile beraber Motkan cephesine gitmişlerdi. Nesep ve tarikat olarak Kadiri olan Şeyh Habib ile anlaşarak Motkan köylerinin tümünü dolaşıp asker topladılar. İşte bu savaş sırasında zaman zaman Şeyh Fethullah Hazretleri, Şeyh Halid'in (k.s) çadırına her gelişinde, Şeyh Halid kendisine tam bir hürmet ve saygı gösteriyor, Şeyh Fethullah Hazretlerine yerini vermeye çalışıyordu. Şeyh Fethullah Hazretleri ona; “Efendim, beni mahcup ediyorsunuz, siz benim hem üstadımsınız, hem de şeyhimin yerindesiniz.” ifadesinde bulunduğunda, Şeyh Halid (k.s) ise: “Sana hürmet etmeme karışma, zira Seyyid Sıbgatullah-i Arvasi (k.s) bir gün bana şöyle dedi: 'Bedir ve Uhud Şehitlerine benden selam söyle. dolayısıyla bu savaşta şehit olacağımdan şüphe etmiyorum. Yine bana dedi ki: 'Tarikatımızda kâmil bir mürşit gelecek, nasıl diğer müceddidlere tarikat nisbet edilmiş ise, bu tarikat ona nisbet edilmeye layıktır" Ben kâmil zatların hareketlerini ve yüzünü inceliyorum, müjdelenen zatın senden başka kimsenin olmadığını görüyorum, bundan dolayı ben hayatta iken sana hizmet etmeyi, sonra da şehit olmayı istiyorum.” dedi. Neticede dileğine kavuştu, Şeyh Halid şehit düştü. Ermenilerin Müslümanlara zulmettiği o dönemlerde Müslümanlar, Ermenilerin köylerinden geçerken tedbirli olmaya çalışıyorlardı. Ama hizmet söz konusu olduğunda hiçbir şey onlara engel olmuyordu. Allahu Tealâ'ya olan tevekkülleri hat safhada idi. Bu sıkıntılı zamanlarda Şeyh Fethullah Hazretleri hizmetten geri durmuyor, köyleri irşada gidiyordu. Müntesipleri de onunla beraber onu korumak için silahlanıp gidiyorlardı. Bir gece uyumak için yatak serilince, şeyhin talebelerinden olan Molla Abdullah el Balıki de tabancasını çıkarıp hazırlamaya başladı. Şeyh ona “Ne yapıyorsun?” diye sordu. O da “Ben, lazım olduğunda kullanmak için silahımı hazırlıyorum.” diye cevap verdi. Şeyh “Benim Allahu Teâlâ'ya olan tevekkülüm, senin silalından daha kuvvetlidir ama sen yine düşündüğünü yap" dedi. Şeyh Fethullah Hazretleri hizmetin çok zor olduğu o yıllarda halkı irşad için çalışmıştı. Uzak beldelerden insanlar gelip ona intisap ediyorlardı. Yörede Rusların baskısından kaçıp yerleşmiş bir Çerkez koyü vardı. Bunlar Şeyh Fethullah Hazretlerinin büyük bir zat olduğunu biliyor ve ona karşı tam bir saygı duyuyorlardı. O topluluğun 'Kızılsaçlı Ahmet Bey' diye isimlendirilen bir liderleri vardı, ehlini ve kabilesini getirip tövbe ettirmişti. Bu Zat ister kış ister gece yarısı olsun yola düşer, Şeyh Hazretlerini ziyaret eder, sorularını sorup giderdi.
İKİ EVİN SEVABINA ORTAKLIK
Şeyh Fethullah Verkanisi Hazretleri hizmetleri sırasında toplumun her kesimine ulaşmaya çalışmış, hiç kimseye önyargı ile muamele etmemişti. Öyle ki cahil insanlara daha çok ehemmiyet ediyordu. Onların eğitime daha çok ihtiyaç duyduklarını, onlara hizmet etmenin Allah katında daha makbul olduğunu söylüyordu. Hatta bir gün Şeyh Fethullah Hazretlerinin hanımı bu durumdan şikâyet etti. Şeyh Fethullah Hazretlerinin ziyaretine bir adam gelmişti. Şeyhin hanımı tüm konuşmaları ve adamın cahilce tavırlarına pencereden şahit oldu, Adam gidince, hanımı şeyh hazretlerine “Seyda-i Taği'nin bütün halifeleri, hep güzel ahlaklı ve temiz, medeni insanlarla oturup kalkarken, sen neden cahil ve yarı vahşi insanların arasında yaşıyorsun?” diye sordu. Şeyh Fethullah Hazretleri cevaben: “Ben, o diri ve dünyevi cahilleri iki şeyden dolayı tercih ettim. Birincisi; amaç hidayettir. Onlar cehaletlerinden dolayı hidayete daha fazla muhtaçtırlar. Hidayetleri bizim ahiretimiz açısından daha faydalıdır. İkincisi ise, ben bütün memlekette iki evin sevabına ortağım. Şayet Allahu Tealâ benden bütün şeylerin bir kısmını kabul ederse, bu bana yeter” dedi. Şeyh Fethullah Hazretlerinin iki ev diye kastettiği Seyyid Sıbgatullah'ın (k.s) evinden Seyyid Hasan Seyda-i Taği'nin (k.s) evinden de Şeyh Muhammed Diyaüddin'in (k.s) kendi yanında hem ders alması hem de tasavvufi amel etmesi idi.
İMTİHANIN ARTACAĞI İŞARETİ
Şeyh Fethullah Hazretleri, Müslümanlara karşı çok merhametli idi. Onların refah içinde yaşaması için çaba gösterirdi. Savaş döneminde halkın içinde bazı ayrılıklar olmuştu. Mutki adındaki bir aile hükümete isyan etmiş askerler de onlardan epeyce kişiyi öldürmüştü. Onlar da askerleri ve bir yarbayı öldürdüler. Bundan dolayı askerler devamlı Mutkililere baskı yapıyorlardı. Duruma dayanamayan Mutkililer, Şeyh Fethullah Hazretlerine müracaat edip bir şeyler yapmalarını rica ettiler. Şeyh Fethullah da; Muhammed Sami Erzincani'ye (k.s) bir mektup yazarak durumu anlattı ve yapılabilecek bir şey varsa yapılmasını istedi. O esnada sultanın vekili olan müsteşar da Erzincan'da bulunmaktaydı. Şeyh Sami Efendisi mektubu okuduktan sonra istenilen şeyi yapmak için müsteşar ile konuşup Mutkililer üstündeki asker baskısını kaldırdı. Yine bir gün Mutkililerden bir adam geldi. Köyler arasında husumetin çıktığını, iki tarafın birbirlerine silah çektiğini, bir taraftan üç kişinin diğerinden de iki kişinin öldüğünü söyledi. Şeyh Fethullah Hazretleri bunu duyunca çok üzüldü. “İnsanlar birbirlerini acımasızca katledip haksızlık yaparken, padişahımız yerinde ne yapıyor acaba? Halk terk edilip unutulur mu?” dedikten sonra ellerini açtı ve şöyle dua etti: “Biz sultanımızdan razıyız, çünkü onlar nispeten adildirler. Allah Teâlâ'dan niyazım, bizleri 'şapka' diye adlandırılan bornozluların emirleri altına koymasın.” Bu duayı işiten talebeleri devamını şöyle anlatıyor: “Bizden hiç kimse şapkalı ve bornozluların kimler olabileceğini o anda bilemedik, ta ki Rus kâfirleri bu memlekette çoğalınca, bornozlarını gördük ve Şeyh Fethullah Hazretleri “İşte bunlardan bahsetmişti.” dedik. Sonradan ise hilafet kaldırılıp laiklik getirilince şapka mecburiyeti dayatıldı, bizden de giymemiz istendi. O zaman anladık ki bize anlatılan asıl bu imiş.” Şeyh Fethullah Hazretleri bir sohbetinde şapkadan bahseder ve şöyle dua eder: “Ey Rabbim! Bizi şapka zamanına bırakma” Burada şeyhin oğlu Muhammed Alaaddin diyor ki “Orada babama ben de şöyle sordum: 'Allahu Teâlâ Sultan Abdülhamit'ten razı olsun, öyle sefa ehli ve muaşeret ediyor ki, halkı cefa ehline bırakmış ve halk, kurtlar gibi birbirlerini yiyorlar. Babam üzerime bağırarak “Oğlum! Sen böyle söylüyorsun ama bir nebze bile olsa, rahat ve mutluluğunuz ancak onun zamanında olacak, ondan sonra ise rahat edebileceğinizi zannetmiyorum.” dedi. Gerçekten de öyle oldu. Sonraları devamlı üzüntü ve kınama altında eziliyorduk, fitne ve belalar gittikçe artıyordu.”
FETHULLAH VERKANİSİ HAZRETLERİNİN YETİŞTİRDİĞİ HALİFELER
1. MUHAMMED DİYAUDDİN: Muhammed Diyauddin Hazretleri 7 cemaziyülahır 1272 yılında (14 Şubat 1856) Bitlis'in Hizan kasabasının Usb köyürde doğmuştur. Babası Meşhur Seyda-i Taği yani Abdurrahman-ı Taği Hazretleridir. Kendisine Sıbgatullah-i Arvasi Hazretleri tarafından Hazret lakabı verildiğinden beri bu lakapla anılmaktadır. İlim tahsiline ilk olarak babasının yanında başlar, daha sonra Molla Mustafa et Halenzi el Bedevi'nin yanında medrese tahsilinin bir kısmını alır. Sonra kardeşi Molla Abdürrahim ile beraber Şeyh Fethullah Verkanisi Hazretlerinin yanında tedrisata devam ederler. Şeyh Fethullah Verkanisi Hazretleri Muhammed Diyauddin Hazretlerini çok kâmili mükemmil bir zat olarak yetiştirir. Muhammed Diyauddin Hazretleri 1889 yılında icazetini alarak İslamiyet'in emir ve yasaklarını anlatmakla vazifelendirilir. Muhammed Diyauddin Hazretleri 10 yıl Şeyh Fethullah Verkansi Hazretlerinin yaşadığı dönemde, 24 yıl da onun vefatından sonra tam 34 yıl talebe yetiştirdi ve insanlara İslamiyet'in emir ve yasaklarını anlattı. Kendisinin de bildirdiği üzere fıkıh konusunda da bir otorite hükmündeydi. Muhammed Diyauddin Hazretleri Hicri 1342 (1923/24) senesinin Recep ayının 17. Cuma günü vefat etmiştir. Merkad-i şerifi babası Abdurrahman-ı Taği (k.s) yanındadır. Muhammed Diyauddin Hazretleri bir evlilik yapmış Medine isimli eşinden dört oğlu ve bir kızı olmuştur. Muhammed Diyauddin Hazretleri ile ilgili daha çok bilgiye Nurşin Dergisi 16. sayıdan ulaşabilirsiniz.
2. SEYYİD HASAN ARVASİ: Seyyid Sıbgatullah-i Arvasi Hazretlerinin oğludur. Ne zaman ve nerede doğduğu tam olarak bilinmemektedir. Kendileri devamlı cezbe ve istiğrak haline vakıf olmasıyla tanınır. Onu tanımayanlar deli olduğunu zannederler. Devamlı elbisesinin yakası açık, etekleri yerlerde sürünür bir halde gezer; çocuklarla, delillerle sohbet edip şakalaşır. İlk olarak abisi Seyyid Nur Muhammed'in yanında amel etmiş. Abisinin vefatından sonra Şeyh Fethullah Verkanisi Hazretlerine intisap edip hilafet alıncaya kadar hizmetinde bulunmuştur. Bir gün Bitlis'e yeni bir vali tayin edilir. Bu valiye de Seyyid Sıbgatullah-i Arvasi Hazretlerinin evleri, hayvanları ve toprakları olduğu hâlde hükümetin vergi almadığı şikayeti ulaşır. Bu şikayet karşısında vali: “Onları ziyaret ederiz, gerçekten müstahak iseler biz de vergi almayız, eğer değillerse onlardan da vergi alırız.” der ve vali Kontrol için bir grupla Gayda'ya gitmeye hazırlanır ve oraya haber gönderir, Seyyid Hasan'ın yanındaki müntesipler ona: “Vali ve askeri erkândan bir grup buraya gelecekter, lütfen bu eski püskü elbiselerinizi üzerinizden çıkarın gelenleri karşılamaya layık bir şeyler giyinin” diye ısrarla ricada bulunurlar. Seyyid Hasan dayanamayıp kabul eder elbiselerini değiştirip onları karşılamak üzere dışan çıkar ve bekler. Bekleyiş uzun sürdüğünden epey sıkılır ve evine dönerek eski elbiselerini giyip dışarı çıkar. Vali ve heyeti köye gelir, orada her kesimden büyük bir topluluğun o eski elbiseler içindeki Seyyid Hasan'ın önünde tam bir saygıyla durup beklediklerini görünce Seyyid Hasan'ın gerçekten ehlullahtan bir zat olduğuna inanır ve der ki: “Bizden evvelkiler şimdiye kadar nasıl vergi almamışlarsa biz de almayacağız.” Bu olay, Kudüs'ün Fethi'nde Hz. Ömer'in üzerinde bulunan elbisedeki tam on iki yamalı hâline benzer ki orada bulunan herkes de bu durum karşısında tam bir şaşkınlığa uğraşmışlardı. Hz. Ömer onların karşısına çıkmadan önce kendisine: “Mü'minlerin emirinin bu insanların karşısına böyle elbiselerle çıkması yakışmaz, lütfen yanımızda getirdiğimiz şu güzel elbiseleri giyin.” diyen arkadaşlarının sözlerini kırmamış, elbiselerini yenileri ile değiştirip devesinden de inerek ata binmişti. Bu minval üzere bir müddet gittikten sonra tekrar eski elbiselerini giyip eski devesine biner. Ardından Kudüs'e girince de tam bir itaatle herkes kendisine ram olmuştu. Seyyid Hasan, hilafet aldıktan sonra büyüklerinin yerine kendisi oturur ve Gavs-ı Azam'ın (k.s) tekkesini mükemmel bir irşat, tam bir muhabbetle güzel bir düzene sokup yeniden canlandırır. Gavs'ın (k.s) torunu Seyyid Muhammed Reşid anlatıyor.
“Şeyh Fethullah Verkansi Hazretleri, Seyyid Hasan'a irşat ve teveccüh izni verince ona dedi ki “Seyyid Hasan, iyi bil ki, irşatta insanlar ve cinler arasında fark yoktur.” Bu ifadeden sonra Seyyid Hasan'ın cinlere olan irşadı insanlarla olandan daha fazla konuşulur oldu. Seyyid Hasan'ın merkadi ecdatlarının yeri olan Gayda köyünün Gire Habreşu tepesindedir. Oğlu Seyyid Abdullah'ın, Seyyid Ahmed ve Seyyıd Enver adında iki oğlu oldu ve her ikisinin de nesli devam etmektedir.
3. SEYYİD ABDÜLGAFFAR ARVASİ: Babası Seyyid Şerif Arvasi, dedesi Gavs'ın (k.s) kardeşi olan Seyyid Abdülgaffar Arvasi'dir. Hem ilimde hem de tasavvufta Şeyh Fethullah Verkanisi Hazretlerinden icazet ve hilafet alır. Zamanının büyük âlimlerindendi. Bitlis'in Mermudiye mahallesinin sakinleri bu zatı mahalle camilerinde devamlı vaaz vermesi için Şeyh Fethullah Verkanisi Hazretlerinden rica ederler, kendileri de buna izin verip Seyyid Abdülgaffar Arvasi'yi camiye tayin etmiştir. Mükemmel bir ilim ve o denli bir belagata sahip olduğundan sohbetlerine her kesimden birçok insan toplanırdı. Kürsüde Beydavi tefsirini açıyor ve insanlara ayetlerin tefsirlerini o ana kadar cemaatten kimsenin hiçbir yerde duymadıkları bir mükemmellikte yapıyor ve halkı saatlerce dinlettiği hâlde, insanlar zamanın nasıl geçtiğinin farkına varamıyorlardı. Üstadı olan Şeyh Fethullah Verkanisi Hazretlerine muhabbeti son derece yüksek idi, öyle ki Şeyh Fethullah Verkanisi Hazretleri öldükten sonra kabrini ziyarete gidemiyordu. Gidenleri gördüğünde ise onlara: “Lütfen benim için de dua edin.” diyordu. Seyyid Abdülğaffar, Gavs'ın (k.s) kızı Kudret hanımla evli olduğundan, Gavs'ın (k.s) damadıydı. Seyyid Abdülğaffar, 1. Dünya Savaşı'nda Ruslar Bitlis'e geldiklerinde o da Süreym isimli köye gitmiş ve bu köyde yapılan savaşta şehit düşmüştür. O anda köyün mezarlığına defnedilmiştir. O savaştaki şehitlerin çokluğundan dolayı kabir yeri sonradan tespit edilememiştir. Seyyid Abdülğaffar'ın birçok çocuğu olmuş ve bunların nesilleri hâlen devam etmektedir. En büyük oğlu Seyyid Muhammed Hafid'in Seyyid Halis ismindeki oğlunun Seyyid Hasan isminde âlim ve fazıl bir oğlu var ve O da tedrisat ile iştigal ediyor.
4. MOLLA AHMED KARAKÖY: Abbasilerden olduğu söylenen bir ailenin oğludur. Karaköy'de doğar. Babası Molla İsa'dır. Molla Ahmed, son derece mütevazı, salih ve tasavvufa bağlı bir kişiydi. İlim tahsilini önceleri babasının yanında yapar, ardından Şeyh Fethullah Verkansi Hazretlerinin yanında devam edip onda ilmini tamamlar ve icazetini alır. Tasavvufi amelini de Şeyh Fethullah Verkansi Hazretlerinin yanında yapar. Amelini yaparken de her sene Ramazan ayının başında şeyhinin yanına gelir ve bayrama kadar onun yanında kalırdı. Şeyh Fethullah Verkanisi Hazretleri de bu zat için: “Eğer zamanımızda halis, kâmil bir Nakşibendi kalmışsa o da Molla Ahmed'tir” derdi. Molla Ahmed, hilafet zamanı geldiğinde kendilerine bu teklif edilince aşırı takvasından dolayı, önce kabul etmek istemez ve “Ben bu göreve hazır değilim” der. Ancak Şeyh Fethullah Verkanisi Hazretlerinin vefatına yakın kabul eder. Muhammed Diyauddin Hazretleri kendisine: “Önce neden hilafeti kabul etmedin de sonra kabul ettin?” der. Molla Ahmed de cevaben: “Aslında kabul etmiştim, fakat ben o dönem orta yaşta biriydim, bu büyük yükün altından kalkamazdım, ezilirdim.” dedi. Hazret (k.s) tekrar: "O zaman neden öyle söyledin de şimdi de böyle söylüyorsun?” dedi. Molla Ahmed: “Kabul etmeseydim, sonra Hazret'e (k.s) teslim olup, tüm amelleri yeniden yapmaya kalkacaktım ki buna da artık gücüm yetmiyor. Görevleri yapmadığım takdirde de insanlar bana: “Sen inkârcısın.” diyeceklerdi. Bu nedenlerden dolayı da Şeyh Fethullah Verkansi Hazretlerinden izni kabul ettim.” dedi. Molla Ahmed 1. Dünya Savaşı'nda herkes gibi hicret eder ve Mardin ilinin Gercüş ilçesinin Ermuni isimli köyüne yerleşir ve orada da vefat eder. Seyh Ahmed, amcasının kızı Zümrete Hanım ile evlenir ve bu evlilikten birçok çocuğu olur, bunlar:
1-Muhammed (Erzurum'da Şeyh Ahmed Taşkesenli'nin medresesinin müderrisi ve halifesi olur.) 2-Şeyh Mahmud (Hazret'in (k.s) halifesi) 3-Molla Alâeddin 4-Molla Halid (Ağabeyi olan Şeyh Mahmudi. - Karaköyi'nin halifesidir.)
5. MOLLA ÖMER EL HOROSİ: İyi bir insan ve birçok akranından daha üstün bir mevkide idi. Molla Ömer el Horosi, bir gün hacca gitmek ister ve Şeyh Fethullah Verkanisi Hazretlerinden izin almak için onu ziyaret eder ve üstadının onu unutmasından korktuğu için kendisini unutmamasını rica eder. Şeyh Fethullah Verkanisi Hazretleri de evinde bulunan bir güvercini göstererek: “Seni unutmamak için ismini bu güvercine vereceğim.” der ve ardından Şeyh Fethullah Verkansi Hazretleri o güvercini devamlı “el -Ömer” diye çağırır. Molla Ömer el Horosi yola çıkmadan kısa bir süre önce üstadına: “Hac görevimizi tam yapabilmemiz için lütfen bir Hac risalesi yazın.” diye de rica eder. Şeyh Fethullah Verkanisi Hazretleri de Hac risalesini işte o zaman yazar. Molla Ömer daha sonraki yıllarda Van şehrine göç eder. Şeyh Fethullah Verkanisi Hazretlerinin vefatından kısa bir süre sonra da vefat eder. Ardından Abdurrahman adında bir oğlu kalır. Onu babasının vefatından sonra resmi bir okula kaydederler ve O da orduda yüzbaşı rütbesine kadar yükselir. Fakat o yıllarda haksız bir şekilde hapse atılır. Hapiste iken Şeyh Fethullah Verkanisi Hazretlerinin oğlu Şeyh Alaadeddin'e uzun bir mektup gönderir. Mektubun sonunda şunları yazar” Kim babasının giydiği elbiseden başka bir elbise giyerse, bir zaman gelir o elbisede ölümü temenni eder.” Bir müddet sonra serbest bırakılır ve çıkar Şam'a gider ve orada da vefat eder.
6. MOLLA HASAN-İ ÂDEMİ: Bu zat hakkında bütün bilinen, evini önce Şam'a götürür, bir müddet sonra da Medine-i Münevvere'ye gider ve orada vefat eder. Şam'da müridleri var olduğu söyleniyor. Nesli hususunda bir bilgi bulunmamaktadır.
TEN ESARETİNDEN RUH HÜRRİYETİNE
Hz. Mevlana'ya dünya nedir?” diye sorulduğunda "Ruhlar hapishanesidir!” diye cevap verir ve ekler: “Ben iş görmek ve halkı irşad etmek vazifesiyle mükellef olduğum için dünya hapishanesinde bulunuyorum. Yoksa zindan nerede, ben neredeyim? Kimin malını çalmışım ki, mahbusum?” Dünyada atılan her adım, arzu edilen menzile biraz daha yaklaştırır. Alınan her nefes, dünyadaki vaktimizi tüketir. Havuzdaki suyun buharlaşıp kaybolması gibi, sessiz sedasız alınan her nefesle ömür de zamanını tamamlar. Manevi mayası cennet eczasından olanlar cennete; cehennemin eczasından olanlar cehenneme gider. Allah Tealâ'nın veli kullarından olan Fethullah Verkanisi Hazretleri de Allah Teâlâ'dan kendilerine verilen bu kutlu vazife şuuru ile her nefesini emr-i bi'l ma'rüf ve nehy-i anil münker yani iyiliği emredıp, kötülükten men etmekte kullandı. Ömrü boyunca insanların ilminden faydalanması ve islami tebliğin her yere yayılabilmesi için, Allah Teâlâ'dan uzun ömür niyazında bulunuyordu. Ancak son zamanlarda insanların Allah'a olan itaatsiz tutumları onu yere düşürmüştü. Bilhassa defaatle uyarmasına rağmen yakın bir köyde yapılan düğünde haram işlenerek kadın-erkek iç içe oyunlar oynayıp, tesettüre de riayet edilmemesi, Şeyh Fethullah (k.s) çok üzmüş insanlara faydalı olamadığı takdirde hayatta kalmasının da değeri olmadığını düşünüp “Ya Rabbi! Fethullah'ın canını al.” diye dua etmiş, duası kabul olup genç denebilecek bir yaşta vefat etmişti. Fethullah Verkanisi Hazretleri ölümünden üç yıl kadar önce şöyle bir rüya görmüştü. Hz. İsa ölmüş, kefenlenmiş ve Fethullah Verkanisi Hazretlerinin mescidinin kapısı önündeki musalla taşının üzerine konmuştu. Cenazenin başında kalabalık bir cemaat toplanmıştı. Bu sırada “Biriniz Şeyh Hazretlerine gidip onu çağırsın ve Şeyh Hazretleri gelip cenaze namazını kılsın da onu defnetsinler.” diye bir ses duyuldu. Az sonra Fethullah Verkanisi Hazretleri gelerek cenazenin başucuna geçti, yüzünü açıp baktı ve arkasından cenaze defnedildi. Fethullah Verkanisi Hazretleri bu rüyayı açık açık yorumlamadı sadece “Allah hayırlı eylesin.” diyerek vakıf olduğu sırrı o zamanlar kimseye ifşa etmedi. Fethullah Verkanisi Hazretleri, velileri Hz. İsa'ya benzetirdi. Nasıl ki Hz İsa elinin bir dokunuşu ile yatalak hastaları iyileştiriyor idiyse, kâmil ve kemale erdirici veli de tıpkı bunun gibi, himmetleri ile kalp hastalıklarını tedavi ediyordu. Buna göre Hz. İsa'nın ölümü, kâmil ve kemale erdirici bir velinin ölümüne ve Fethullah Verkanisi Hazretlerinin onun cenazesinin yanına gelmesi de bu velinin kendisi olduğuna işaret idi. Çünkü döneminde onun kadar Hz. İsa'ya benzer biri Ramazan ayının son günü sabah namazından sonraydı. Fethullah Verkanisi Hazretleri evine geldi. Yanmakta olan ateşin karşısına geçti. Eşi Tayyibe Hanım'a şunları söyledi: “Yıllar önce böyle bir gece vakti velilerin sultanı Şeyh Abdülkadir Geylâni Hazretlerine manevi âlemden bir ses: “Ben mübarek ramazan ayıyım, seninle vedalaşmaya geldim. Çünkü bu seninle son buluşmamızdır.” demiş. Gerçekten de Şeyh Abdülkadir Geylani Hazretleri ertesi yıl ramazan ayına ulaşamamış.” Fethullah Verkanisi Hazretleri de bu yüzden olsa gerek, ömrünün son ramazan ayında kendisini her şeyden daha ziyade ibadete vermişti. Belki de bununla ahiret yolculuğunu işaret ediyordu ama zahirde görünen durum Peygamber Efendimizin (s.a.v) son ramazan ayında yaptığı gibi vaktini ibadetle geçiriyor, itikâfa giriyordu. Ertesi yıl ramazan ayı gelmeden de kendisi vefat etmişti. Bir önceki ramazan ayının son günü eşine söylemiş olduğu sözler belki de ramazan ayının kendisine gelerek vedalaştığına işaret idi. O dönemde Fethullah Verkanisi Hazretlerinin halifesi olan Muhammed Diyauddin Hazretlerinin yanında bazı zatlar amel ediyorlardı. İçlerinden bir kısmı amellerini tamamlamak üzereydi. Şevval ayının sonlarında Muhammed Diyauddin Hazretleri hocası Şeyh Fethullah'ın yanına gelip amel eden zatlardan birine hilafet verip veremeyeceğini sordu. Şeyh Fethullah “Bu iş sonbahara kalsın, o zaman mesele senin için daha kolay olur.” diye cevap verdi.
Bu cevabı ile Rabb'ine kavuşmak üzere olduğuna ve onun ölümü ile Muhammed Diyauddin Hazretlerinin bağımsız hâle geleceği için o konuda karar verme yetkisinin eline geçeceğine işaret etmiş oldu. Ölümünden iki ay kadar önce Muhammed Diyauddin Hazretlerine yazdığı mektup üzerindeki kelimelerden daha fazlasını ifade ediyordu. Fethullah Verkanisi Hazretleri mektubun giriş kısmını "Hamd, yalnız kendi veçhi kalıcı olan ve sadece kendi mülkü devamlı olan Allah'a mahsustur.” şeklinde yazmıştı. Oysa daha önceki mektuplarının giriş kısmını “Hamd, âlemlerin Rabb'ine mahsustur.” şeklinde yazardı. Hazret bu mektubu okuyunca ağlamaya başladı artık üstadının bu dünyadan darül beka'ya göçeceğini anlamıştı. Fethullah Verkanisi Hazretleri o yıl eşine "Bu yıl hem bizim evimiz ve hem de şeyhimin evi için musibet yılı olacak" dedi. Çünkü kutupların ölümü Müslümanlar için musibettir. Ayrıca işaret ettiği üzere o yıl şeyhinin ailesinin başına başka musibetler de gelmiştir. Sayılı günler birer birer geçmiş cemaziyeleevel ayına gelinmişti. Fethullah Verkanisi Hazretleririn hastalığı şiddetini iyice arttırmıştı. O günlerde Resül-i Ekrem (s.a.v) hakkında yazılmış olan “El Mevahibü'l Edümiye” adlı eseri şeri ile birlikte okumaya başladı. Önce kitabın birinci cildini ele almıştı. Ölümünden yedi gün kadar önce eşine “Lambayı tut da bu kitabı bitireyim, böylece onu tamamlayamama endişesi kalbimde kalmasın” dedi. Kitabın birinci cildini bitirince “Bana bir sonraki cildi verin.” dedi. Kendisine ikinci cildi verdiler. Fakat o sırada kitabı tutacak kadar bile gücü kalmamıştı. Kitabı yüzü hizasında tuttular, o da böylelikle okuyabildi. Kitaptan okuduğu son cümleler şunlardı: “Allah'ın emri kazasına göre ve kazası da kaderi uyarınca yürürlüğe girer, Buna göre her kazanın bir kaderi, her kaderin bir süresi (eceli) ve her sürenin (ecelin) bir kitabı (yazısı) vardır. Allah dilediği yazıyı siler ve dilediğini bırakır. Ana kitap O'nun katındadır." Daha önceleri âdeti olmadığı halde son hastalığı sırasında büyük bir İstekle cezbe ve istiğrak uyandıran beyitler okuyordu. Bir gün şöyle dedi; “Ben Allah'a kavuşmayı tercih ederim, kalbim de nefsimle birlikte kalmaz. Fakat kalbime akıtılmış olan ilâhi ahkâmın ve büyüklerimizden bana intikal etmiş olan yüce Nakşibendiliğin sırlarının, erbabına ulaşamadan içimde saklı kalmasına üzülüyorum. Öyle ya insanların onlardan öğreneceği daha ne çok şey vardı, perdenin ardında kalan daha ne çok şey kör olmuş gözlere, kalplere tasvir edilecekti... Son hastalığı sırasında Pernaşin köyünde kalmak istedi. Oysa burada ailesinden hiç kimse oturmuyordu. Sebebini soranlara “Ailemden uzakken Rabbime kavuşmak ve şu bakımsız odalarda Mevlama doğru yola çıkmak istiyor ve bir yatak ile zaruri birkaç eşyadan başka yanımda hiçbir şey bulunmamasını arzu ediyorum.” cevabını verdi. Nitekim ömrü boyunca yolundan hiç ayrılmadığı
Peygamber Efendimiz (s.a.v) böyle yapmıştı. Sözünü ettiği yatakla birkaç zaruri eşyayı da bir köylüden ödünç almıştı. Böylece sevgilisine hem batıni ve hem de zahiri bir sadelik ve tezellül içinde varmak istiyordu. Çünkü tezellül, yoksulluk ve reca hâli, arifi Allah'a yaklaştıracak en önemli vesiledir. Fakat ilâhi hikmet, onu bu tercihine rağmen, hastalığının sonlarında Bitlis şehrine çekmiştir. Sebebini Allah bilir. Bir gün hasta yatağında mübarek dudaklarından usulca “Ben şu günlerde senin sevdiğin ve istediğin şekilde fani oldum.” sözleri döküldü. Bu sözleri ile kemali tamamladığına işaret etmek istemişti. Zaten kemal tamama erince Mevlâ kulunu buluşmaya ve kavuşmaya çağırır. Son hastalığı sırasında ne farz ve ne de sünnet namazlarla ilgili hiçbir şeriat adabını terk etmemiş, hatta daha önceki adeti uyarınca ne bir namaz sünnetini ve ne de azaları üçer kere yıkamak gibi bir abdest sünnetini ihmal etmedi. Bir gün iki tulu vakti arasında evrad-u ezkar, murakabe ve rabıta ile meşgul olduktan sonra güneş doğunca mübarek yüzünü kıbleden döndürüp yatağına uzandı ve hemen arkasından şöyle dedi: “Ey azamet ve celâl sahibi olan Allah, kıbleye dönüp seninle meşgul olduğum ve senin dışında kalan her şeyden yüz çevirmiş bulunduğum sürece vücudumda hiçbir acı hissetmiyordum. Fakat kendimi yatağıma atarak yatmaya hazırlanınca eski ağrılarım oldukları gibi geri geldi.” Kendi kanaatine göre ağrılarının şiddetinden dolayı nisbetin hazzını yeterince kalbinde duyamıyordu. Bu yüzden bir doktor çağırttı. Doktor gelince ona şöyle dedi: “Vallahi, seni iyileşmeme sebep olasın diye çağırmadım. Çünkü ben öleceğimi, Allah'a kavuşacağımı kesinlikle anladım. Seni sancımı hafifletesin de Mevlâmı murakabe edebileyim diye çağırdım.” Nitekim bu konudaki arzusu gerçekleşti ve doktor ağrılarının hafiflemesine sebep oldu. Bu yüzden ona çok dua etti. Kendisine “Allah sana şifa versin.” diyenlere “Öyle diyeceğinize “Allah hayırlısını yapsın. deyiniz.” diyordu. Ağrıları şiddetlenince şöyle derdi: “Mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunan Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim.” Bu sözleri ile acıya razı olduğunu, Allah'ın mülkü olduğunu ve bu sıfatın makamların en yücesi olduğunu belirtmek isterdi. Sık sık Yunus Aleyhisselâm'ın tesbihini okurdu. O sıralarda bağlılarından biri “Efendim siz giderseniz, biz sizden sonra ne yaparız?” deyince ona “Şeyh Abdülkadir Hazretlerinin ölümünden sonra bağlılarına tasarrufu hayattayken ki tasarrufundan daha fazladır.” diye cevap verdi. Bu sözleri ile belirti ki, bağlılar üzerindeki tasarrufu hayattayken olduğuna nazaran, öldükten sonra daha çoktur. Tıpkı Abdülkadir Geylani Hazretleri gibi... Çünkü kemale erdirici arif, kılıca benzer. Bilindiği gibi kılıç, kınından çıkmadıkça kesmez. İnsan vücudu ise kılıcın kını gibidir. Son günlerinde kendisini ziyarete gelenlere karşı çok hassas davranıyor, herkesin verdiği selâmı titizlikle alıyordu. Her birine müşfik ve lütufkar gözlerle bakıyor, zorlanmasına rağmen onlarla konuşmaya çalışıyordu. Bağlılarının hepsinin kendisini görmeye gelmesini istiyordu. Bu arada dünya işlerini bahane ederek kendisine geç gelenlere ise sitem ediyordu. Abdülkadir Geylani Hazretlerinin sülâlesinden gelen Şeyh Habib ve Şeyh Abdurrezzak'tan “Size ve atalarınıza, özellikle en büyük atanız Muhammed Mustafa'ya, ayrıca annelerine ve özellikle en büyük anneniz Fatıma Hazretlerine sığınırım” sözleriyle şefaat diledi. Çünkü kulluk makamının özelliği uyarınca, nefsini gerçek sevgiliye karşı O'na yaraşacak nitelikteki amel bakımından eksik ve yetersiz görüyordu. Şeyhi Abdurrahman-ı Taği Hazretlerinin ailesine ve bağlılarına karşı muhabbeti o günlerde daha da arttı. Şeyhinin oğlu ve gözümüzün nuru Muhammed Diyaüddin Hazretleri ölümünden dört gün önce ziyaretine gelince ona: "Hoş, safa geldin. Başım ve gözüm üzerine. Babamın başı ve gözü üzerine. Ey benim din ve dünya dileğim!” diye karşıladı ve bu sözleri üst üste birkaç sefer tekrarladı.
Hastalığının sonlarına doğru oğullarının üzüntüsünü görüp canı sıkılmasın ve bunun sonucu olarak kısa bir süre için bile olsa Allah'tan gafil kalmasın diye onlara bakmıyor ve iltifat etmiyordu. Ölümüne yakın sadaka verilmesini emretti. Bağlıları onun bu emrini şifa arzusuna bağladılar. Oysa o sadaka verdirmekle aslında bir an önce Rabbine kavuşmayı istiyordu. Nitekim Gavs-ı Hizan Hazretleri de son hastalığı sırasında öyle yapmıştı. Aile mensuplarına “Eğer yolumdan yürürseniz Allah Teâlâ işlerinizi üstlenir, buna karşılık yolumdan çıkarsanız Allah Teâlâ'dan iyi muamele göremezsiniz.” dedi. Bu sözleri ile yolundan yürüyenleri, Allah'ı ve Resul-i Ekrem'i (s.a.v) sevip itaat etmelerinden dolayı teşvik etmek için Allah Teâlâ'nın onları başarılı kılacağına işaret etti. Oğlu Alâeddin'e mümkün oldukca âlimlerle sık sık sohbet etmesini söyledi. Çünkü bilgiyi geliştirip cahilliği yok etmeye karşı büyük bir tutkusu vardı. Ölümünden sonra her yıl biri kendi adına, öbürü de şeyhi adına olmak üzere iki kurban kesilmesini ve kendi adına hacca gidilmesini vasiyet etti. Oysa daha önce şeyhi ile birlikte hacca gitmişti. Bu vasiyetinin sebebi şeriatın emirleri konusundaki titizliği idi. Çünkü bir ara hacca gitmeyi arzu etmiş olduğu için bu arzusunun vekâlet yolu ile gerçekleşmesini istedi. Son olarak da "Ne koma hâlimle, ne yıkanmamla ve ne de toprağa verilmemle ilgili hiçbir sünneti ihmal etmeyiniz.” vasiyetinde bulundu. Vefat edeceği gün oğlu Aldeddin'in ve talebelerinin karşısında oturmuş için için ağladıklarını görünce “Ağlamayınız. Eğer Allah bana şifa verirse babanız benim. Değilse babanız Şeyh Muhammed Diyaüddin'dir, onun insafı, tüm insanların insaflarının toplamından daha fazladır.” dedi. Pazartesi gecesi bir ara çok ağırlaşmıştı. Hatta o kadar ki, mübarek aklı bile başından kaybolduğu için o gece öleceği sanılmıştı. Fakat kendine gelınce “Bu gece pazartesi gecesi mi, yoksa salı gecesi mi?” diye sordu. Kendisine pazartesi gecesi olduğu söylenince başında bekleyenlere “O zaman dağılın, bu gece kesinlikle bir şey olmayacak.” dedi ve bunun üzerine yanındakiler o gece dağılıp evlerine gittiler. Vefat edeceği gün sabahtan itibaren hep kıbleye dönük durumda sağ yanına yatarak Rabbine kavuşmaya kendini hazır bulundurdu. Çünkü Allah'a kavuşmayı, O'nun huzuruna varmayı büyük bir özlemle bekliyordu. Bu arada sağ yanı üzerinde yatmaktan yorulunca sol yanına dönüp bir süre dinlendikten sonra yine sağ yanına dönüyordu. Ölümünden beş saat kadar önce Muhammed Diyaüddin Hazretleri “Abdurrahman-ı Taği Hazretleri de ölümüne yakın şeyhimiz gibi kendinden geçip, aklını yitirir gibi olmuştu. Fakat o zaman onun başında çok güçlü olarak şeyhimiz bulunduğu için üstadı kendine getirmişti. Bizim ise böyle bir gücümüz yok. Bu yüzden Şeyh Hazretleri, bizim uyarmamızı beklemeden kendisini uyanık tutmalıdır.” deyince Fethullah Verkanisi Hazretleri “Ruhun yeri derinlerdedir, henüz vakit var.” diye cevap vererek Allah Teâlâ'nın kendisini istenen şeye muvaffak kılacağına işaret etti. Artık vakit gelmişti... Ruh ten esaretinden kurtulacaktı... Misvakını isteyip dişlerini misvakladı. Yanındakilere Yasin suresini okumalarını söyledi, onlarla birlikte o da Yasin suresini okudu. Sure bittikten sonra mübarek dudaklarından kelime-i şahadet sözleri döküldü ardından kendi kendine kıbleye döndü ve sevgilisine kavuşuverdi. Vefat ettiğinde 53 yaşındaydı. Takvimler M, 1899/ H.1317 senesinin cemaziyel evvel ayının 21'ini gösteriyordu. Fethullah Verkanisi Hazretlerinin Gavs-ı Hizan Hazretlerinin bağlılılarından olan yakın bir dostu vardı. Bu dostuna çok önem verir, onu çok severdi. Vefat edeceği gece ona şunları söylemişti: “Sana bir şey anlatacağım, ama söylediklerimi ben ölünceye kadar hiç kimseye anlatma. Gavs-ı Hizan Hazretleri ile Seyda-i Taği Hazretleri gayet nurlu elbiseler içinde bana geldiler. Gavs-ı Hizan Hazretleri “Hangi gece Rabbine kavuşmak istersin?" diye sordu. Kendisine “Salı gecesi.” diye cevap verdim. Gavs Hazretleri: "Niye o geceyi istiyorsun? Oysa cuma gecesinin ne kadar faziletli olduğunu sen de bilirsin. Bu yüzden birçok veliler o gece ölmeyi istemişlerdir." dedi. Ona dedim ki; “Ben hayatım boyunca hiçbir sözümde, hiçbir davranış ve tutumumda Peygamberimizin izinden ayrılmadım. İşte bunun için salı gecesi ölüp salı günü toprağa girmek isterim. Bu sözlerim üzerine Gavs-ı Hizan Hazretleri bana 'Peki, senin dediğin gibi olsun.” dedikten sonra her ikisi de gittiler.” Nitekim Fethullah Verkanisi Hazretlerinin bu isteği aynen gerçekleşti. Resül-i Ekrem (s.a.v) gibi cenazesi salı günü öğle ile ikindi arasında toprağa verildi. O zat, o gece Fethullah Verkanisi Hazretlerinin sözleri bitince yanından ayrılmıştı. Yolda giderken hayli düşünceliydi. Şeyh Hazretleri bu olayı anlatmış; ayrıca öleceğine işaret eden başka sözler de söylemişti. Oysa mübarek çehresinde ölecek gibi bir belirti göremediği için inkârcıların bu sözleri duymalarından ve Şeyh Hazretleri iyileşince bu sözleri bahane ederek daha şiddetli birer inkârcı olmalarından endişe ediyordu. Fakat sonra düşündü ki, Şeyh Hazretleri ancak ilhama dayanarak konuşur. Her şeye rağmen bekledi. O gece her tarafı koyu bir karanlık sarınca bu durumun onun ölümünden ileri geldiğini kesinlikle anladı. Bu yüzden o gece gözüne hiç uyku girmedi. Gün açar açmaz Şeyh Hazretlerinin evine koşunca her şeyin onun kalbine ilham edildiği gibi olup bittiğini gördü. Fethullah Verkanisi Hazretlerinin mübarek bedeni vuslata yaklaştıkça daha güzelleşmiş ve parlak bir görüntü kazanmıştı. Vücudu kefene sarılıp da sadece dışarıda kalan elini görenler elinin güzelliğine hayran kaldılar. Cenazesini Abdurrahman-ı Taği Hazretlerinin halifelerinden Molla İbrahim-i Neykini Abdullah El Balıki'nin yardımı ile yıkandı. Mübarek bedeni vefatından on gün kadar önce işaret ettiği yere, evinin yanı başında toprağa verildi. Cenaze namazı âlimlerden, şeyhlerden, halifelerden, askeri ve mülki erkândan oluşan seller gibi akan bir cemaatle kılındı. Definden sonra Molla Muhammed Emin ayağa kalkıp Allah'a hamd-ü senadan sonra, Fethullah Verkanisi Hazretlerini tayık olduğu bir şekilde methettikten sonra şu hadiseyi anlattı: “Bir gün bir kitapta İmam-ı Malik'in mezhebine mensup Şeyh Nasır el Lakkari'nin hayatını gördüm. Bu zat vefat edince, güzelce hazırlanıp defnedilmiş; ertesi gün bazı ehli keşif, onun için şöyle demişler: "Sorgu melekleri yanına gelip: 'Rabbin kimdir? diye sormuşlar. O anda İmam-ı Malik'in ruhaniyeti huzura gelip; 'Bu zattan neyi soruyorsunuz? O ömrünü İslam dininde ve mezhebinde geçirmiştir.” demiş ve melekler bu cevapla ikna olup gitmişler. Kesinlikle bilin ki; İmam-ı Şafii'nin ruhaniyeti de huzura gelip şeyhi savunacaktır, bu gerçektir; çünkü şeyh buna layıktır.” diyerek konuşmasını bitirdi. Bu olay, aynen Hz Ömer'in (ra) vefatında yaşanan hadiseye eşti, Hz Alinin rivayetine göre, münker ve nekir Hazreti Ömer'in mezarına gelip “Rabbin kim, dinin ne, Peygamberin kim?” diye sorunca Hazreti Ömer onlara nereden geldiklerini sorar. Melekler gökten geldiklerini söylerler. Hazreti Ömer “Siz oradan gelene kadar Allah'ı unutmadınız da ben bugün evimden çıkıp mezarıma gelinceye kadar Rabbimi, dinimi, Peygamberimi unutur muyum?” der. Melekler de “Ya Ömer, biz senin böyle cevap vereceğini bilirdik lakin ne yapalım, gelip böyle sorular sormak bizim vazifemiz.” diyerek geri dönerler. Sadat-ı Kiramın her hâli mutabaattı. Fethullah Verkanisi Hazretleri de her hâli ile Resulü Ekrem (sav) ve sahabeyi kirama mutabaat haline olduğunu vefatı ile de göstermişti. Ertesi gün Molla Muhammed Emin, Fethullah Verkanisi Hazretlerinin taziyesi için belirlenen yere gitti. Taziye için gelenler dağıldıktan sonra Muhammed Diyaüddin Hazretleri ve Şeyh Alâeddin Molla Muhammed Emin'in yanına gittiler. Evde Molla Muhammed Emin tekrar Şeyh Fethullah (k.s) methedip, vefatından dolayı duyduğu üzüntüsünü belirtti ve Şeyh Fethullah'ın (k.s) vefatı, memleketimize büyük darbe vurdu, çünkü o ilmi cesaretiyle layık olmayan pek çok âlimi, yanlış fetva vermekten alıkoyardı, ondan korktukları için kimse şer-i şerifin dışına çıkamıyordu.” dedi, Bunun üzerine Muhammed Diyauddin Hazretleri “Bundan sonra bu görevde gözlerimiz size bakacak.” dedi. Fakat Molla Muhammed Eminse, “Hayır, ne ben ne de sen bu görevi hakkıyla icra edemeyeceğiz; ancak her birimiz, kendi çevresinde müridlerini bidat ve şeriate aykırı şeylerden men etsin “dedi, Seyda-i Taği Hazretlerinin sağ olan tüm halifeleri taziyeye geldiler, Şeyh Ahmet Taşkesenli gelince üzüntüsünden konuşamadı. Onunla beraber hem kardeşinin oğlu hem de halifesi Molla ibrahim de geldi ve anlattı: “Şeyh Fethullah'ın vefat haberini aldığımızda amcam Şeyh Ahmet vefat eden Şeyh Fethullah (k.s) mı yoksa Bitlis müftüsünün evinden başka bir Fethullah mı? diye sordu Biz de: “Şeyh Fethullah (k.s) vefat etmiş” deyince tam üç gün gözlerinden yaş eksilmedi. Biz, amcam ile Şeyh Fethullah (k.s) şu hadiseden ötürü birbirine dargın bilirdik: Bir gün amcam Şeyh Ahmet Taşkesenli, Şeyh Fethullah (k.s) ziyarete gitmiş ve Şeyh Fethullah'ın oğlunu severek onu kucaklayıp dizlerine oturtmuş, ikramlarda bulunmuştu. Şeyh Fethullah da (k.s) oğluna “Ona gönül bağlayıp sözlerine kanma, zira babanı ilk tekmeleyen kişi odur.” demişti. Bunu diyerek Nurşin'de iken, Muhammed Diyauddin Hazretlerinin hilafet alması ile Şeyh Ahmet'in oraya gelerek “Burada artık Hazret oturmalıdır. Senin evinin buradan çıkması lazım ki o da gorevini yapabilsin.” diye Şeyh Fethullah'a evini taşımasını telkin ettiği hadiseyi hatırlatmıştı. Şeyh Ahmet: “Nerde bende o güç ki babasını vurayım? Ben öyle bir şey yapmadım.” demiş. Şeyh Fethullah ise “Aksine yaptın.” demişti. Bu hadise bizi yanıltmıştı. Ben amcama: 'Siz hayatta iken birbirinize böyle şeyler yapmıyordunuz.' dedim. Bu söz amcamı çok kızdırdı: 'Biz her zaman böyle idik. Biz onu bir evin orta direği olarak görüyorduk, etrafında dolanır ve Cenab-ı Hakk'ın onu aramızdan kaldırıp bizi böyle gözü yaşlı bırakacağının zanmetmiyorduk” dedi. Fethullah Verkanisi Hazretlerinin makamı âli, feyiz ve bereketi daimi olsun. Allah Teâlâ bizleri yolundan ayırmasın. Âmin.
Yorumlar
Yorum Gönder